Batılıların İslam'a ve Müslümanlara önyargı ve düşmanlıkla baktıklarından çoğu zaman haklı olarak şikâyet ediyoruz. Batılı insanlar, yazarlar, aydınlar, akademisyenler İslam ve Müslümanlar üzerine hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek görmeden karalama ve peşin peşin mahkûm etme amaçlı değerlendirmeler yapıyorlar. Bu konuda insafı, vicdanı elden bırakmadan sırf doğruya ve gerçeğe ulaşma niyetiyle değerlendirme yapan Batılı yazar, aydın ve bilim adamları son derece istisna. İşte günümüzde bu müstesna şahsiyetlerden biri de iktisat ve siyaset bilimi alanında akademisyen olan Fransız düşünür Guy Sorman
Batılıların İslam’a ve Müslümanlara önyargı ve düşmanlıkla baktıklarından çoğu zaman haklı olarak şikâyet ediyoruz. Batılı insanlar, yazarlar, aydınlar, akademisyenler İslam ve Müslümanlar üzerine hiçbir inceleme ve araştırmaya gerek görmeden karalama ve peşin peşin mahkûm etme amaçlı değerlendirmeler yapıyorlar. Bu konuda insafı, vicdanı elden bırakmadan sırf doğruya ve gerçeğe ulaşma niyetiyle değerlendirme yapan Batılı yazar, aydın ve bilim adamları son derece istisna. İşte günümüzde bu müstesna şahsiyetlerden biri de iktisat ve siyaset bilimi alanında akademisyen olan Fransız düşünür Guy Sorman.
Guy Sorman birkaç yıl önce üst başlığı “Rifaa’nın Çocukları”, alt başlığı “Müslüman Modernler” olan hacimli bir kitap yazdı ve bu kitap Bilgi Üniversitesi tarafından çok başarılı bir şekilde Türkçeye çevirtildi. Hepsi birbirinden zengin içerikli sekiz bölümden oluşan kitap, bütün Müslüman aydınların, önderlerin, politikacıların sindire sindire okuması gereken; önyargıdan olabildiğince uzak analizler, yorumlar, bilgiler, belgelerle dolu. Kitabı okuyanlar hiç duraksamadan, “Demek ki İslamofobinin tavan yaptığı Avrupa’da hâlâ insaf ve vicdanı elden bırakmayan düşünürler var!” diyeceklerdir.
Adı üzerinden koca bir kitap yazılmış olan Rifaa’yı doğrusu bu kitabı okuyuncaya kadar hiç duymamıştım. Rifaa gibi Mısırlı ilim ve fikir damları olan Muhammed Abduh’u ve Reşit Rıza’yı, günümüzdeki Hasan Hanefi vb duymuşluğumuz vardı da Rifaa ile ilk defa bu kitapta karşılaşıyordum. Rifaa el-Tahtavî, Osmanlıların Mısır valisi Mehmet Ali Paşa (1769–1848) zamanında yaşamış; ünlü el-Ezher’de ilahiyat ve hukuk öğrenimi görmüş; farklı bilim ve din algısı nedeniyle Paşa’nın dikkatini çekmiş; Paşa tarafından Batı’nın bilim ve teknikte hızla ilerlemesinin sırlarını öğrenmesi için Fransa’ya gönderilmiş; orada altı yıl kalarak inceleme ve araştırmalar yapmış Mısırlı bir aydın.
Rifaa el-Tahtavî, Guy Sorman’ın “İslamcı” ve “Müslüman” diye iki kategoriye ayırdığı bilhassa mektep, medrese görmüş Müslümanların “Müslüman” kategorisinden. Guy Sorman, “İslamcı” diye köktenci, siyasal İslamcı, cihatçı eğilimdeki Müslümanları kastediyor. “Müslüman” olarak nitelendirdiği kesim ise samimi dindar olmakla beraber yaşanılan çağın, içinde bulunulan konjonktürün gereklerini göz ardı etmeyen; dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen; modern, demokrat, özgürlükçü eğilimdeki Müslümanlar. Rifaa, yazarın gözünde ikinci kategorideki Müslümanların sembolü. İslam dünyasının demokrasiye kavuşması, yoksulluğu yenmesi, çağı yakalaması için Müslüman ülkelerin yönetimine bu gruptaki Müslümanların egemen olması da yazara göre önemli şartlardan biri. “Çünkü Müslüman halkların yoksulluk ve mutsuzluğuna çözüm üretebilecek, refah sağlayabilecek ehliyet ve potansiyele sadece bunlar sahip. Sadece biraz sabra ve zamana ihtiyaçları var.” diyor Sorman.
