İnsan ve sanat konusu aynı zamanda medeniyete işaret eder. İnsan yaşadığı ortamda, toplumu güzelleştirme, temiz ve nezih tutma, estetik anlamlar katma gibi hususlar arar.
Ruhun ölümsüzlüğü, yaratma faaliyetinin sırlarını keşfetmek için insana tefekkürün yollarını
gösterir. Sanat, duygularımızla kavrayabildiğimizin ötesine süzülme ameliyesidir. Madde ile
metafizik arasındaki insicamı kurabilmektir. Müslümanın hayatındaki anlam ve güzellik iki
dünya dengesini bozmamaktır. Temizliği, güzelliği, seçkinliği, estetiği merkeze alır
Müslüman insan. Eşyaya, yaratılmış olan ne varsa hepsine güzel bakar, güzel görür ve güzel
tefekkür eder. Çünkü bir hadisi şerifte, “Müminin ferasetinden korkun, o Allah'ın nuruyla
bakar” buyruluyor. Feraset; sezme, idrak etme, kavrama, bilme, keşfetme ameliyesidir.
Kuran ve sünnet, insana güzel olana davet eder. Güzellikler içinde olunmasını ister. Zaten
insan yaratılışı itibariyle güzele karşı meyli söz konusudur. Her insan güzeli, güle olan
tutkuyu, gül yüzlü çocukları, gül kokulu ortamları ve güzellikleri sever ve beğenir. İslam,
yaratılışı tefekkür etmemizi ister. İnsanın, yerlerin, göklerin kat kat yaratılışı, arzın ve
içindekilerin durumlarının tefekkürü, insanı daha seçkin olduğunu hatırlaması için teşvik
edilir. Kalem suresiyle, kalem sahipleri mercek altına alınırken, kalemin ürettikleri üzerinde
de şahit olduğumuzu idrak ederiz. Her yazılanın, her resmedilenin, her kitabın gün gelir
hesabının çetin olduğu da kalbimizde durur. Bir yanda hat, ebru ve tezhip, diğer yanda resim,
musiki ve minyatür gibi bedii sanatların geliştiğini dolayısıyla sanat ve edebiyatın, şiir ve
musikinin birbiriyle el ele olduğunu, insanı etkileyerek gönüllere tohumlar ektiğini
söyleyebiliriz. İnsan, din, dil, sanat ilişkisi varoluşumuzla birlikte tezahür etmiştir. İnsanın
yaratılış evreleri, idrak edenler için en büyük sanatkârlık örneğidir. Büyük sanatkârın gücü
önünde boyun bükmek, rükuya eğilmek, secdeye kapanmak gereklidir. Fıtrat dini olan İslam,
insanın asli hüviyetine bağlı kalmasını teşvik eder. Fıtrat üzere olmasını ister. Bütün
eylemlerin dolaşıp varacağı son nokta, fıtrata uygun olup olmadığıdır. Âlemin sırrını idrak
yolunda âdemoğlu çaba harcamalıdır. İlahi olana âşık olmaktır ödevimiz. Hayatın, dolayısıyla
sanatın ödevi budur.
Sanat, insanların günlük hayatlarında gördükleri, duydukları ve hissettiklerinden yola çıkarak
tasavvurlarının estetik bir heyecan oluşturmasıdır. Sanat, gelişigüzel bir heyecan değildir.
Fantezi, hayallerin kurgusu ya da zekâ oyunu olarak görülmemelidir. İnsan eliyle üretilen el
sanatlarından bedii sanatların her biri için olmazsa olmazı, yapılan işin bir planlamasının,
tasarımının, düzeninin, ahenginin, üslubunun ve disiplininin olması icap eder. Yapılan her işte
maddenin varlığı gözlemlenirken, madde ötesinin de mutlak surette karıştığ
bilinmelidir. Madde, metafizik olmadan varlık gösteremez. Akıl dediğimiz lütuf, kâinatta
olan biteni tahlil etme fırsatı verir. Sanat, salt aklın üretimi değildir. Elbette ki ruhun
müdahalesi söz konusudur. Denilebilir ki ruh, nasıl müdahale edebilir? Bedenimizin ana
kumanda masasında oturan ruhtur. O olmadan bedenimizin bir şey yapabilme, hareket
edebilme imkânı yoktur. Ruh yoksa beden ölü demektir. Dolayısıyla ruhun müdahalesi
tefekkürümüzün, eylemlerimizin, seçtiklerimizin, güzelliklerimizin içindedir. Bütün
eylemlerimizle ruhumuzu ya iyileştirir ya da zafiyete uğratırız. Asıl olan ruhu ebedi
yurdundaki asalete yeniden kavuşturmaktır. Sanatla uğraşan insanlar, dedikodu yapmaz. Fitne
fesat çıkarmaz. Yaptıkları işin gereği olarak naif, ince, latif, ruhani, nurani bir hal üzere
tezekkür halindedirler. Nezaket sahibidirler. Sanatlarını icra ederken sınırsız estetiğin
şualarında dolaşırlar.
