Ne Fetö…
Ne Fetö…
Ne Amerika…
Ne İsrail…
Zarrab Tiyatrosu ve benzeri muhtemel kumpaslar, ekonomik saldırılar, kirli ittifaklar hikâye…
Tarih boyunca düşmanımız eksik olmadı.
Olmayacak da…
“Yurtta sulh, cihanda sulh” konjonktürel bir aforizma olabilir. Bundan medet ummak bizi yaşatmaz.
Geçelim.
Düşmanlarımız diyorum; önemli değil, yurt içindekiler de dışımızdakiler de…
Önemli olan “biz”im ne halde olduğumuz.
Çünkü düşmanın adını koyabiliyoruz. Hele şimdi kendileri net bir şekilde ortaya çıkmış durumdalar. İşin tuhafı yurt içindeki hainler de küresel düşmanlarımızın yanında pozisyon almış vaziyetteler.
Ama “biz”im ne halde olduğumuzun adını koyamıyoruz.
Birincisi, bu kadar düşman varken teferruat gibi gözüküyor. Halbuki değil. Düşmanı yenmemiz “biz” dediğimiz gücün katışıksız ve samimi olmasına bağlı…
İkincisi görünüşte şu an benim seslendirdiklerimi seslendiren fakat asıl gayesi “biz”e ait olan enerji ve kaynakları çalmaya devam etmek isteyen ahlaksızlar.
Birincisinde yanlış bir tavır içindeyiz.
İkincisinde ise basiretsiz davranıyoruz.
Xxx
Ölüme ve hesap gününe inanan bir Müslüman öncelikle kazancının helal olmasını gözetmek durumundadır.
Sonrasında ise diyelim ki, Rabbim bol bol helal rızık verdi; yarını için, çocukları ve torunları için endişelenmeyecek, helal dairesinde istediği gibi sarf edecek fakat vatanı ve milleti tehdit altındayken maddi ve manevi olarak kılını kıpırdatmazsa, helal de olsa kazandığı her kör kuruşun hesabının sorulacağını bilecek.
Öyle mi peki?
Xxx
Düşünün ki, “biz”im dairenin içinde varsaydığımız insanların devleti nasıl soyduklarını veya görünürde “para kazanmak” için ne dolaplar çevirdiğini maddeler halinde sıralasam, bundan zarar görürüm.
Zaten görüyorum da…
Peki bu zarardan korkup susmak çare midir?
Xxx
Bir menkıbe tam bu noktaya çok münasiptir:
“Peygamber Efendimiz Aleyhisselam Müslümanların savaşa hazırlanması için onları gayretlendiriyor, durumu müsait olanların orduya yiyecek ve binek yardımında bulunmasını istiyor. Bunun üzerine hali vakti yerinde olan Müslümanlar, karşılığını Allah’tan bekleyerek mallarından getirmeye başlıyor. Bu hususta tatlı bir yarış halindeler.
Hazreti Ömer bunu şöyle anlatıyor:
“Hazreti Ebu Bekir beni daha önce hep geçmişse, ben de onu bugün geçerim” diye içimden geçirerek bağışlayacağım malımı getirip teslim ettim. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam sordular:
- Ey Ömer! Ev halkına ne bıraktın?
- Sana getirdiğimin yarısını!
Sonra Hazreti Ebubekir de gelip bağışını yaptı. Sanki onu herkesten gizler gibiydi. Efendimize usulca verdi. Getirdiği 4.000 dirhem gümüştü. Efendimiz ona da sordu:
- Ey Ebubekir! Sen ev halkına ne bıraktın?
- Onlara Allah ve Resulünü bıraktım.
Yani Hazreti Ebubekir neyi var neyi yoksa toparlayıp getirmiş, evine bir şey bırakmamıştı.
Hazreti Ömer ağlayarak:
- Anam, babam sana feda olsun Ey Ebubekir! Hayır yolunda hiçbir yarış yok ki, sen beni geçmiş olmayasın. Artık anladım ki, hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim!”
Xxx
Viagra bile kâr etmeyecek yaşta adam, biriktiriyor ha biriktiriyor…
Her ihalede o. Her ballı projede onun kuyruğu.
Ağzından da din, iman, vatan, millet, Sakarya eksik olmuyor.
Yani üstelik kanaat önderlerimissss. Kahramanlarımıssss.
Ha, bana ne, ne halt ederse etsin lakin ön safı kimseye bırakmıyor ya, ahalinin huzurunu bozuyor, eşek değiliz, ahmak da değiliz, zorla çoğaltmaya çalıştığımız cemaatin arka safları dağılmaya başlıyor.
Bilmem ki anlatabildim mi?