İstanbul'un yağmurlarından Körfez sıcağına doğru hızlı ve kısa bir geçiş yapıp Katar'a ulaştım. Bazı işler, bazı görüşmeler işin vesilesi, gönül coğrafyamızın uzak topraklarını görmek her zaman iyi geliyor.
Türkiye’den geldiğimizi öğrenen bir yaşlı Ebu Bilal nasıl diye soruyor. Ebu Bilal dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan. Burada hala babalar oğullarının ismiyle tanımlanıyor. Gelmeden önce Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bizden önce de Katar uçağı kalktı. Bizim uçak da neredeyse ağzına kadar doluydu. Yabancı bir ülke değil de sanki iç hat uçuşu gibi. Böyle olması da ayrı bir güzellik katıyor. Sabiha Gökçen’deki yolcular Katarlılardan ibaret değil. Tahran’a gitmek isteyen iki Romalı yaşlı kadın uzun bir bekleyişle İstanbul’da vakit geçiriyorlar. Canları sıkılmış ama akıllı telefonları da olmadığı için bulmaca çözmekle yetiniyorlar. Kısa süre sonra uçağımızın vakti geliyor ve müsaade istiyorum.
Uçak Katar’a indiğinde yanımda benden yaşça daha büyük olan kadın yardımımı rica ediyor. Büyük havalimanından salimen çıkıp dışarıda kendisini bekleyen kardeşine ulaşmak istiyor. İyi de yapıyor çünkü girişte küçük bir problem yaşıyor pasaport polisiyle. Neyse ki uzamadan hallediyoruz.
İçeri girişte sıcak bir hava karşılıyor. Katar’a hoş geldiniz. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Ülke büyük bir şantiye görünümünde. İşlerimi bitirdikten sonra Katar Milli Müzesi’nin yolunu tutuyoruz. Çöl gülü denilen bir hikayeye dayanıyor mimarisi. Fransız bir mimar, çölde kumlardan oluşan ve güle benzeyen bir taş formundan ilham alarak bu hikayeyi mimariye dökmüş. Birbirinin üzerine geçmiş katmanlarla geçmişi geleceğe anlatıyor Katarlılar. Müze henüz açıldığı için ziyaretçi sayısı bir hayli fazla. Modern mimarinin yanı sıra eski binaları da yanlarına yerleştirmişler. Nüfusu ve yüzölçümü küçük bu ülke kendisini anlatırken kahramanlık ve büyük hikayeyi değil çölü kullanmış. Çadırın etrafında şekillenen sürdürülebilir çöl hayatı müzenin ana hikayeleri arasında yer alıyor.
Yorucu bir günün ardından bir Yemen lokantasına girip yere oturuyoruz. Ayaklarımızı uzatıp yemeğin gelmesini beklerken hayatın sakinliğine hayret ediyoruz. Yemeğin ardından akşam ezanları okunuyor. Eski şehrin esnafı camiyi dolduruyor. Şehre akşam geldiğini fark ediyoruz. Yazımı yazacak bir yer ararken biraz daha zaman geçiyor. Şurada eski bir meclis var sohbeti güzel insanlar diyor mihmandarımız. Yerel sohbetlerin akşamı neşelendirmesini umarak yollanıyoruz. Yolda bir şahin hastanesi görüyoruz yanında şahin satılan bir dükkan. Her şeyiyle orijinal bir akşam derken meydanın yanındaki atlara dalıyoruz. Gazeteden Gülay hanım arayıp yazıyı gönderip göndermediğimi soruyor. Kafamda yazdım ama henüz satırlara dökülmedi. Yarım saat müsaade ederse Katar notlarımı ileteceğimi söylüyorum. Tabii diyor ve ben de cellabiyeli Katarlıların hoş sohbetlerini esirgemediği bir mecliste Mekkeli bir müezzinin ezanı eşliğinde bu satırları kaleme alıyorum.
Küçük bir ülkede geçen uzun ve doyurucu bir günün hikayesi işte bunlardan ibaret.