Bugün öncelikle bu hafta içinde gerçekleşen iki ölümden bahsedip İzmir zaferimizi yad edeceğim.

Bugün öncelikle bu hafta içinde gerçekleşen iki ölümden bahsedip İzmir zaferimizi yad edeceğim. Sonra da Avrupa’nın hâl-i pür melâlini anlatacağım.

ÖMER TUĞRUL İNANÇER

Wikipedia’da şöyle yazmışlar: “Ömer Tuğrul İnançer (d. 1946, Bursa), Türk avukat, mutasavvıf ve müzisyen. İstanbul Üniversitesi'nin hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra 1991'e kadar hukuk müşavirliği yaptı. 1991 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu'nun genel müdürlüğüne atanan Ömer Tuğrul İnançer, Türk Tasavvuf Musikisini Koruma ve Yayma Cemiyeti'nin de yöneticisidir. 733. - 736. frekansta TRT'nin Vuslat Yıldönümü'nde Mevlevi ayininde sunuculuk ve yorumculuk yapmıştır. 1999'dan beri İstanbul Cerrahi Tarikatı'nın postnişinliğiniya pmaktadır.”

Dervişlerinin hitabıyla “Ömer Baba”, babam ve benim çevremden duyduğum şekliyle “Tuğrul Hoca” 4 Eylül’de Hakk’a yürüdü. Tarikat meşrebince “Ehl-i Beyt taraftarı”, şahsi özellikleriyle “izzetli ve celalli”, Muzaffer Baba ve Safer Baba’nın Halifesi, Osmanlı medeniyetinin günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri, Orhan ve Murad Gazilerin, Emir Sultan ve Geyikli Baba’nın Bursalı hemşerisi, hep gidip sohbet etmek istediğim, her daim orada olacakmış diye düşünüp ertelediğim “ince Müslüman”... Bu köşede onun ismini vermeden bir sözünü alıntılamıştım, bir “Allah dostunun” sözü diye:

“Müslüman ince insandır, derviş ince Müslüman!”

Mekânın Cennet, makamın âli, ruhun şâd olsun Ömer Baba!

KRALİÇE II. ELİZABETH

Ömer Baba gibi hiç öleceği aklıma gelmeyen insanlardan biri de Kraliçe II. Elzsabeth de vefat etti. Kraliçe İngiltere’nin en uzun süre saltanat süren Hükümdarıydı, dile kolay 70 yıl. Çökmüş bir imparatorluğu yumuşak bir şekilde dağıtan ama dağılan parçaları da ipekten bağlarla tekrar bir araya getiren, küreselleşme ve teknolojik gelişmelerle hızla artan toplumsal değişime rağmen İngiltere’nin geleneği, tarihi ve milli değerlerini yaşatmaya çalışan, Churchill’den Truss’a on beş Başbakan atayan ve Yirmi Birinci yüzyılda demokrasi ve monarşinin nasıl birlikte yürütülmesi gerektiğinin en güzel örneğini oluşturan bir Hükümdar’dı. Dünya’da (özellikle Avrupa’da) hâlâ daha birçok kraliçe olmasına rağmen Kraliçe denince akla gelen tek isimdi. Toprağı bol olsun.

09 EYLÜL BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Ben film seyrederken öyle kolay kolay ağlamam. Geçen gün kızım söyleyince idrak ettim. Dedi ki: “Baba sen hep Türk askerlerinin savaş sahnelerinde duygulanıp ağlıyorsun!” Doğrudur, bugün bile Malazgirt Savaşı, İstanbul’un Fethi, Balkan ve 93 Harpleri, Çanakkale Muharebeleri, Sakarya ve Başkumandan Meydan Muharebeleri deyince (Not: Başkomutanlık değil, Başkumandan… Bu düzeltmeyi ben yapmıyorum, bundan 60 yıl önce Fahrettin Altay Paşa yapmıştı, DMD.) boğazıma bir düğüm düğümlenir. 09 Eylül’de Başkumandan Meydan Muhaberesi hezimetinden kaçan Yunan palikaryalarını takiben şehre giren Fahrettin Altay Paşa’nın süvari birlikleri Hükümet konağına Türk Bayrağını çekmişlerdi. Büyük dedelerime nispetle Kuvvacı torunu olarak ben, değil filmini seyretmek veya kitabını okumak, ne zaman İstiklâl Harbini düşünecek olsam gözlerim yaşarır, boğazım düğümlenir. Allah başta Türklerin Mareşali ve Başbuğu Gazi Paşa Hazretleri olmak üzere, komutanından erine bütün İstiklâl Harbi gazi ve şehitlerine rahmet eylesin. Mekânları Cennet ruhları şâd olsun.

