Daha yaşanabilir bir hayat sunmayı hedefleyen modernite adına ürettiklerimiz, insandan insana ve insandan doğaya suçların ayyuka çıktığı popüler bir hayatı getirdi. Savaşları, cinayetleri, göçleri, afetleri, krizleri en uçlarda yaşıyoruz.
Modern toplumun temel sorunu insandır artık. Ölümü değil tüketememeyi, hayatın en önemli endişesine dönüştüren insan. Zira ruhun, temel ihtiyaçlarını gideremeyen bireyler ve toplumlar, patolojinin sınırlarında dolaşıyor. İnsanın duygularına yoldaşlık ederek sorunlarını çözmekle görevli başta psikiyatristler, psikologlar, pedagoglar olmak üzere sosyologlar, din görevlileri, hukukçular ve cümle sanatçılar olarak bu sürecin neresindeyiz acaba?
Daha yaşanabilir bir hayat sunmayı hedefleyen modernite adına ürettiklerimiz, insandan insana ve insandan doğaya suçların ayyuka çıktığı popüler bir hayatı getirdi. Savaşları, cinayetleri, göçleri, afetleri, krizleri en uçlarda yaşıyoruz.
Daha da önemlisi birey ve toplum düzeyinde iletişim sorunu, ilgisizlik, ilişki yoksunluğu, mutsuzluk, yalnızlık, sanal âlemden gerçek dünyaya uyum zorluğu, modern toplumun sıradan sorunlarına dönüştü. Ve modern dünyanın insanları olarak kendimizden ve insanlardan hızla uzaklaşıyoruz, belki de farkında olmadan.
Yeryüzündeki yaşam serüvenimiz boyunca yeme – içme, korunma, barınma gibi temel bedensel ihtiyaçlarımızda belli bir noktaya geldik. Ancak insanın, kendisi dışında başkalarını da sevmesi, diğerlerinin de hakkını kollaması ve bu sonsuz evrende kendini anlaması noktasında takıldık. Bu konuda mesafe alamadık hatta geriledik.
Düşünün ki insanlık ailesinin bin yıllardır ürettiği bilimsel araştırma verileri, edebi metinler, kitaplar, makaleler, sanat eserlerinden oluşan bilgi ve yaşam birikimi, dünyaya egemen olmamızı, insana yakın robotlar üretmemizi, uzaya çıkmamızı, gezegenlere seyahat etmemizi sağlamıştır. Ancak insanlığın bütün birikimi, insanı yani kendimizi anlamada henüz yeterli olamamıştır.
Zira bütün birikimimize rağmen kendimizi merkeze koymaktan, ‘ego’muzu başköşeye konumlandırmaktan ve diğerini yok saymaktan ödün vermiyoruz. Zihnimiz, saf bilgiden uzaklaşıp malumatların dünyasında zaman kaybederken objektifliğini yitiriyor, köreliyor. Ruhumuz ise varlık nedenine yönelmemekten dolayı zorda.
PSİKOLOGLAR, EĞİTİMCİLER, DİN GÖREVLİLERİ
Zihin, duygu ve ruh bütünlüğünde hızla dağılmaya başlayan günümüz insanına yol gösterecek, yol arkadaşı ve icabında yol olacak, onun yerine geçmeyecek ama ona mihmandarlık yapacak meslek erbaplarına, bugün çok daha ciddi sorumluluklar düşmektedir. Sanayi toplumunda en çok ihtiyaç duyulan teknik elemanlar gibi günümüz bilgi ve insan çağında da insani bilimlerde usta olanlara ihtiyaç var.
Burada iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bütün psikiyatristler, psikologlar, eğitimciler ile din görevlilerini öncelikle zikretmek ve bu ihtiyacı gidermenin neresinde olduğumuzu tespit için kendimize sorular sormak zorundayız.
