Bu satırların düzenli okuyucuları bundan dört sene önce yazdığımız 06 Kasım 2020 tarihli “KASABANIN ŞERİFİNE VEDA MI EDİYORUZ?” adlı yazıda veda ettiğimiz Donald Trump’ı ve ona ithafen kullandığımız “Kasabanın Şerifi” lakabını hatırlayacaklardır. İlgili yazının linki aşağıdadır:
(https://www.gazetebirlik.com/kasabanin-serifine-veda-mi-ediyoruz)
O yazıyı yazarken daha seçim sonuçları netleşmemişti ama Biden önde gidiyordu. Dilerseniz ne yazmışım bakalım:
“Eğer ikinci dönem başkanlığını kazanırsa, Kasabanın Şerifi, bugüne kadar dile getirdiği söylemleri daha pervasızca hayata geçirmeye çalışacaktır. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve Soğuk Savaş sonrası iyice pekiştirilen ve kendilerinin “establishment” olarak adlandırdığı kurulu düzenini yıkmak için daha fazla ve daha somut adımlar atacaktır. Ama bu kurulu düzenin değişmesi kolay mı? Hiç de kolay değil. Çünkü işin içinde birkaç yönetmelikle bazı kanunların değişmesi yok sadece… Binlerce uluslararası şirketten oluşan milyarlarca dolarlık bir çıkar ağı; AB, Japonya, Kanada, İngiltere gibi müttefiklerle oluşturulan küresel ittifak; IMF, WB, WTO, BM ve benzeri uluslararası kurumlardan oluşan devasa bir bürokrasi ve bütün bunların kaymağını yiyen ABD finans kapitali… Bütün bu çıkar gruplarının değirmenini yıkmak kolay değildir. Arı kovanına çomak sokmaya benzer, failinin yüzünü gözünü şişirir! Ama en azından Kasabanın Şerifi, halktan aldığı güçle bu yöndeki uygulamalarını daha pervasızca yapacaktır, diyebilirim.
Eğer Biden kazanırsa ne olur? Aslında Biden öyle büyük bir iddianın adayı değil. Seçim de, zaten, Trump’ı sevenlerle Trump’ı sevmeyenlerin bilek güreşine dönmüş durumda. Bu yüzden Biden kazanırsa Trump’ın ABD kurulu düzeninde yaptığı tahribatı gidermek için bir restorasyon dönemi başkanı olmaya soyunmakta. Önemli bir ayrıntı da, Biden’ın bir ABD’li liberal solcular, Hollywood entelektüelleri, Latin, Siyahi, Asyalı ve Müslüman göçmenler, bilişim ve finans sektörlerindeki büyük sermayedarlar, çevrecilerden oluşan yamalı bohça gibi bir koalisyonun başında iktidara yürümesidir. Yani geldiğinde, aslında eski sistemi korumaktan başka da bir şey yapmayacaktır. İşi sistemin teknokratlarına bırakıp kendisi halka umut dağıtacaktır. Bunda ne derece başarılı olur, emin değilim. Çünkü ABD’nin tek süper güç, dünyanın jandarması, küresel banka gibi rollerine dayalı kurulu düzen kapitalizmin geldiği son durumda sürdürülemez. Ne dünya eski dünya, ne de ABD eski ABD! Kendi fikri olmayan, adeta arkasında bulunan yamalı bohça koalisyonun etkisiz bir temsilcisi görüntüsü veren Biden’ın daha pasif bir Başkan görüntüsü vereceği kesin. Arkasında ise işleri yürütecek veya eskisi gibi yürütmeye çalışacak askeri ve finansal bürokrasi bulunacaktır.”
HARRIS KİMİ TEMSİL EDİYOR?
