İnsan ve devlet ilişkisini doğru tahlil etmeden gelecek stratejisi üretemezsiniz. Toplumun yapısı bilinmeden yönetme biçimi de belirlenemez.
Bireyden topluma değerler manzumesi, dinden dile doğru evrilerek bir kültür anlayışı oluşturur. Yaşayış biçimi; ilimden tekniğe, hikmetten irfana düşünce, sanat, edebiyat, musiki ve toplumun kaynaşmasını sağlayan unsurlarla oluşur. Yaratılış itibariyle her insan eşit haklara ve özgürlüklere sahiptir. Özgürlüklerin sınırı, diğer insanın özgürlük alanı çerçevesinde anlam kazanır. Böylece kul hakkı en büyük belirleyicidir. Kulluğun idrakiyle oluşan çalışma alanları, insan haklarına saygıyı, adaletin tesisini, vicdani sorumlulukları ve mülk edinme usullerini de belirler.
İnsan olduğu için aile ve cemiyet vardır, dolayısıyla devlet oluşmuştur.
Haklar, planlamalar bu çerçevede ele alınmalıdır. Doğuştan verilmiş olan
haklar, yaratıcının hiçbir ferdi ayırmaksızın verdiği haklardır. Kimsenin
kimseye bu hakları ihlal etmesi hak olarak verilmemiştir. Kendi kültürel
köklerimiz üzerinden meselelere bakmak doğru sonuçlar verir. Kültürü oluşturan
ana unsur, dil, din, iş ve aş birliğidir. Yusuf Has Hacip “Kutatgu Bilig”
de devletin arzu edilen bir devlet olabilmesi için şu dört unsuru öne çıkartır:
“Akıl, adalet, doğruluk ve adil yasalar”. Devlet Başkanında ise:
“Devlet adamı cesur, bilge ve akıllı, erdemli, dürüst, adil olmalı asla
zalim olmamalı” diye açıklar. Halkın devlet başkanını sevmesi için ise:
“Güler yüzlü, tatlı sözlü, yumuşak huylu” olmalı diye ekler.
Fertlerin vahiyle olan temasıyla inanç, itikat ve imanın kötülüklerden,
ahlaksızlıklardan alıkoyması gerektiğini vurgular. Bireylerin ilim ve irfan
yolculuğu; devletin yolunu, yöntemini ve yönetimini de belirlemiş olur.
Müslümanların devlet anlayışı vahiyle başlamış Mekke’den Medine’ye hicretle
hayata geçirilmiştir. Adım adım devlet teşekkülü bir yandan tevhidi beraberliği
sağlarken, hak ve hukukun, yol ve yöntemin kurallarını da belirlemiştir. Darul
Erkam’dan başlayan tebliğ, öğreti ve sohbet yolunun Ashab-Suffe’yle
ilim, irfan ve hikmete evrilerek devam ettiğini ve hayatın bütününü
kucakladığını görmekteyiz. Devlet, bir yandan dayanışmayı, sosyal cemiyet
hayatını ve haklarını diğer yandan siyasi, sosyal ve ekonomik hareketliliği
sağlayarak evrensel bir örgütlenmeyle insanlığa gösterilmiştir. Biz buna siyasi
bir güç oluşması da diyebiliriz.
Darul Erkam (Erkam bin Ebil Erkam): Peygamberimiz Hz. Muhammed (as) Mekke'de ilk
Müslümanlarla bir araya gelip, gelen vahiyleri aktardığı, onlarla sohbet
ettiği, İslam ve iman esaslarını anlattığı evdir. Mekke'ye gelen gidenlerin
rahat görülebileceği bir evdir. Müşriklere karşı tedbirlerin alındığı ve
kararların verildiği yerdir. İlk Meclis, ilk karargâhtır. Mekke müşriklerinin
toplandığı yerin adı ise Darun Nedve’dir.
Ashabı Suffe: Medine-i Münevvere’de Mescid-i Nebinin yanıbaşında ev ve ailesi olmayan
fakirlerin kaldığı, üzeri hurma dallarıyla örtülü, çevresi açık olan mekânın
adıdır. Buhari’de şöyle zikrediliyor: “Suffe Ehli, İslâm misâfirleriydi.
Onların ne sığınacak bir âileleri ne malları ne de bir kimseleri vardı. Bir
sadaka geldiğinde Peygamber Efendimiz onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey
almazdı. Şâyet gelen bir hediye ise kendisi ondan bir parça alır ve kalanını
yine Ashâb-ı Suffe’ye gönderirdi. Böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı”. Ehli
Suffe, Peygamberimizin sohbetlerine en çok devam edenlerden ve en yakın
kimselerdi. Mescide bitişik olduğu için sürekli oradaydılar. Hızlandırılmış, en
yüksek dini ve dünyevi eğitimden geçiriliyorlardı. Muallimleri; Peygamber
(as), Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit gibi
âlim sahâbîlerden oluşuyordu. En çok hadis rivayet eden sahabe-i kiram
efendilerimiz onların arasından çıkmıştı. Ebu Hureyre onlardan
yalnızca biriydi. Bu durum Buhari’de şöyle aktarıyor: “İnsanlar, “Ebû
Hüreyre çok hadis naklediyor” diye şaşırıyorlar... Muhâcir kardeşlerimiz
çarşıda, pazarda ticaretle; Ensar kardeşlerimiz tarlada, bahçede ziraatle
meşgul iken, Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Allah'ın Rasülü’nün yanında bulunuyor,
onların şahit olmadığı nice şeylere şahit oluyor, ezberleyemediklerini
ezberliyordu.” İlk muallimler, tebliğciler bunlardan seçilmişti.
