O günden bugüne Rus nükleer silahlarının ülkeye konuşlanması ile ilgili Minsk'ten karışık sinyaller gelmekteydi.
Perşembe günü Belarusya ve Rusya Federasyonu savunma bakanları arasında Rus taktik nükleer silahlarının Belarusya topraklarına konuşlandırılması için bir anlaşma imzalandı. Anlaşma sürpriz değildi zira Kremlin böyle bir düşüncesi olduğunu Mart ayında açıklamış, zaman zaman da bir tırmandırma söylemi olarak Belarusya’ya yerleştirilecek nükleer silahlardan dem vurmuştu. O günden bugüne Rus nükleer silahlarının ülkeye konuşlanması ile ilgili Minsk’ten karışık sinyaller gelmekteydi. Bilindiği üzere Minsk’in nükleer silahlardan arındırılması ve NPT’ye (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması) nükleer silahsız bir devlet olarak üye olması Budapeşte Memorandumu ile gerçekleşmişti. Yani 1994’te Minsk ve Nükleer Silahlı güçler, bu memorandum ve NPT bağlamında nükleer silahsızlanmaya yönelik bazı sözler vermişlerdi. Bu hafta imzalanan anlaşma bu sözleri hem Minsk hem de NPT’nin Nükleer Silahlı Devlet statüsündeki üyesi Rusya için muğlak hale getiriyor. Gerçi Budapeşte Memorandumu esnasında verilen sözler Ukrayna Savaşı ile zaten ayaklar altına alınmıştı. Keza, NPT’nin de en güçlü günlerinden geçmediğini biliyoruz. Suçlu sadece Kuzey Kore ve İran ya da nükleer eşiğe gelmiş devletler de değil. Nükleer silaha sahip 5 NPT üyesi, Ukrayna savaşını ve nükleer silah kullanma tehdidini kendi nükleer güçlerini modernize etmek için bir bahane olarak kullanıyorlar. Sonuçtan bağımsız nükleer silahsızlanma rejiminin can çekiştiği bir süreç yaşanıyor ve Rusya-Belarusya nükleer anlaşması tabuta çakılan çivilerden sadece biri. Bu nedenle ve Lukaşenko’nun rejim güvenliği (siyasi ve ekonomik istikrar) açısından Rusya’ya bağlı ve bağımlı olması sebebiyle Minsk’in nükleer silahlar meselesinde yelkenleri suya indirmesi şaşırtıcı değil.
Minsk’in çekinceleri
Bu hamle ile Belarusya Ukrayna savaşına dahlini açıkça kabul ediyor. Biz Minsk’in Ukrayna Savaşına bulaştığını ve Rus savaş stratejilerinin bir parçası olduğundan Ukrayna direnişinin ve destekleyicilerinin hedefinde olabileceğini biliyorduk. Ama tabi Rusya’nın kontrolünde olacağı söylenilen Rus nükleer silahlarını ve Minsk silahlı kuvvetlerine teslim edilen Iskender-M füzelerini ülkede ağırlamak, böylece Rusya’nın Ukrayna’ya verilebilecek yeni silah desteği (Patriotlar, F16’lar vb) karşısında el yükseltme stratejisinin resmen parçası olmak kendini altın bir tahtırevan ile hedef tahtasına oturtmak anlamına da geliyor. O nedenle Minsk’te kimsenin içinin çok rahat olduğunu söyleyemeyiz hele ki Kremlin’e bile garip bir saldırı düzenlenebilmişken. Bu saldırının faili hala net değil, Kremlin Kiev ve ABD’yi saldırı için suçlamıştı hatırlarsınız. Zelensky de Rusya’yı vurmadıklarını söylemişti. Moskova’nın nükleer doktrini topraklarına ve müttefiklerinin topraklarına yönelik saldırıların caydırılmasına da dayandığından kimsenin çıkıp Kremlin’i biz vurduk dememesi anlaşılabilir. Öte yandan, Kremlin’e yönelik “durdurulan” bu girişimin Rusya’nın bir operasyonu olduğunu düşünenler de çok. Birkaç gün önce New York Times’ta kaleme alınan bir haberde isim verilmeden Amerikan istihbaratının Kremlin saldırısının ardında Ukrayna’nın olduğunu düşündüğü ama saldırıyı Zelensky’nin emretmemiş olabileceği seçeneğinin üzerinde durulduğundan bahsedilmiş. Durum buysa, yani bir Ukrayna direnişi var Ukrayna direnişinden içeri gibi bir senaryo geçerliyse ve bu senaryo Zelensky, Moskova’ya saldıracak silahlar bizde yok açıklamalarından sonra gelmişse Minsk’in rahatsızlığının sebepleri daha net anlaşılabilir.