Sonuçta Biden kazandı. Biden kazandıktan sonra dünya pek huzur yüzü görmedi: Özellikle ABD’nin jeo-politik önceliğini Orta Doğu’ya vermesi, Rusya’yı iki yıl boyunca kışkırtıp sonra da Ukrayna Savaşı’nı başlatacak fitili ateşlemesi, İsrail’e tam destek vererek bir bölgesel savaşa gidebilecek adımlar atması, Suriye’de bölücü eşkıyalara paralel devlet kurup onları bir ordu olarak teçhiz etmesi… Bütün bunlar aslında Biden ve şimdi de Harris’in teslim ettiği, arkasındaki savaş lobisinin desteği ile ABD merkezli tek dünya devletine gidecek, tarihsiz ve kültürsüz bir dünya toplumunu zorla bütün dünya milletlerine dayatacak, millet gerçeğini ve milli devlet kurumlarını ortadan kaldırmaya veya en azından zayıflatmaya çalışacak bir küresel emperyalizm sürecinin göstergeleridir. Bana göre Kamala Harris’in kazanması halinde Orta Doğu’daki kan gölü artarak devam edecektir. Dünya’da kültürsüzlüğü, tarihsizliği ve kimliksizliği temsil eden “woke kültürünün” yayılması desteklenecektir. Bu bizi olduğu kadar ABD’yi bile tehdit edecek bir olgudur. Çünkü küresel para, bilgi ve insan akışlarına karşı ülkeleri ve o ülkelerin yaşam tarzını, kimliğini korumayı amaç edinen milli devletleri zayıflatan, milli devletlerin yerine küresel kartelleri ve para babalarını öne çıkaracak bir süreç söz konusudur.
Pekiyi Kasabanın Şerifi neyi temsil ediyor? Kasabanın Şerifi’ni lider olarak doğuran etkenler nelerdir? Bakalım…
SOĞUK SAVAŞ SONRASI TEK KUTUPLU DÜNYANIN İMKÂNSIZLIĞI
Bugün itibariyle ABD bir yol ayrımındadır: Ya 1990’lardan kalma “Tek Süper Güç” konumundan vazgeçip kendi kıtası ve kendi bölgesine çekilecek ya da “Tek Süper Güç” konumunu korumak için askeri ve ekonomik gücünü kullanacak. ABD’nin problemi daha ne yapacağına karar verememiş olmalarıdır. Trump birinci şık olan kendi içine dönerek kuvvetlenen ABD seçeneğinin kötü ve demagojik bir temsilcisi iken, Kamala Harris ve arkasındaki koalisyon da ikinci seçeneğin temsilcisidir.
1990 yılında Berlin Duvarı’nın çökmesi ve SSCB’nin dağılması ile sonuçlanan süreç ardından Soğuk Savaş bitmişti. Soğuk Savaş (genç kuşaklar için bu masal gibi geliyor biliyorum ama biz içinde yaşadık, hatırlatalım; DMD) 1946 – 1990 arasında dünyanın merhum Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in ifadesiyle “hür dünya ittifakı” yani ABD merkezli NATO ittifakı ile Sovyet Rusya merkezli komünist blok arasında bölündüğü, her ittifakın üyesi ülkeleri ittifakın askeri stratejisine göre şekillendirdiği, her iki tarafta da diğer ittifak hakkında biz sıradan insanların ciddi bir dezenformasyona / yanlış bilgilendirmeye maruz kaldığı, bütün ülkelerin çıkacak bir nükleer savaşta alacakları rollere göre konumlandığı, hiçbir ülkenin içinde bulunduğu ittifaktan bağımsız hareket edemediği bir dünyayı anlatmaktadır. Soğuk Savaş bittiği ve ABD tek süper güç olarak kaldığı anda, bazı düşünürler “artık tarihin sonunun geldiği, bütün dünyanın liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesi gerektiği, bunu yapanların ayakta kalıp, yapmayanların yok olacağı, ABD’nin merkezinde olduğu tek dünya devletine gidişin başladığı gibi görüşler dolaşıma sunuldu. Bize şimdi çılgınca gelen bu görüşler o zaman diğer ülkelerde olduğu gibi bizde de heyecanla karşılandı. Örneğin kendilerine şimdi liberal sol diyen bir kısım zevat, Türkiye’nin bu süreçte Türk kimliğini bırakması, Atatürk ve Kemalizm’i tartışması, milli devleti tasfiye etmesi, bize emperyalistler tarafından atılan ve atalarımızı lekelemeyi ve milli onurumuzu kırmayı hedefleyen her iftirayı kabul etmesi yönünde kampanyaya başladılar. Bir taraftan PKK militanları diğer taraftan FETÖ şakirtleri de bu süreçte aktif olarak yer aldılar. Bu ve benzeri hadiseler sadece bizde değil bütün ülkelerde farklı şekilde uygulandı. Hedef aile kurumunu, milli kültürü ve milli devlet ve kurumlarını ortadan kaldırmaktı. Bu sayede tarihsiz, kültürsüz ve milliyetsiz insanlar güruhu küresel emperyalizmin kontrolüne girebilecekti. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta da vardı: Acaba ABD tek süper güç olarak bütün dünyayı yönetebilecek kapasiteye sahip miydi? Geçtiğimiz 34 yıl içinde bunun mümkün olmadığını gözlerimizle gördük.