***

AVRUPA’NIN HÂL-İ PÜR MELÂLİ

Bizim ülkemizde siyasetçi esnafı ve medya bezirgânlarının gerçekleri işine geldikleri gibi bire bin katarak anlatması artık vakâ-yı âdiyeden sayılır hale geldi. Bu bağlamda iktidar taraftarı gazeteciler “Avrupa’da büyük bir ekonomik kriz içinde olduğunu, insanların ekmek bulamadığını, yatıp kalkıp Hükümete şükretmemiz gerektiğini” söylerken, muhalif gazeteciler de “Avrupa medeniyetinin bir güneş gibi parladığını, Avrupalıların özgürlük ve zenginlik içinde yaşadığını, bütün Avrupalıların mesut ve bahtiyar olduklarını” söylemektedirler. Ne Avrupa batmaktadır ne Avrupalıların çok özgür ve zengin oldukları iddia edilebilir, ne de gerçekten bir bütünleşmiş Avrupa var olduğu söylenebilir. Gerçekte birbirinden çok farklı gelişmişlik seviyesinde ülkelerin ilk önce İkinci Cihan Harbi, daha sonra Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte Amerikan zoruyla bir araya getirildikleri suni, problem ve çelişkili ve yamalı bohça gibi bir bölgeden bahsedebiliriz. Bunun üzerine, özellikle kapitalizmin halen içinde bulunduğumuz krizine karşı bir tez üretemeyen, sanatsal ve bilimsel üretkenliği zayıflamış, demokrasisi her geçen gün popülizme kayan ve sömürgeci babalarının mirası serveti yavaş yavaş tüketen bir sosyolojiyi de eklerseniz bugünkü Avrupa’yla karşı karşıya kalırsınız.

“Aman Hocam! Siz de başlamayın şimdi, yandaşlar gibi: Adamlar da en yüksek enflasyon yüzde 25, bizde yüzde 80! İşsizlik en yüksek yüzde 10, bizde yüzde 12! Adamların bir Avro’su 18 TL! Nasıl böyle bir şey dersiniz?” Burada Hükümetin uyguladığı ekonomi politikasını defalarca eleştirdim. Türkiye’nin hangi tarihi süreçlerde Cihan İmparatorluğu’ndan ekonomik bağımlılığa döndüğünü anlatmaya çalıştım. Sıradan bir Avrupalı’nın sıradan bir Türk’ten daha yüksek refah şartlarında yaşadığı aşikârdır. Ancak burada anlatmak istediğim Avrupa’nın artık hayatiyetini kaybettiği ve Amerikan emperyalizminin bir maşası haline dönüştüğüdür. Bizde çok bilmiş liberal-sol (o da ne demekse, DMD) aydınların hep gözümüzün içine soktuğu medeniyet ve demokrasi ölçütlerinin nasıl bir kâğıttan kule olduğunu anlatmak istiyorum. Özetle genel olarak bir Avrupalı kimliği oluşmamıştır; Avrupa Birliği hedeflendiği gibi bir ekonomik birlik olamamıştır ve bunun sonucu da ülkeler arası ve ülke içi gelir dağılımı adaletinin bozulmasıdır; üçüncü olarak da Avrupa Birliği ülkeleri yetersiz liderler, çözüm üretemeyen siyasi sistemler ve stratejik bakış eksikliği sebepleriyle dış politikada kendi menfaatleriyle tutarsız davranışlar sergilemektedir. Bunlar ve diğer birçok sebepten dolayı Avrupa’nın jeo-politik gücü hızla düşmektedir. Bunları birer örnekle özetleyeyim:

