Geçtiğimiz günlerde Orta Avrupa'da iki önemli seçim yapıldı UNESCO… ve Avusturya …
Geçtiğimiz günlerde Orta Avrupa’da iki önemli seçim yapıldı UNESCO… ve Avusturya …
Birincisi : Kurucuları arasında Türkiye’nin de olduğu 16 Kasım 1945 tarihinde A.B.D. öncülüğünde kurulan ve Birleşmiş Milletler Örgütü’nün yan kuruluşu olmasına rağmen daha demokratik işleyiş sistemine sahip ve bugüne kadar işlevlerini başarıyla yerine getirmiş olan “Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü “ UNESCO Genel Direktör seçimi.
Eski Fransa Kültür Bakanı ve Musevi-Fas kökenli Audrey Azoulay 13 Ekim’de Fransa’nın temsilcisi olarak birçok Arap adaya karşı UNESCO Genel Direktörü seçildi. Babası Fas Kralının çok saygı duyulan başdanışmanı olan ve Kültür Bakanlığı sırasında Fransa’da epey başarılı olduğu belirtilen Azoulay’ı tebrik ediyoruz. Zor fakat en nihayet bir seçimdi işte. Asıl ilginç olanı bu seçimden kısa süre önce; aynı Paris İklim Örgütü’nden çekilmesinin benzeri ABD’nin kuruluşuna önayak olduğu bu örgütten de, resmi açıklamasına göre “İsrail karşıtlığı” ve “ Yapısal Reformlar” gerekçeleriyle çekilmesi ve takiben İsrail’in de ayrılma kararları oldu. Zaten 2011 yılında Filistin’in örgüte oy çokluğuyla üye kabul edilmesinin ardından, ABD’nin taahhüdü gereği örgüt bütçesine yıllık yüzde 22 oranındaki katkı payı yükümlülüğünden bundan böyle vaz geçtiği açıklamasını ve İsrail’in ise geçen yıl güney Kudüs’teki İbranicede Hebron olarak adlandırılan “El Halil”in dünya kültür mirasına örgütçe kabulüne şiddetle karşı çıktığını ibretle izlemiş idik. Kuruluşundan bugüne herhalde Birleşmiş Milletler ana kuruluşundan, dünya toplumlarına daha faydalı olmuş olan bu örgütün çalışmalarının bu çekilmeler nedeniyle belki başta zorlanacağını fakat işlevlerini eksiksiz yürütebileceğini düşünüyor ve temenni ediyorum. Asıl önemli olan bu gelişmelerin gelecekte toplumlararası özlenen barışa olabilecek katkılarıdır.
Hiçbir barışın sonsuza değin sabit kalamayacağı gibi hiçbir çatışmada sonsuza değin süremez. 15 Mayıs 1948’de Büyük Britanya Mandat yönetiminin azınlık Musevi topluma iktidarı devrederek çekilmesinden beri artarak süregelen Filistin halkı üzerindeki baskı ve tabi ki çatışma bütün trajediye rağmen sürmekte ve sonuçta bu toprakların sahiplerinin tebaaya dönüştürülemediğini ve tamamen de imhalarının mümkün olamayacağını artık anlamayan kalmadı. Önemli çatışma alanında 239 yıllık varlığı süresince 222 kez harp etmiş olan, her ne kadar iyi his ve niyetlere sahip olduğunu beyan etse dahi ABD’den ve benzerlerinden barışa büyük katkı beklemek yerine önce çatışmaya konu toplumların akil görüşlere önem vererek tekrar düşünmeleri huzura yaklaşmak için daha verimli olabilir. Herhalde bugün, serbest Filistin’i, her bireyin eşit olacağı ortamı en çok İsrail’de olduğu gibi aynı zamanda Avrupa ve Amerika’da yerleşik Musevi toplumunun da özde arzuladığı yadsınamaz bir gerçektir. Bir anlamda Endülüs kökenli yeni genel direktör döneminde, ilk dönem Arap yarımadasında başlayan, Müslüman ve Musevi felsefe erbapları arasındaki felsefi yaklaşımın, yüzyıllarca sonra Endülüs’te İbn Rüşti ve Musa İbn Meymun (Maimonide ) arasındaki diyaloğa nasıl eriştiğinin hatırlanarak, neticelerinin değerlendirip faydalanılarak ulaşılabilecek zeminin ızdırabın sonlandırılması için başlangıç olmasını ümit ediyoruz.