KÜRESELLEŞMENİN OLUMSUZ ETKİLEDİĞİ SIRADAN İNSANLARIN TEMSİLCİSİ: DONALD TRUMP
Bütün dünyayı ABD’nin tek başına yönetmesi imkânsızdı. Bu hedef uğrunda kullanmaya çalıştığı küreselleşme süreci dönüp dolaşıp kendisini bumerang gibi vurdu. Bütün dünya denizlerinde dolaştırılan uçak gemileri ve dünyanın her tarafında hazır ve nazır bulunan ABD askerleri ciddi bir bütçe açığına yol açtı. 1990 öncesinde “özgürlüğün ve demokrasinin temsilcisi” olarak bilinen ve çoğu insan tarafından “sempatiyle” bakılan ABD, Ayetullah Humeyni’nin dediği gibi “büyük şeytan” olarak adlandırılmaya başlandı. Dünyanın farklı yerlerine, özellikle Çin’e, üretimi kaydıran büyük ABD firmaları ABD’nin kendi içinde hem işsizliğin hem de dış ticaret açıklarının artmasına yol açtı. Dünyanın her tarafından, özellikle Güney Amerika ve Doğu Asya’dan, gelen göçmenler Amerikan kimliğini ve yaşam tarzını bozmaya başladı. 1950’lerde bütün dünyaya sunulan ve küçük sıradan üreticiler, satıcılar ve orta sınıfların üstünde yükselen “Amerikan Rüyası” diye bir şey kalmadı. Tabii ki bu durum, başta yabancı düşmanlığı olmak üzere popülist sağın üstünde yükselebileceği anomalileri oluşturdu. Özellikle ABD’nin okyanus kıyılarına uzak orta kesimlerinde, kırsal bölgelerde yeniden Amerikan Rüyasına dönmek için özlem duyanların sayısı arttı. Bunlara göre ABD başka ülkelerin sorunlarını çözmek için savaşa girmemeli, yabancı mal, insan ve firmaların ABD’ye girmesi önlenmeli, küçük üretici ve orta sınıflar desteklenmeli, ABD yeni bir izolasyonist döneme girmeliydi. İşte Kasabanın Şerifi güçlerini kendi sınırları içinde toplamış, dünyaya karşı daha mesafeli ama mevcut ülkeler ve ekonomiler içinde en güçlüsü ve kendi kıtasında ise bir devasa bölgesel güç olarak yer alan bu ABD rüyasını temsil etmektedir. “Amerika’yı yeniden büyük yapın!” sloganı bu anlama gelmektedir. Ancak dört sene önce yazdığım gibi Trump kazanırsa bu dediklerini ne kadar yapabilir? O tartışmalı.
Burada keselim. Pazartesi, “Trump’ın seçilmesi durumunda Türkiye’yi neler bekliyor?” sorusunu cevaplayacağım.