İnsan seçilmiştir. Seçilmişliğini asla unutmamalıdır. Mevcudatın yöneticisi olarak, vahiyle
aydınlatıldığı, peygamberler gönderildiği, kitaplarla iltifat edildiği, her şeyin sahibinin Allah
olduğu idrak ettirildiği, akılla donatıldığı ve diriliş gününe iman ettirildiği için insanı
kâmildir, eşrefi mahlûktur. İşte din, hayatın bütününü sarıp sarmalar. Sanat, şiir, edebiyat ve
musikide dinden bağımsız değildir. Gerektiğince nasibini almaktadır. Halkları Müslüman olan
cemiyetlerde bedii sanatlar; usta çırak ilişkisiyle gelişmiş, elden ele el verilmek suretiyle ya
da icazet ile günümüzde de geleneği devam ettirilmektedir. Asırlar boyu kültürel mirasımızın
en önemli belgeleri haline gelen güzel sanatlar, Medeniyetimizin yüz akı olmuştur. Usta-çırak
ilişkisinde yalnızca sanat öğretilmez. Hayatın bütününe sirayet eden hayat anlayışı ahlak
olarak da verilir. Ustanın hal durumu, talebelerin durumuyla cemiyette anlam kazanır. Bir
yandan sanat öğretimi devam ederken diğer yandan dini bilgilerin ve uygulamalarının
vazgeçilmezliği hayat ölçüsü olarak talebeye yedirilmiş olur. Günümüz eğitimindeki en büyük
boşluk burasıdır. Muallimin yani öğretmenin dersini yaşaması icap eder ki o ders talebede
karşılığını bulsun. Her eylemin böylesi bir yönü söz konusudur. Kültürel dünyamız elbette ki
ilişki kurduğu, bir şekilde komşuluk yaptığı dillerden, dinlerden, kültürlerden ve
geleneklerden de kendine düşen nasibi alır. Her kültür için bu durum böyledir. Buna sebeptir
ki inişlerin ve çıkışların olması doğanın bize verdikleriyle de ilintilidir. Nasıl ki araziler inişli
ve çıkışlı ise, yeri geldiğinde uçurumlarla, tepelerle, dağlarla, dümdüz vadilerle örtülü ise
hayatın akışı da böyledir. Müslim’de geçen bir hadisi şerifte ne güzel ifade ediliyor: “Allah
güzeldir, güzeli sever”. Sanat güzelliktir. Güzelliğin keşfidir. İnsanın kendini güzelleştirmesi
fıtratını bozmamasına bağlı olduğuna göre, icra ettiği her ne varsa hepsinde bu fıtri olanı takip
etmek vardır. Yani fıtrata aykırı olanlardan uzak durulması, terk edilmesi icap eder. Günaha
sürükleyen, dedikoduya fırsat veren, ibadetlerden alıkoyan, zikirden ve tefekkürden
uzaklaştıran, cimriliği ve hasetliği doğuran hususlardan kaçılmalıdır. Sanat icracıları,
hakikatin izini takip etmeleri elzemdir. Hakikat vahiydir. Vahyin ışığından beslenen
uygarlığımız ve kalem sahipleri bu ışıktan feyz alarak topluma hizmet etmelidirler. Müslüman
insanın hayat kitabı Kuranı Kerimdir. Kerim olan kitabımızın ve Resulullah'ın sünnetinin
gösterdiği yol yolumuzdur. Uygulamaları da bizlere bıraktığı emanetidir. İnsan, ancak bu
yolla kemale erer. Hayatın bütün unsurlarını vahiyle aydınlatmaya mecburuz. Sanat, edebiyat,
şiir, roman, hikâye, müzik ve dahi her bir şey bu ölçüde kıymet kazanır. Aksi düşünülemez.
Sanat insanı, sırata götürüyorsa anlam kazanır. Erdemli kılıyorsa kıymetlidir. Ahlaki unsurları
dinin hükümleriyle şekilleniyor, estetik değerler kazandırıyorsa vazgeçilmezimizdir.
Doğruluk, güzellik, erdemlilik, ahlaklı oluş, adalet, hakka riayet, hayrı teşvik, kötülükten
sakınma hayatı yaşarken anlaşılır.
Bakınız her şeyin bir sonu vardır. Her şeyin bir hesabı vardır. Dünya kameralarının takibinden
insan korkup ürküyor da Allah’ın fasılasız ömrü takip ettiriyor olmasını unutuyor. Oysa
melekler uyumaksızın kameralara hayatımızı çekmeye devam ediyor. Öyleyse sormalı;
gününü nasıl yaşıyorsun? Kimlerle ahbaplık ediyorsun? Alışverişinde helale, harama dikkat
ediyor musun? Günde beş vakit namazını kıldığın gibi –ki kılmalısın- gece uykunu bölerek
teheccüde kalkıyor musun? Herkes uykudayken yakın uzak demeden, ev halkından
komşularına, mazlum milletlerde olan bitene, Kudüs'te, Filistin’de, Gazze’de, Türkistan'da
yapılan zulümlere, terör belalarına karşı, ansızın çıkıp gelen felaketlere karşı secdede dualar
ediyor musun? Sanat, insana bunları yaptırıyorsa sanattır. İnsanın yüreğini kanatıyorsa sanattır.