HİKAYESİ ZENGİN OLAN ŞEHİR

İçinde türbesi, hafızasında türküsü, dinlenilecek hikâyesi olan Anadolu şehirlerinin hepsine hasretliğim vardır.

Abone Ol

Kavuşmaya fırsat sunacak her vesileyi de bir anlamda hasret giderme olarak görürüm. Kütüphaneler haftası dolayısıyla Sivas’tan davet alınca dem bu demdir, deyip yola revan oldum. Bakalım kadim şehir bize hangi hikâyeleri armağan edecek, nasibimize neler düşecek, diye söylenerek havaalanına ulaştım.

Uçakta okumak üzere her zamanki alışkanlıkla yanıma dergiler almayı da ihmal etmedim. Tevafuk olsa gerek, elime aldığım ilk derginin ilk sayfasında Âşık Veysel’in torununun, dedesini anlattığı yazı çıktı karşıma. Sivas denilince akla ilk gelen kıymetli isimlerden birinin, açılan ilk sayfada beni bulması tesadüf değildir diye düşündüm. Veysel’in sözünün neden tesirli olduğunun, milletin gönlünde tuttuğu şerefli yerin boşuna olmadığını gösteren sarsıcı hatırayı okurken âdeta titrediğimi hissettim. Şöyle anlatıyor torun Gündüz Şatıroğlu:

“Yirmili yaşların ortasında Esma’ya âşık olur dedem. Hem de ne aşk. Tüm kaybedişlere acılara rağmen sönmeyen, derinlerde her daim varlığını yakıcı bir şekilde hissettiren o ilk aşk. Esma evdeki yanaşma ile kaçar. Kucağında çocuğu ile tarifsiz acılar içinde kalır dedem. Bir süre sonra kaybettiği çocuğun acısı eklenir acısına. Gel zaman git zaman Esma ile Hüseyin köye döner. Dedem hiç yüz yüze gelmez Esma ile. Bir gün üç dört kişi köy bakkalında otururken Esma gelir. Dedemi görünce eşikten atamaz adımını. Bakkalın camından işaret eder alacaklarını. Beklenmedik bir anda dedem ‘İyisinden ver Mustafa iyisinden’ der. Yanında bulunanlar hayretler içinde ‘Nasıl bildin Âşık kim olduğunu?’ diye sorarlar. Dedem elini kanatırcasına vurur eski ağaç masaya ve ‘Kokusundan kokusundan’ der.”

Bazı şehirler bazı insanları çağırır. Görmek istediğini, bir vesile bulup getirir. Yârini kokusundan tanıyan ezelî âşıkların aziz memleketi Sivas da çağrısı çağlarca sürecek bir şehirdir.

TÜRKÜ YURDU

Sivas dağın taşın bile burcu burcu türkü koktuğu bir yurt. Dilimizdeki dimağımızdaki türkülerin çoğu Sivas’ın hediyesidir. Bir şehrin insanlığa vereceği en güzel hediyelerden birini Sivas vermiştir. Bizim sevdalarımız, acılarımız, sevinçlerimiz, hüzünlerimiz hep o türkülerdedir. Âşıklar ve ozanlar yurdu bu şehir, büyük Türk milletinin vicdanını, merhametini, duygu dünyasını temsil eder. Şairin ifadesiyle; “Bir Sivas’a sığar koca dünya.”

DOST ŞEHİR

Bu şehre her geldiğimde heybeme yeni güzellikler alır dönerim.

Sivas dost şehirdir. En sevdiğim dostlarımın çoğu Sivaslıdır. Yiğit, mert insanlardır hepsi. Vatanseverlik konusunda tavizleri yoktur. Hepsi de üreten, eserleri ve hizmeti olan insanlar. Sağolsunlar. Varolsunlar.

Ben Sivaslıları yüce gönüllerinden, kavruk yüzlerinden, temiz sözlerinden tanırım. Sorarım durduk yere bazen İstanbul’da; “Gardaş, Sivas’ın neresindensin?” derim. Şaşırır muhatabım, “Nasıl bildin Sivaslı olduğumu?” der. Elbette söylemem sırrımı. “Veysel’in türkülerine benzettim” derim, tebessüm eder geçerim.

