Düşünce özgürlüğü için sokağa çıkanların, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, beraber partilediği insanlara karşı sırf kendisinden farklı düşünüyor diye, nasıl dışladığını en iyi bilenlerdenim.
Y kuşağının bir mensubu olarak o günleri görmedim sadece, yaşadım da. 22-23 yaşında yaşadığım o tecrübeyi; faşizmin kitaplarda öğretilenlerden ziyade pratikte çok farklı olduğunu anlamanın bilinciyle konuşuyorum bugün. Çünkü o gün Gezi’ye çıkanlar için faşizm, salt susma değil, konuşma zorunluluğuydu aynı zamanda.
Ve sadece benim için değil, hepimiz için. Hatırlıyorum da bana karşı arkadaş çevremden tepkilerin yükseldiği bir süreçti. Birçok arkadaşımla o günden beri konuşmuyorum. Düşünce özgürlüğü için sokağa çıkanların, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, beraber partilediği insanlara karşı sırf kendisinden farklı düşünüyor diye, nasıl dışladığını en iyi bilenlerdenim. Demokrasi sadece sandık değildi ama o sandık birçok hakkın, özgürlüğün ve temel hakların tek sigortası, tek meşru dayanağıydı. Olmazsa olmazdı.
GEZİ İDDİANAMESİNE DAİR
Önceki gün sonuçlanan Gezi davasının konuşulacak bir tarafı yok, işin açıkçası beni çok ilgilendiren bir gelişmede değil. İddianamedeki eksikliklerin, aksaklıkların daha sağlam bir temele oturtulması gerektiğini biliyorum. Zira bu Gezi’de yaşananların ciddiyetini de zedeliyor. Ki bir önceki davada müebbet istenirken, son davada beraat çıkmasının izahı da yok. Tutarsızlıklar bir kenarda dursun, kişilerin aklanması Gezi’yi aklamaz, hepimiz yaşadık ve gördük, mesele iki üç ağaç değildi anlayacağınız.
“Gezi’nin ilk üç günü” romantizmine hiç girmeyeceğim, sokakları terörize etmek için ortaya dökülen kitlesel gruplardan da bahsetmeye gerek yok, Ali İsmail Korkmaz’ı unutmadığım gibi hayatını kaybeden bir kamu görevlisini de unutmadım. Ölüleri yarıştırmak bile başlı başına bu ülkenin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri olsa gerek. Ve aslında Gezi, oraya çıkanların bu ülkede yaşayan diğer insanlarla eşit olmak istememe mücadelesi, “sınıfsal üstünlüklerini” dayatma kalkışmasıydı.
Çoğunluğun azınlığa tahakkümüne karşı çıktığımız gibi azınlığın çoğunluğa tahakkümüne karşı çıktığımızda anti demokratik mi oluyoruz? Kendini seçilmiş bir iktidarın üstünde gören bu imtiyaz nerden geliyor? Meşruiyetini nerden aldığı belli olmayan bir grubun üçüncü havalimanına, üçüncü köprüye karşı olmasını ve bunu şart koşmasını neye bağlayacağız? Oraya katılanlar onu istiyor diye edeceğimiz kabul, zorbalığın ta kendisi değil mi zaten? Ve faşizmde, sadece kabul etmekle, sessiz kalmakla başlamıyor zira, bir de onu uygulamak gerekiyor. Kendinden başkasını düşünmeyen, “benim dediğim olsun, ben modernim, okudum, biliyorum, güzel giyiniyorum, iyi restoranlarda yemek yiyorum, ben üstünüm” diyen bu kafanın hafızasındaki “mutlak doğru budur” anlayışına göre yaşamanın neresi özgürlük?
DİRENEN DEMOKRASİYDİ
Kusura bakmayın, orda direnen oraya çıkanlar değildi, tam tamına demokrasiydi, sandıktı. Dolmabahçe’yi basma isteğinin “barışçıl” bir gösteriyle alakası olmadığı gibi geçen açılan #GeziYargılanamaz hashtag’inin de anlayabileceğim bir tarafı yok. Ben şimdi kamuya ait camları indirip otobüsleri yaksam yargılanamayacak mıyım yani, sırf “kendimi diğerlerinden üstün görüyorum ve buna inanıyorum” diye herkesin karşısında eşit olduğu kanunlardan muaf mı tutulacağım? Nerden elde ediyorum bu hakkı, “modernist” olarak kabul ettiğim ama reelde gerici olan fikirlerimden mi?
Demokrasi sandıkta başlar, hak arama mücadelesinin başladığı yer de sandıktır, o sandık olmazsa ne demokrasiden, ne de özgürlüklerden bahsedilir, totalitarizm sandığın bittiği yerde başlar, sandığı ortadan kaldırma isteğinin, seçilmiş iktidarı yok saymanın tanımı demokrasi ve düşünce özgürlüğüyle açıklanamaz takdir edersiniz ki.
O nedenle evet kahrolsun “bağzı” şeyler, en başta birilerinin hayatı üzerinden kendi doğrularınca hesap yapmaya kalkan bu tarz faşist akıllar…