Cuma günkü yazımda ekonomi politikaları ve Hollywood solcularından bahsetmiştim.
Yazının sonunda da apolitik – siyasetsiz sağ ve sol olduğu kanaatimi eklemiştim. Şimdi bu sorunu tahlili edelim.
İDEOLOJİ NEDİR?
Bir siyasi hareket ve onun örgütli yapısı olan partinin en temel düsturları onun ideolojisinde temellenir. İdeoloji antik Yunanca “idea – temel fikir” ve “logos – söz veya bilgi” kelimelerinin bileşiminden türetilmiştir. Mealen “temel fikirlere dair söz veya bilgi” anlamına gelir. Modern sanayi toplumlarında Almanca “die Weltanschauung – dünya görüşü” kavramıyla paralel olarak kullanılır. Kısaca özetlersek ideoloji “bir kişi, zümre veya toplumsal kurumun hayata, dünyaya ve insanlığın problemlerine bakış açısı” anlamına gelir.
İDEOLOJİLERİ NASIL SINIFLANDIRIRIZ?
Demokrasiler farklı ideoloji veya dünya görüşüne sahip parti ve liderlerin siyasi rekabetine dayanır. Bundan murat, vatandaşların kendi sorunlarını en iyi çözecek ve kendi geleceklerini inşa edecek bakış açısını kendilerinin seçmesini sağlamaktır. Bu anlamda ideoloji, siyasi partinin varoluş sebebidir. Bir adım daha ileri gidersek, kişi, zümre veya partilerin ideolojisinin temeli iktisadi bakış açısındadır. Bu iktisadi bakış açısını oluşturan ana temalar şu soruların cevaplarında saklıdır: “Kim için?” ve “Nasıl?” Örnek verecek olursak, “Kim için?” sorusuna genel anlamda sol partiler “emekçiler için” cevabını verirken liberal sağ “bireyler için” ve milliyetçi sağ da “bütün millet için” cevabını verirler. Öte yandan 20’inci asırda ortaya çıkmış bir ideoloji olan İslamcılık ise bu soruyu “ümmet için” diye cevaplar. İlk üç ideolojinin iktisadi üretimin ana aktörünü tanımladığını görürken, İslamcı ideoloji için üretimin aktörleri değil, ama toplumsal bir realitesi olmayan “bütün Müslümanlardan oluşan topluluğu simgelediği düşünülen ümmet kavramı” öncelik taşır.
İkinci soru, yani “Nasıl?” ın cevabı ise Parti’nin siyaset yöntemini tanımlar. Bu açıdan bakacak olursak, sol gelenekten gelen bir Parti, eğer demokratik siyaset kanalı ile iktisadi görüşlerini, yani emekçi kesimlerin iktisadi üretimden ve toplumsal refahtan aldığı payı arttırma hedeflerini, hayata geçirmek istiyorsa evrimci, yok bunları toplumsal bir ihtilal ve halk savaşı ile gerçekleştirmek istiyorsa devrimci olarak tanımlanır. Sol düşünceye göre, bireylerin özgürlüğü öncelikli değildir, çünkü bireyin yaşamına ve toplum içindeki yerine anlam katan onun içinde bulunduğu sınıftır. Sol düşünceye göre, üretim ve refahın temel kaynağı emek olduğu için emekçi sınıfların sınıf bilincine sahip olması ve yine sınıfsal bir tabanda örgütlenmesi bireyin gerçek özgürlüğünü getirecekir. Öte yandan, liberal sağ, bireylerin özgürlüğünü merkeze alır, bu anlamda bireyin sınıfsal aidiyeti veya hangi millete mensup olduğu hiç önemli değildir. Liberal bakış açısı da, yöntem olarak farklılaşır: Bir uçta başta devlet olmak üzere bütün toplumsal kurumları – iktisadi hayata en az müdahele edecek şekilde- kabul ederek bireyin özgürlüğünü savunan ılımlı liberaller, diğer yanda başta devlet olmak üzere bütün toplumsal kurumları reddeden ve yıkmaya çalışan anarko liberaller. Milliyetçi sağ ise, millet tanımına göre çok çeşitlilik arzedebilir. Bunu milliyetçilikle ilgili yazılarımda ayrıntılandırmıştım. Burada kendi tanımlarımı geliştireceğim. Eğer