Amerika’nın teşviki ve desteğiyle kurulan AB bir ortak Avrupalı kimliği oluşturamamıştır. Hâlâ daha milli kimlikler çok güçlüdür ve sistemin en ufak bir tökezlemesinde yabancı düşmanı ve popülist sağ hareketler güçlenmektedir. Küreselleşmenin etkisiyle az gelişmiş ülkeler ve kendi eski sömürgelerinden gelen kaçak göçmenler bu kimliği daha da belirsizleştirmektedir. Bir Avrupa kimliğinin oluşabilmesi için gerekli olan en öncelikli şart AB’nin bir ekonomik birlik olarak gerekli politikaları uygulayacak bir hukuki ve kurumsal yapısının bulunmamasıdır. Her devletin içindeki siyasiler kendi küçük hesaplarının peşinde koşarken böylesine bir yapı zaten oluşturulamaz.

Avrupa Birliği’nde şu anda en büyük iki problem eş anlı olarak yükselen işsizlik ve enflasyondur. Bu oranlar ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu problemle mücadele edebilmek için Avrupa Merkez Bankası dışında ortak bir kurumları da yoktur. Eğer AB başlangıçta hedeflendiği gibi bir ekonomik birlik haline gelebilseydi, o takdirde, ortak maliye politikası da kullanılabilirdi. O zaman yüksek gelirli ülkelerden yüksek vergiler toplanıp düşük gelirli ve problemli ülkelere aktarılabilirdi. Düşük gelirli AB ülkelerinde pandemi sürecinde oluşan bütçe açıkları Avrupa Merkez Bankası’ndan sağlanan destekle sürdürülebilirdi ancak enflasyona karşı uygulanmaya başlanan sıkı para politikası bu durumdaki ülkeleri daha da zor bir duruma itecektir.

Bütün bu şartlar altında Rusya – Ukrayna Krizi başladığında, Avrupalı yönetici ve siyasilerin panik halinde, ki bunda eski Doğu Bloku üyesi ülkelerin içinde bulunduğu travmatik Rus İşgali korkusu da etkilidir, ABD’nin ve NATO’nun dümen suyuna girerek Rusya’ya ambargo başlatmaları ekonomik sıkıntıları daha da çetin hale getirecektir. Rusya’ya konulan ambargo ABD’yi hemen hemen hiç etkilemezken Avrupa Birliğini temellerinden sarsabilir. Basit bir fayda maliyet analizini bile yapamayacak, Okyanus ötesindeki ağabeyinin emirlerinden çıkmayacak basireti bağlanmış ve lider yetiştiremeyen, fikir üretemeyen bir Avrupa söz konusudur. Bu ülkeler içinde kendi tarihi ve jeo-politiği ile en tutarlı politikaları geliştiren Birleşik Krallıktır. Buna rağmen, o da, eski, gücünü mumla aramaktadır.

On Dokuzuncu ve Yirminci Yüzyıllar Batı Egemenliği çağıydı. Bizler hepimiz Batı’da üretilen bilim ve sanatı örnek alan bir eğitim sisteminden geçtik. Batı dediğimiz şey ise esas olarak Avrupa idi, dahaaçık ifade edersek İngiltere, Almanya ve Fransa… Bugün bilimsel ve sanatsal üretim açısından Batı uygarlığı Avrupa’dan çok ABD, Japonya ve hattâ Çin tarafından temsil edilmektedir. Böyle giderse içinde bulunduğumuz yüzyılın sonunda Avrupa’nın daha da güç kaybedeceğini görmek bizi şaşırtmayacaktır.