Farabi'ye göre “siyaset; bilim, sanat ve bilgeliktir”.
İnsanın yaratılış gereği tek başına yaşayamayacağını, bu nedenle aileden
cemiyete ve devlete doğru adımlar atabilecek bir akla, tefekküre sahip olduğunu
düşünür. İnsan, hem kendisi, ailesi ve çevresiyle, hem de toplum hayatını
örgüleyebilecek, planlayıp ihtiyaçlarını görebilecek yeteneklere sahiptir.
İhtiyaçlar onun çabasını, bulgucu yönünü, ilim ve bilime olan tutkusunu
artırır. Böylece cemiyetin yönetimine ihtiyaç duyar. Devlet, böylesi bir
çabalayışın tezahürüdür. Aile düzeni nasıl küçük bir devleti andırıyorsa devlet
düzeni de kâinatın düzenine benzer. Zahirde mevcut bulunan her şeyin kendi
içinde bir tasnifi, akışkanlığı, mevsimlerin geçişleri ve oluşturdukları
atmosferler tamamen devletin teşekkülünü öğretir bize. Böylelikle siyasi bir
tavrın, düşüncenin, hareketliliğin olmasını zorunlu kılar. İnsan fıtratına
uygun fertler aileleri, aileler cemiyetleri ve cemiyetler de devleti oluşturur.
Fertlerdeki haller yani ahlak, adalet, ölçü, eşitlik, hak gibi kavramlar
genelin hayrına planlamayı gerekli kılar. Bu da bizlere devlet sisteminin; bir
inanca, bir dile, bir kültüre bir coğrafya ve tarihe ihtiyacımız olduğunu
gösterir. Erdemli-Faziletli devlet anlamına gelen “el-Medinetü'l Fazıla”
böylelikle oluşmuş olur. Erdemli devletin reisine de “er-Reisül Fazıla”
yani Erdemli Başkan adı verilir. Farabi, “Medinetül Fazıla, es-Siyasetü'l
Medeniyye” gibi eserleriyle devlet konusunda ışık tutmuştur. Şunu ifade
etmekte yarar vardır; Orhun Kitabeleri, Farabi’den önce kaleme
alınmıştır. Devlet meselesine dikkatlerimizi çeken eserse Kutadgu Bilig’tir ve
Farabi’nin eserlerinden sonra yazılmıştır. “İl” ve “el” Orhon
Kitabelerinde geçmektedir. “Devlet” anlamında kullanıldığı kabul
görüyor. “İl-el” (devlet-millet-halk) erdemli olursa başkan da
başkanlığı da erdemli olacaktır. “İl-el” erdemsiz olursa başkan da
başkanlığı da niteliksiz olacaktır. Devlet, tek aklın yönetimi değildir.
İstişareler sonucunda ortak akılların aldığı kararlarla yönetiliyor. Oysa kanun
koyucu olan Allah’tır mutlak güç ve kudret sahibi olan odur. Onun koyduğu
kanunlara günümüz dünyasında “şeriat” deniliyor. Yasa koyucu odur. Hüküm
sahibi odur. Devleti yöneten irade, ortak akılla konulmuş hükümlerin yerine
getirilip getirilmediğini, uyulup uyulmadığını tanzim eder. Hak ile batılı, iyi
ile kötüyü, hayırlı ile hayırsızı, masum olanla suçlu olanı ayırma ödevi
devleti yönetenlere bırakılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli
unsur, adalet unsurudur. Kul hakkıdır. Bir kulun diğer kulun hakkını çiğneme,
işgal etme, hakkına girme yolları kapatılır. Eşitlik ilkesi her fert için
geçerlidir.
Rad suresi 11.ayeti kerimede: “Bir kavim kendini bozmadıkça Allah
onları bozmaz” buyruluyor. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud’ta
geçen bir hadisi şerifte ise: “Fitne
zamanında yürüyen koşandan, duran yürüyenden, oturan ayakta dikilenden, yatan
oturandan, uyuyan yatandan daha hayırlıdır” buyruluyor. Fert yani aile
bireyleri doğru, ahlaklı, adaletli, hakşinas, erdemli olursa devleti
yönetenlerin de öyle olacağı muhakkaktır. Bir topluluk kendini bozmadıkça Allah
cc. o topluluğu bozmayacağını haber veriyor. Eğer toplumda yanlışlıklar varsa,
kusurlar varsa, suçlar işleniyorsa, alavere dalavereler varsa, yalan dolan,
haksızlık ediliyor, haksız kazançlara göz yumuluyor, helal ve harama dikkat
edilmiyorsa her fert kendini gözden geçirip düzeltmedikçe Allah o toplumu
düzeltmez. Biz tövbe eder, pişman olur, helallik alırsak, yönümüzü hakka,
iyiliğe ve adalete, güzel ahlaklı olmaya, dinden taviz vermemeye yönelirsek
Allah cc. bizi daha iyilerine ulaştırır.