bir kişi veya parti bütün vatandaşları aynı milletin unsuru olarak görmekte ise “kapsayıcı bir milliyetçilikten” yanadır. Ancak, önceden tanımlanmış bazı ayırırcı niteliklerle (dinî, mezhebi veya etnik özelliklerle, DMD) milleti tanımlıyorsa, o zaman, sadece bu tanımladığı değerlere sahip olan insanları “benim milletim” olarak tanımlar. Bu da “ayrıştırıcı milliyetçilikir. Kapsayıcı milliyetçi hareketler için, önemli olan, bütün toplumun ortak menfaatleridir. Bu da, onları, barışçı, dayanışmacı ve uzlaşmacı bir yönteme sevkeder. Öte yandan ayrıştırıcı milliyetçi hareketler için bunu söylemek mümkün değildir. Bu hareketler çatışmacı, rekabetçi ve uzlaşmaz bir tutuma sahiptir. İslamcılık ise, muhayyel ve gerçek temellere dayanmayan bir dünya görüşünü savlar. Bir devletin vatandaşları, kendi refahları için değil ama bütün Müslümanlar için çalışacağını vaad eden bir partiye neden oy versinler? Dünyada 30’dan fazla Müslüman ülke vardır ve en büyük çıkar çatışmaları da bu ülkelerin kendileri arasındadır. Yani İslamcılık, bir nevi “siyasi Polyanacılıktır”: Kendi ülkenin menfaatlerini değil, ama senin ülkenle çatışan rakip ülkelerin çıkarlarını ön plana almak… Muhayyel (gerçekte var olmayan, hayali) ümmeti var etmek içinse, ister istemez mevcut rejimleri yıkmak ve Müslümanları tek devlet altında birleştirmek isteye şiddet yanlıları İslamcı siyasetin ana damarını oluştururlar. Öte yandan, demokratik sistem içinde kalarak siyaset yapmayı hedefleyen İslamcılar’da zamanla muhafazakâr sağ partilere dönüşmektedir. Bu yüzden dini ıslahatları siyasi kavram haline getirmek, gerçekçilikten kopmaktır.
KÜRESELLEŞME İDEOLOJİSİZ SİYASETİ BESLEDİ
1990’lardan itibaren hissedilen küreselleşme, bütün dünya bazında milliyetsizleşme, devletsizleşme süreci bunlara paralel olarak ideolojisizleşmeyi de besledi. Özünde anarko liberal düşüncenin savunduğu gibi bütün toplumsal kurumlardan bağımsızlaşmış özgür bireyeleri hedefler gibi görünse de, küreselleşme dünya ekonomisini yönlendiren bir avuç büyük tefecinin çıkarları doğrultusunda insanları tüketim makinası haline getiren bir süreçtir. Yani aslında, insanları sınıfsal aidiyetlerinden, milli mensubiyetlerinden koparıp yalnızlaştıran sonra da yalayıp yutan bir süreçten bahsediyorum. Böyle bir yapıda, klasik anlamda partilerin varlığı arzu edilmezdir. Bu yüzden dünyanın her tarafında, farklı ölçülerde de olsa, partiler ideolojilerinden koptular. Bugün, hemen hemen bütün partiler birbirinin benzeri vaadler öne sürmektedir. İdeolojik olarak bir farkları kalmamıştır.
TÜRKİYE’DE POPÜLİST SİYASET
Türkiye’de de durum farklı değildir. HDP dışında bütün büyük partiler farklı renklerde de olsa “kapsayıcı bir milliyetçiliği” savunmaktadır. HDP ise “halkların kardeşliği” ve “kollektif haklar” gibi sloganlarla ayrıştırıcı ve etnik bir milliyetçiliğin sözcüsüdür. İktisat politikaları açısından partilerin hiç farkı yoktur. Hepsi piyasacı ve AB’cidir. Birkaç marjinal parti dışında, gerçek anlamda sol yoktur. İslamcılık ise, Türkiye’de gerçek anlamda hiç var olmamıştır. Bunun sonucunda da, bütün büyük partiler, hedefsiz, programsız ve ideolojisiz popülist partiler haline gelmiştir. Popülist partiler ise, ahalinin tüketim iştahını ve sınıf atlama arzusunu şişirerek oy toplamaya çalışan siyaset tacirleridir. Vesselâm…