Rusya’nın amacı
Lukaşenko muğlak ifadelerle konuyu geçiştirmeye çalışadursun Putin Belarusya’ya konuşlanacak silahlar için tarih verdi: Temmuz 2023. Yani Rusya bu silahları tırmanmayı durdurmak için tırmanma (escalation for de-escalation) amacıyla görünür kılıyor. Zira Temmuz, bugün geçerli olan tartışmaların - Ukrayna’ya patriotlar ne zaman verilecek?, F16’lar verilecek mi ve kimin F16’larından verilecek, Ukrayna karşı saldırısı başlayacak mı, hangi kritik kabiliyetler Kiev’e verilirse başlayacak? Moskova ile ticari ilişkileri olan üçüncü taraflara da yaptırım ön gören 11. Yaptırım paketi AB tarafından benimsenecek mi? benzeri sorularının cevaplarının- sonuçlarını gözlemleyebileceğimiz bir tarih. Dolayısıyla Batı, şimdilik Rusya’nın hamlesinin caydırıcı temelli olduğuna, Belarusya’nın da Rusya’nın kontrolünde kalmaya devam ettiğine karar vermiş görünüyor. Batı için Rusya cephesinde değişen bir şey yok, nükleer silahların da bu yeni eklenen el yükseltme seviyesine rağmen kullanılmayacağını düşünüyorlar.
Batılı analizcilerin bu konuda yazıp çizdikleri fazla soğukkanlı, konuyla ilgili ABD’nin yaptığı açıklamanın (kınıyoruz ama kendi nükleer duruşumuzu değiştirmek için bir neden yok) ruhuna uygun. Olayı dışarıdan değerlendirdiğimizde ise bu kadar soğukkanlılık bir stratejik tercih mi sorusu ister istemez soruluyor. Zira Batı da silahlanma ve nükleer silah tehdidinin gidişatından Rusya ve hatta Çin konuyla ilgili norm oluşturma sürecinin dışında bırakılmışken endişeli. Bu konuda ABD’nin bazı partnerleri üzerinden yaratmak istediği küresel olmayan ama küreselmiş gibi görünen, Washington inisiyatifinde ama sanki Washington inisiyatifinde değilmiş gibi görünen bir atmosfer var. Geçtiğimiz hafta bu atmosfer G7 bağlamında ete kemiğe büründü.
G7 ve nükleer silahsızlanma meselesi
Bu sefer G7 zirvesi Japonya’nın ev sahipliğinde son derece sembolik bir adreste Hiroşima’da gerçekleştirildi. Abe’nin siyasi mirasçısı Kişhida’nın Japonya’nın askerileşmesi meselesi üzerinde kafa yorduğunu biliyoruz. ABD’nin Japonya’yı NATO ile ilişkilendirmek konusunda çok hevesli olduğunu, QUAD’dan (Japonya, Hindistan, Avusturalya, ABD) çok şey umduğu düşünülürse Japonya bu askerileşme meselesini ABD ile uyum içerisinde götürebilir ama dört hususa dikkat etmesi gerek: 1)- Japonya’nın içerisinde pasifizme dayalı stratejik kültürün değişmesine direnenleri provoke etmemek, 2)-askeri kabiliyet artırırken Çin’i provoke etmemek, 3)- askeri kabiliyet artırırken başta Güney Kore olmak üzere Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’dakileri provoke etmemek 4)-küresel nükleer silahların yayılmasını önleme rejimini zayıflatmamak. Japonya’nın nükleer eşikte bir devlet olduğu hatırlatılırsa Hiroşima G7 zirvesinde yaratılmaya çalışılan nükleer silahsızlanma vizyonu ve G7 + havasının (G7 ülkeleri yanında Avusturalya, Hindistan, Güney Kore, Pasifik Forumunu temsilen Cook Adaları liderleri, Endonezya, Vietnam, AB liderleri davetli, Afrika Birliği ve Brezilya gözlemci olarak G7 zirvesine katıldı) amacı daha net anlaşılabilir.