Yaşadığımız zamanı; anlayacak, tanımlayacak, çözümler üretecek ve insanlara yol gösterecek profesyoneller olarak günümüzün zorlanan insanını anlamak için evvela kendimizi anlamak, kendimizle olan savaşımızda mesafe almak gerekmez mi? Kendini tanımada, varlık âleminde konumlandırmada ve yaşadığı çağa anlam vermede zorlanan bir psikolog, eğitimci yahut din görevlisi, insanların duygularına inebilir mi?
Üniversite bittikten sonra hatta bazen okul bitmeden kurduğumuz süslü bir site, devşirme sözlerden ve süslü resimlerden oluşan sosyal medya hesapları, derlemelerden oluşan popüler kitap denemeleriyle ‘işgal altındaki insan’ın duygularını nasıl yakalayacağız? Konuyla ilgili bilimsel çalışmalarda, akademisyenlerden akademisyenlere sunum ve titr kaygısının mı yoksa günümüz insanına yönelik bir soruna aydınlatma kaygısının mı öne çıktığına bakmamız gerekmez mi?
Çağımıza anlam verecek bilimsel bakışı ve değişen insan davranışlarını yakalamada zorlanıyorsak kendimizi nasıl anlayacağız? Sade ve sıradan bir insan olmanın yani kendimiz olmanın yeterli olacağı bir zamanda, insanlara yol göstermesi beklenen bizler, Sokrates’in ifadesiyle ‘kendini tanıma’nın neresindeyiz?
SOKAKTAKİ PATOLOJİ
Söylediklerimizin kesin doğru ve yararlı olduğuna inanılan meslek insanları olarak insanların duygusal dünyalarındaki yolculuğumuz, maddi kazancımızın gölgesinden kurtulabiliyor mu acaba? Bize, bizi ve mesleğimizin hassasiyetini hal diliyle aktaracak bir ustanın çırağı olmadan, günümüzün edilgen insanını nasıl etkin ve özgür bir arayışın yolcusu haline getireceğiz? Pişmeden nasıl pişirecek, olmadan nasıl olduracağız?
Tekrarlamak isteriz ki iyi niyetten şüphemiz yok ama çoğaltabileceğimiz bu sorulara gerçekçi cevaplar üretmemiz önemli. Zira sınırlı sayıda insanda görülen ileri ruh hastalıklarına yakalananlar gibi daha basit psikolojik sorunlarla mücadele eden bireyler de hızla artıyor. Aile kurumunun koruyucu şemsiyesi zayıfladıkça yalnız kalan insanın sosyalleşme ihtiyacı giderilemiyor. Daha az sevildiğini hisseden insan, daha az seviyor ve ait olmakta zorlanıyor. Böylece patoloji sokağa iniyor.
Her şeyin hızla değiştiği ve güvensizliğin yayıldığı bir zamanda koruyucu ruh sağlığı ve özellikle koruyucu psikolojik desteğin yeniden ele alınması elzemdir. Öyle görünüyor ki her mahalleye muhtar, öğretmen, din görevlisi ve aile hekimi yanında bir psikolog da eklememiz gerekecek.
Psikiyatristler, psikologlar, eğitimciler ve din görevlileri başta olmak üzere doğrudan insanla ilgilenen mesleklerdeki ders ve özellikle uygulama programlarının yeniden düzenlenmesi gerekli ve önemlidir. Örneğin günümüzde bir kısmı tartışmalı hale gelen psikolojik yaklaşımların, terapi süreçlerinin, zeka ve kişilik testlerinin, insanın değişen ihtiyaçları çerçevesinde yeniden ele alınması, önemli bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Unutulmamalıdır ki günümüz insanı ve toplumları; farklılıklarıyla birlikte yaşamayı öğrendiği, kültürel kodlarını koruduğu, insani değerleri, ahlakı ve adaleti diri tuttuğu ve tüm bunlar için de kendini anlama yolculuğunda mesafe aldığı oranda uyumlu ve mutlu olacaktır.