"Cahil, alim karşısında eziktir, bilenin otoritesini kabul eder ve genellikle bu otoriteye pek de sorgulamadan boyun eğer.

Dün; “Koronasız iki gün (1)” başlığı altında birinci bölümünü yazdığım, bir dostumun internete paylaştığı bir hekimimizin yazdığı yazından, kalan bölümünü bugün tamamlıyorum.

Hekimimizin gündeme dair yapmış olduğu bu paylaşım. “Cahil ve gafil” ayrımını çok çarpıcı ve açık olarak anlatmış.

Dünün devamı şöyle;

“Cahil, alim karşısında eziktir, bilenin otoritesini kabul eder ve genellikle bu otoriteye pek de sorgulamadan boyun eğer.

Gafilin ise, kendisi otoritedir. Başka otoriteden, hele de alimin otoritesinden nefret eder.

Cahil henüz realiteden kopuk değildir, gerçeği bilmese de sezgisel olarak gerçeğe yakındır. Yani, gerçekle arasında köprü kurabilme kabiliyetini yitirmemiştir.

Gafil, realiteden tamamen kopmuştur, kendi hayal dünyasında safsata ile örülmüş yüksek duvarların ardında yaşar, gerçeğe ulaşmak için gerekli tüm bağları reddeder.

Kısacası cahil uyanabilir olandır, gafili uyandıramazsınız.

Elbette her insanın her konuda bilgi sahibi olması ne mümkündür ne de gereklidir.

Hepimiz bir şeylerin bilgisine sahipken bir şeylerin de cahili olmaya devam edeceğiz. Her zaman bilmediklerimiz bildiklerimizden fazla olacaktır. Alimden kastımız her şeyi bilen cahilden kastımız hiçbir şey bilmeyen demek değildir.

Bu kavramlar arasındaki farklar daha etraflıca tartışılabilir ama bu yazıdaki derdimi anlatabilmek için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum.

Hekimin kapısından, önünü ilikleyerek, şapkasını utangaçça elinde büzüştürerek içeri giren ve bir hizmet değil de adeta lütuf bekleyen insandan, kapıyı tekmeleyerek giren ve hekimi onun tüm isteklerini yerine getirmekle görevli bir hizmetkar gibi gören insana geçiş ne anlama gelmektedir?

Bu cehaletten gaflete geçiş değil de nedir?

Bu geçiş nasıl olmuştur? Cehalet çok övülürse gaflete dönüşür.

Elbette ister tek tek bireylerin olsun ister bir bütün olarak toplumun olsun, davranış değişiklikleri, yaşadıkları ekonomik, sosyal, siyasal atmosferden bağımsız düşünülemez.

Kitlelerin adam yerine konmaya başlandığı kısmi demokrasilerden günümüze egemen gücün az veya çok, hep kullandığı bir yöntem olmuştur.

Ama kuşkusuz zirvesine her zaman faşist ve totaliter rejimlerde ulaşmıştır.

Bizde halk dalkavukluğunun temel argümanı batı hayranlığı yerine batı düşmanlığının ikame edilmesi oldu.

Bu tartışmaların toplumun eğitimsiz kesimlerine verdiği mesajlar, onların kendilerini iktidara yakın hissetmelerini sağlarken, toplumun eğitimli kesimlerinde hayal kırıklığı, umutsuzluk giderek derinleşmiştir.

Her yıl iyi yetişmiş binlerce gencin ülkede gelecek göremeyerek yurt dışına gitmesi, ülkede adeta bir beyin göçü trajedisinin yaşanması pek de önemsenmiş görünmüyor.

Sözün özü, cehaletle mücadele edilip bilgiyi yaygınlaştırmak, bilgiyi özendirmek ve ödüllendirmek yerine cehalet adeta kutsanarak gaflete dönüştürülmüştür.

İkibinli yılların ilk 20 yılın özeti budur.

Eskilerin “Arif “dediği, günümüz diline “kendini bilen” olarak çevirebileceğimiz insandan fersah fersah uzaktayız artık. Cehaletten eğitimle uyanmak mümkün olabilirdi belki.

Ama gafletten ancak trajediyle uyanabiliriz.

Trajediye hazır olun”

Hekimimizin günceli yazıya döktüklerinden bunları seçtim.. Oldukça ilginç gözlem ve yorumlar var.

Birçoğuna katılmamak mümkün değil..

Ne dersiniz, haksız mı! (Alıntıdır)

BİR TUTAM TEBESSÜM

TREN VE AVCILAR

Avcılar, Temel’in önderliğinde ormanda ilerliyormuş.

Karşılarına küçük bir delik çıkmış.

Temel:

- “Yatın, tavşan deliği” demiş.

Yatmışlar. Delikten tavşan çıkmış. Avlayıp yola devam etmişler.

Yolda bakmışlar, daha büyük bir delik...

Temel:

- “Yatın tilki deliği” demiş.

Yatmışlar. Tilki çıkmış, vurmuşlar.

Sonra delik daha da büyümüş:

- “Yatın ayı ini” diye bağırmış Temel... Ayıyı da avlamışlar.

Temel’in her şeyi bilmesinin rahatlığıyla keyiflenmiş avcılar...

Bir süre sonra kocaman, çok büyük bir delik çıkmış karşılarına...

Temel‘e bakmışlar. Temel:

- “Uşaklar” demiş, “Ne çikacağunu bilmeyirum. Siz yatın, ne çikarsa bahtumuza!”

Ertesi gün gazetelerde şu haber varmış:

“Dört avcı, tren altında kaldı.”