“Rifaa’nın Çocukları”, İslam’a ve Müslümanlara bakışında Batılı insanın, aydının, politikacının ezberini bozan bir rolü üstleniyor. Batılıların uzun zamandır iman hâline getirdiği İslam=fanatizm/şiddet/ilkellik denklemini bozguna uğratıyor. Yazarın bu ölçüde objektif, kapsamlı, Batılı insanın kafa konforunu alt üst eden bir eser vücuda getirebilmesinin sırrı, önyargılardan tamamen arınmış olması; insaf ve vicdan terazisini çok dikkatle kullanması; Müslümanları suçlamadan, dışlamadan önce anlama çabasını öne çıkarmasıdır. İslam’a ve onun mensuplarına Batılı yazar ve araştırmacılarda rastlanmayan bir empatiyle yaklaşmasıdır. Yaptığı inceleme ve analizlerin sadece gerçeği ortaya çıkarmaya kilitlenmiş olmasıdır.
İslam dünyası neden geri? Yüz yıllardır çağı bir türlü yakalayamamak, yoksulluk niçin Müslümanların kaderi olmuş? Cevabı aranan önemli sorular bunlar. İslam dünyasında bazı çevrelerin, Batılıların da ezici çoğunluğunun bu soruya verdiği cevap hazır bir reçete gibi daima bellidir: Din, daha açık adıyla İslam.
Guy Sorman, İslam’a yöneltilen eleştiri ve suçlamalara, belgelere dayanan susturucu karşılıklar veriyor. Geri kalmışlıkla, yoksullukla, cehaletle ilgili olarak içten ve dıştan İslam’a yöneltilmiş karalamalara karşı bu dini aklamak için sanki mensuplarından biriymiş gibi ciddi bir çaba gösteriyor. İslam’ın bir din olarak geri kalma nedeni olamayacağını, başka dinler için de bunun söylenebileceğini öne sürüyor. Geriliğin şu veya bu dinden değil; politik, ekonomik ve toplumsal düzenden kaynaklandığını; bilhassa despot yönetimlerin hiçbir ülkede ekonomik gelişmeye, toplumsal kalkınmaya imza atamadığını; İslam ülkelerinin çoğunun da bu anlamda yönetimlere sahip olduğunu belirtiyor. Ayrıca İslam’dan kaynaklandığı sanılan bazı çağ dışı uygulamaların; ataerkil kültürün, geleneklerin, yaşanılan coğrafyanın bir ürünü olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre bugünün bazı İslam ülkelerinde yürürlükte olan kişisel ve toplumsal hayatla, kadının statüsüyle ilgili birtakım yasak ve kısıtlamaların dinsel dayanağı bulunmamaktadır. Suudi Arabistan’da kadınlara konulan otomobil kullanma yasağı, bu anlamda yasaklara bir örnektir.
“İslamiyet her şeyden önce kapitalizme Hristiyanlıktan çok daha elverişlidir. Peygamber (Hz. Muhammed) büyük tüccardı ve girişimci bir kadının eşiydi. İsa, Buda ve Konfüçyüs için aynı şey söylenemez. İslam diğer dinlerden farklı olarak dünya nimetlerinden el etek çekmeyi onaylamıyor. Zenginliği kutsuyor.” (s.86).
“İslam ile demokrasi bağdaşabilir. Müslüman halkların gözünde İslam ile demokrasinin uyumu ve uzlaşması; İslam’ın despotizmle, herhangi bir radikalizmle uzlaşmasından daha kolaydır.” (Önsöz, s.XIV)
Guy Sorman, kitabını hazırlarken İslam dünyasının belli başlı bütün ülkelerini dolaşmış. Bu ülkelerin toplumsal, ekonomik, politik problemlerini yerinde gözlemiş; ayırım yapmadan her türlü ideolojik akımın temsilcileriyle görüşmüş. Gerçeklere ulaşabilmek için birtakım sıkıntılara katlanmış, bazı riskleri göze almış. Anlayacağınız elimizdeki hacimli kitap, fildişi kuleden etrafı seyrederken yazılmış bir eser değil. Fas’tan Endonezya’ya, Türkiye’den Suudi Arabistan’a gittiği, gördüğü her Müslüman ülke ile ilgili bilmediğimiz birçok şeyi hayret ve hayranlıkla bu kitaptan öğrenebiliyoruz. Bazı Müslüman okuyucuların yazara, “Biz İslam’la ve İslam dünyası ile ilgili birçok şeyi sizin kitabınızdan öğrendik” demeleri nedensiz değil!