ABD'de yaşanan gelişmeler ABD'yi bir arada tutmak için ortaya atılan ve bir yerde de bugüne kadar görevini yerine getiren kavramların çöktüğünü göstermektedir.

ABD’de yaşanan gelişmeler ABD’yi bir arada tutmak için ortaya atılan ve bir yerde de bugüne kadar görevini yerine getiren kavramların çöktüğünü göstermektedir. Hitleri Alman ırkının üstünlüğü ile ilgili inançları ve bu inançlarını devlet ideolojisi haline getirmekle suçlayanlar bu kavramlar karşısında hiçbir zaman ses çıkarmadılar. Hitler, Almanların dünyayı ele geçirmeleri için saf kalmaları gerektiğini, Almanların dışında kalanların ikinci sınıf vatandaşlar olduklarını ifade ederek başta Yahudilere soykırım uygulamış, ABD’de ise Amerika topraklarının öz sahibi Kızılderililere karşı uyguladığı soykırım ile Hitler’den aşağı kalmamıştır.

BİNLERCE MASUM İNSANIN KATLİNDEN SORUMLU

Tarihi yaşam alanı için ırkların birbiriyle mücadelesi olarak gören, Yahudilerin, ulus içinde "ırksal saflığı" bozmak için çalışan istisnaî bir şeytan olduğuna inanan, Yahudilerin Almanya’dan "çıkarılması" gerektiğini öne süren, "Irksal saflık" için insanların üremesine devlet düzenlemesi getirilmesi gerektiği inancı ile “Kalıtsal Hastalığa Sahip Çocukların Engellenmesi Yasası”nı çıkartan Hitler ile en iyi mukayese edilmesi gereken ülkedir ABD ve başındaki yöneticiler. 1830 yılında çıkardıkları “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan tüm yerlilerin neredeyse tamamını yok eden ABD, bununla da kalmamış, sürgüne gönderdikleri yerlilerin ölümleri için dağıttıkları battaniyelere çiçek mikrobu bulaştıracak kadar insanlıktan çıkmışlardır. Siyahlara yapılan ayrıştırıcı uygulamalar ve katliamlar, kölelik sistemi kapsamında her türlü insan haklarına aykırı uygulamalar, Saddam Hüseyin’e kimyasal silah bulundurmasını ve kullanmasını bahane ederek bu ülkeyi işgal eden ve bugün gerisinde kaos içinde bir Irak bırakan, Afganistan’a sözde terörle savaş adı altında girerek binlerce masum insanın katlinden sorumlu olan ABD’nin utanılacak geçmişi bu tür sayısız örneklerle doludur.

Kendilerinin Tanrı tarafından seçilmiş özel bir halk olduğuna inanan ve inandırılan ABD’nin kendilerine göre eşsizliği hemen her alana yansımıştır. Bu eşsizlik ilk olarak ABD’nin ilk Başkanı George Washington’ın 1796 tarihli veda konuşmasında öne çıkmaktadır. Bu konuşmada, Washington diğer ülkelerle ekonomik ilişkilerini mümkün olduğunca geliştirilmesi, fakat diğer taraftan siyasi ilişkilerin asgari seviyede tutulması gerektiğinin altını çizmiştir. Ona göre Avrupalı ülkelerin siyaseti ABD’ye yabancıdır ve bu nedenle Avrupalı devletlerle kalıcı ittifaklara girilmemelidir. Kendilerinin geldikleri Avrupa’yı bile ikinci sınıf olarak gören bir zihniyetin yansımasıdır bu sözler. Sadece politik bir söylem olarak görmemek gerekir.

KENDİSİNİ BİR NEVİ ÜSTÜN IRK OLARAK GÖSTERMEK

Din, ABD’nin siyasi kültürünün yapı taşlarından biri olmuştur. Bu siyasal kültürün ana unsuru olan Püritenler, ABD’yi her türlü dinsel baskıdan kurtuldukları ve kendi inançlarına göre oluşturacakları bir ülke olarak görmüşlerdir. Bağımsızlığın kazanılmasından önce de, Tanrı’yı gerçek kralları olarak görmüşlerdir.

