Adâlet, haksızlığın üstü örtülerek, "uzatmayalım" diyerek tesis edilmez. Adâlet, neye mâl olursa olsun, mümkünse gecikmeden gerçekleşmelidir.
Teşbihte hata olmaz, deyip bir benzetme ile başlayayım.
Yaşı kaç olursa olsun bir kadının ya da bir çocuğun vücûduna yabancı ya da tanıdığı bir erkeğin istismarda bulunması kabûl edilemez. Ayrıca bu, sâdece vücûda değil o kişinin ruhuna da yapılan bir saldırı, bir tecavüzdür. Fâil cezâlandırılmalı ve cezâlar caydırıcı ve yıldırıcı olmalıdır. Ancak bu istenmeyen durumun, hukuk önünde hesâbının sorulması için, mağdur tarafında şikâyetçi olması gerekir. Ne yazık ki, istismâra mâruz kalıp şikâyetçi ve davâcı olmayanların oranı dünyâda %30’dan fazla. Bunun en büyük iki sebebi var.
Birincisi, kadının veya çocuğun velisinin bu olayı hatırlayarak yeniden yaşamak istememesidir. İkincisi ise toplumun, suçun bir bölümünün (nedense!) mağdurda olduğunu düşünmesidir. İkinci sebep, sâdece Türkiye’de yok. Dünyânın hemen her yerinde mağdura yapılan muameleler benzerlik gösteriyor. Davâcı olan kadınların oranı, gün geçtikçe artsa da henüz olması gereken seviyede değil.
Hukuk sistemi, kişi, kurum hatta devletlerin haksızlığa uğradıkları iddiasıyla haklarının teslim edilmesi için başvurulan bir sistemdir. İddiayı ispatlayacak delillerin sunulması durumunda dava kazanılır. Haksızlık ortadan kaldırılarak telâfi edilme yoluna gidilir. Adâlet, haksızlığın üstü örtülerek, “uzatmayalım” diyerek tesis edilmez. Adâlet, neye mâl olursa olsun, mümkünse gecikmeden gerçekleşmelidir. Hak ve adâlet, tâcizin, tecâvüzün yaşandığı o durumun üstüne gitmeden ortadan kalkmaz. Bunun yanında, iddia sâhibi iddiâsını ispatlayamazsa bunun da bedelini öder ve “ava giderken avlanma” sonucu da çıkabilir.
İstanbul seçimleri
Şimdi bu teşbihten esas konuya gelelim. 31 Mart yerel seçimlerinin İstanbul ayağıyla ilgili bir yargı süreci işliyor. Peki, YSK’nın yarın (Pazartesi) gündeme alacağı dosyanın incelenmesi sonucunda İstanbul’da seçimlerin tekrarlanması karârı çıkarsa ne olur? AK Parti’nin ve Cumhur İttifâkı’nın haksızlığa uğradığı iddiâsıyla hukûka başvurması neden eleştiriliyor? Haksızlığa uğradığını iddia edip delil sunarak hukûka başvurmanın gereksiz görülmesinin ve “uzatmayalım” denmesinin sebebi ne olabilir? Bir haksızlık varsa, neden üstü örtülüp yok farz edilmesi yönünde bir ağız oluşuyor? Birilerinin yaptığı yanına kâr kalsın, istenmesindeki niyet ne olabilir? Bunu “fikir farklılığı” olarak izah edemeyiz. Elbette seçimlerin yenilenmemesini düşünmek ve bunu ifâde etmek herkesin hakkıdır. Ama bunun vantrologlar gibi karnından konuşarak değil, târihe not düşecek şekilde açık açık söylenerek yapılması gerekir.
Buna karşılık, AK Parti’nin seçimlerin iptâli ve yenilenmesi yönündeki başvurusu kabûl edilip seçim yenilendiğinde İmamoğlu’nun %60 ile kazanma ihtimâli yok mu! O zaman hem şâibe ortadan kalkar hem de İmamoğlu, o koltuğunda daha rahat oturur.
Kulisler
Medya ve siyâsî kulislerde seçimlerin yenilenmesinin AK Parti’nin aleyhine olacağı konuşuluyor. Bu, AK Parti yanlısı olan isimlerde hatta AK Parti’nin içindeki bâzı isimlerde de görülüyor. Bunun arka plânında “iktidar kültürü zâfiyeti” olduğunu 24 Nisan 2019 târihli yazımda belirtmiştim. Sanki bâzıları için, “şâibeli başkanlık” avantaj gibi geliyor. Bu durum, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2 Mayıs, Perşembe günü TOBB’un 75. genel kurulundaki aksi yönde fikir beyân etmesiyle değişmeye başlayacaktır. Zira kulisteki fısıltılara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yine müdahale etmek zorunda bıraktılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzına bakıp konuşmayı alışkanlık edinenler ondan bir beyânat olmadığı sürece başka ağızlara kulak veriyor. Çok değil sâdece dört sene önceki gergin günlerin ardından ortaya çıkan durumun bu kadar çabuk unutulması, olsa olsa “birilerinin işine öyle geliyor” diye açıklanabilir. 7 Haziran 2015 seçimlerindeki gibi, AK Parti’nin bundan çok daha dezavantajlı olduğu durumlarda bile korkulan olmamıştı. Yelkenleri indirmenin yanlış olduğu anlaşılmıştı.
Seçim başarıları ve siyâsî başarılar, ezici başarıların yanı sıra, kendine güvenip hakkını aramakla da elde edilir. Bu da, düşse bile ayağa kalmayı bilen siyâset ve iktidar kültürü ile olur.
Kulislerde seçimin tekrarlanması durumunda, bundan AK Parti’nin zararlı çıkacağını iddia etmek, AK Parti’yi sevmek ve korumak değil, aksine AK Parti’nin elini kolunu bağlamak ve AK Parti’yi kaderine ve çâresizliğe terk etmektir. Bâzılarının tavrı, tam da “Karakolda doğru söyler mahkemede şaşar” türküsüyle açıklanacak bir durumdur. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, kulislerde bunları dillendirilenler, Cumhurbaşkanı’na kendini yalnız hissettirmektir.
Seçimlerde usûlsüzlük yaptığı iddia edilenler, lafa gelince “sandık her şey değildir” diyecek kadar, her türlü yolu ve yöntemi denerken, mağdur olan tarafında hukuk önünde hak aramasının gereksizliğinde dem vurmak, bir taraf için siyâsî etiğe, diğer taraf için ise davaya adanmışlığa aykırıdır.
Ancak en önemli husus da şudur ki, AK Parti’nin hukuka başvurup YSK’ya itirazda bulunması, Türkiye’de iddia edildiğinin aksine “Tek adamlık” ya da “diktatörlük” değil, gerçek bir kuvvetler ayrılığı olduğu göstermektedir. İddia edildiği gibi olsaydı, hukûka başvurmak yerine, gerçek diktatörlüklerde olduğu gibi, seçimler keyfî olarak iptal edilir ve yeniden yapılırdı. Hatta hile karıştırdığı iddia edilenler suçlu gösterilip yeniden yapılan seçimlere katılma hakları gasp edilir. Ama bunları hiçbiri olmuyor ve Türkiye, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ile girdiği ilk seçimde hukukî bir süreç yaşıyor.