Hiroşima Vizyonu NPT rejiminin güçlenmesinden dem vurdu, Kuzey Kore’yi balistik füze denemelerini durdurmaya davet etti ve İran’ın nükleer programının gelişmesini sınırlandırmak için başvurulacak diplomatik yolları desteklediğini açıkladı. FMCT ve CTBT gibi nükleer silahlı devletlerin imzalamak ya da onaylamaktan imtina ettiği anlaşmalara destek çağrısı yaptı ve en önemlisi nükleer silahlı devletlerin nükleer tehditte bulunmasının önlenmesinin önemine dem vuruldu. Rusya’nın bu çağrıları ne kadar önemsediğini -!- de G7’nin üzerinden bir hafta bile geçmeden yapmış olduğu Belarusya anlaşmasından anlıyoruz. Böylece Moskova kendi dahil olmadığı bir ortamda silahsızlanma -özellikle de nükleer silahsızlanma- konusunda Batı ve Küresel Güney’in bir kısmının Japonya’nın moderatörlüğünde norm geliştirme çabasına sıcak bakmayacağını da göstermiş oldu.
Moskova G7’nin dışındayken
Moskova’nın bu noktada asıl derdi Ukrayna Savaşı bağlamında NATO bünyesinde bir temsilcilik açmaya karar veren ve İngiltere -İtalyan ortaklığı ile birlikte gelecek nesil savaş uçağı geliştirmeye çalışan Japonya değil. Tokyo’nun niyetleri konusunda öncelikle ikna etmesi gerekenlerin Beijing, Seul, Güney Pasifik Adaları ve hatta Pyongyong olduğu biliniyor. Moskova’nın canını sıkan ise şu: Yeni START anlaşmasının uygulaması askıya alınmışken yani Rusya el yükseltmişken ama Yeni START’ın geleceği ile ilgili son söz söylenmemişken (2026’da uzatılması ya da yenilenmesi ile ilgili pazarlıklar ABD ile sürdürülebilir) nükleer silahlanma, stratejik denge/caydırıcılık ve nükleer tehdidin kullanılabilirliği/kullanılmazlığıyla ilgili birileri küresel görünümlü bir platform oluşturuyor ve oralardan Rusya’nın hamlelerini daha da az meşru gösterir şekilde parmak sallıyor. Bu çerçevede Moskova’nın Belarusya ile anlaşmayı Mart’ta açıklamışken neden şimdi yaptığı daha net anlaşılıyor. Moskova’nın hamlesi sembolik ve caydırıcılık-tırmanma dengesinde pek bir şey değiştirmese de bu sembolizm düşünüldüğünde anlamlı ama Washington’un oluşturmaya çalıştığı ve Asya-Avrupa hattında destek bulduğu yeni küreselleşmeci hava ile karşılaştırıldığında sönük bir adım. Bu sönüklüğü telafi etmek için Moskova’nın hamlelerinden kazanç elde ettiğini göstermesi ya da Asya-Avrupa hattı dışındaki alanda başka bir atmosferin var olduğunu kanıtlaması gerekiyor. Bu yüzden yakın coğrafyası, Ortadoğu ve Afrika ile Çin’in nerede nasıl at koşturduğu Rusya için hala çok önemli.