ABD’nin tüm dünyaya sözde özgürlüğü yayması için Tanrı tarafından seçildiği inancı, ABD’nin kıta üzerindeki yayılmacılığını doğal görmüştür. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin evrensel nitelikte olan karakteri de, ABD’yi kuranların, ABD’nin özgün karakterine olan bu inançlarının ne derece de kuvvetli olduğunu göstermektedir. ABD’nin kurucularından Thomas Jefferson’un “Amerikalılar Tanrının seçilmiş halkıdır”, James Madison’un ABD’nin kuruluşundan önceki dönemin, “kaba kuvvetin egemen olduğu karanlık çağ” olduğu, ABD Başkanlarından John Adams’ın “ABD’nin bütün Kuzey Amerika’ya hâkim olmak istemesinin ABD’nin doğal bir hakkı olduğu, Kuzey Amerika ile Amerika kıtasının aynı anlamı taşıdığı, Tanrı’nın ABD’yi özellikle kutsadığı ve Amerikan dış politikasının hakiki gidişatının ancak böyle anlaşılabileceği sözleri ABD’nin kendisini bir nevi üstün ırk olarak göstermek çabaları olarak görülmelidir.

İlk olarak gazeteci John O. Sullivan tarafından ortaya atılan “Açık Yazgı” (Manifest DesGny) anlayışına göre, ABD bulunduğu kıtada çok doğal bir yayılma hakkına sahiptir ve ABD’ye bu hakkı veren bizzat Tanrıdır. Dolayısıyla, bu hakkı ABD’nin elinden almaya çalışmak, Tanrıya karşı gelmekle eş anlamlıdır. Bu düşüncenin temsilcileri, bununla yetinmeyip Tanrı’nın ABD’yi aynı zamanda dünyanın geri kalan yerlerini de özgürleştirmesi için görevlendirdiğine inanmışlardır.

The New Republic dergisinin kurucusu Herbert Croly, yeni bir dış politika geleneğine öncülük etmistir. “İlerici emperyalizm” (progressive imperialism) olarak tanımlanan bu gelenek, ABD’nin diğer devletlere karşı uygarlaştırıcı bir misyon üstlenmeye hakkı olduğunu ifade etmektedir.

Örneğin, Soğuk Savaş dönemi içerisinde Sovyet rejiminin ateist bir karaktere sahip olması ABD’nin dış politika yapılandırmasının esasını oluşturmuştur. Başkan Truman’a göre, Soğuk Savaş aslında inanç ve materyalizm arasındaki bir savaştı. Time dergisinin kurucusu Henry Luce’a göre soğuk savaş her şeyden önce kutsal bir savaştı. Amerikalı bir tarihçiye göre ise, ABD en üstün manevi otoriteyi yardıma çağırarak kendi açık yazgısı için çürütülmesi olanaksız bir onay kazanmıştı. Zaten din ile demokrasinin birbirinden hiçbir biçimde ayrı düşünülememesi ABD’nin kuruluş felsefelerinden birini oluşturmaktadır.

TARİHSEL SÜREKLİLİK VURGUSU

Soğuk Savaş'ın en etkili isimlerinden Dean Acheson ve Paul Nitze, Soğuk Savaş kültürünü Amerikan kamuoyuna yerleştirmek için komünist tehdidinin ürkütücü bir portresini çizmişler, bu doğrultuda, küresel düzeyde Amerikan sisteminin ayakta kalabileceği bir ortamın yaratılmasına girişmişlerdir.

ABD’yi yönetenler Amerikan dış politikasına bir süreklilik ve bütünlük çerçevesi içinde bakmak istemişlerdir. Bu süreklilik ve bütünlük anlayışı, Amerikan dış politikasının bir misyon için var olduğunu daha inandırıcı kılmayı amaçlamaktadır. Amerikalı karar alıcıların bu sürekliliğe atıfta bulunması iyi bir ideolojik silahtır. Çünkü bu tarihsel süreklilik vurgusu Amerikalı karar alıcılara büyük güç vermiş ve vermeye devam etmektedir.

ABD’yi bir arada tutan ve onu diğer ülkeler karşısında kendilerine göre üstün kıldığını gösteren kavramlar artık yapışkan görevini görememektedir. Kurgulanmış Amerikan Rüyası sona ermek üzeredir. Irkçılığın, adaletsizliğin, insana saygının olmadığı bir toplumun geleceği karanlıktır. ABD bu karanlığa doğru hızla yürümektedir.