SELÇUKLU EMANETİ

Sivas, Selçuklu’dan bize kutlu emanettir. Kim bilir belki de bu şehri sevmemiz Selçuklu’ya olan içimizdeki tarifsiz hasrettir. Ecdadın izini nakşettiği her yer bizim için bedeli ödenmez bir kıymettir. Bu kıymeti maalesef müteahhit belediye reisleri bilmez. İhaleci il genel meclis üyeleri anlamaz bu hazineden. Anlarsa âşıklar anlar, anlarsa şairler anlar. Ne diyor Sivas’ın bağrı yanık şairlerinden Yavuz Bülent Bâkiler:

Bir Selçuklu nakışında seni bulmak ne güzel

Ne güzel seni duymak bir ney sesinde

Şems-i Sivasî'nin mübarek türbesinde

Kandil kandil yanan şehir.

İHRAMCIZADE’NİN HUZURUNDA

Sivas, içinde yaşayanların bile çoğunun farkında olmadığı bir Sultan Şehir, sultanların şehri. Gönül kumandanlarının aşkla ve irfanla mayaladığı şehir.

Sivas’ın yetiştirdiği mana sultanlarının, irfan öncülerinin ruhu hâlâ şehre hâkim. Vazifelerinin başındalar. Kendilerini ziyaret edenlerin kandillerini yakma görevini devam ettiriyorlar.

İlginçtir yola çıktığımda gönlüme sürekli İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri gelip durmuştu. Bir fırsat olsa da huzura varsak diye düşünürken, yolun kıymetini bilip yolculuğun hakkını verenlerden değerli büyüğümüz Zekeriya Ulusoy’un elimizden tutup Ulu Camii’e yönelmesiyle gönülden arzu ettiğimize kavuşmuş olduk.

Şehirleri bekleyen resmî görevlilerin yanında bir de manevi bekçiler vardır. Ağzı dualı alnı secdeli bu güzel insanların hürmetine, bu topraklardaki varlığımız daha farklı bir anlam kazanır. Allah onları eksik etmesin. “İnsan ne ararsa zannında bulur, biz hüsn-i zanna memuruz” diyen gönül sultanı İsmail Hakkı Toprak Efendi’yi ziyaretimiz bereketli geçti. İnşallah “edeple giren lütufla dönenlerden” olmuşuzdur.

ÇATLAĞINI BULAN SU

Kadim şehirlerin en güzel yanlarından birisi de sayısız hikâyeye sahip olmalarıdır. Hiç beklemediğiniz bir anda size zengin hazineden bir demet sunarlar. Uçağa bindiğimde Veysel’in hikâyesi bizi bulmuştu. Dostlarla vedalaşıp dönüş uçağına bindiğimde de hediye edilen kitaplardan biri yeni hikâyelere, yeni hayatlara, yakın hatıralara götürdü bizi.

Bir Ermeni vatandaşımızın yazdığı Bir Tutam Geçmiş isimli eser, bu toprakların her renkten, her ırktan insanı nasıl birleştirdiğini, güzelleştirdiğini gözler önüne seren bir çalışma olmuş. Yazar her dinden insanlarla yakın dost olan Ermeni dedesinin samimi, saf ve sade hikâyesini anlatmış. Sivas’ta doğan büyüyen Ermenilerin Sivas’a olan sevdalarını naif bir üslupla dile getirmiş. Özellikle biri var ki etkilenmemek mümkün değil. Bu kitap vesilesiyle okuduğum Hrant Dink’in yakıcı hatırasını daha önce okumuş olanlar vardır, ama ben yine de paylaşayım. Toprağı bol olsun, Dink şöyle anlatıyor:

“Sivas’ın, bir kazasından bir amca beni aradı. ‘Oğul seni aradık, seni bulduk. Burada bir tane yaşlı kadın var, herhalde sizdendir bu. Allah’ın rahmetine kavuştu. Bir yakınını bulursanız gelip alsınlar ya da biz burada namazımızı kılıp gömeceğiz.’ dedi. Peki dedim amca ararım. Verdi adını Beatris Hanım diye biri 70 yaşında Fransa’dan gezmeye gitmiş oraya.

Aradım, 10 dakika içinde buldum. Gittim dükkânlarına, adını verdim ‘böyle birini tanır mısınız’ dedim. Bir kadın döndü ‘benim anamdır’ dedi. ‘anan nerede?’ dedim. Dedi ‘Abi Fransa’da yaşar’ hiç mi gelmez buralara? ‘O senede üç dört kez Türkiye’ye gelir ama İstanbul’a ya uğrar ya uğramaz. Kalkar köyüne gider. Terk ettiğimiz köyüne gider’ dedi.

Anlattım, kalktı gitti. Ertesi gün bana bir telefon açtı. Bulmuş, tespit etmiş anası. Peki, getirecek misin naaşı dedim. ‘Ben getireceğim de burada bir amca var’ dedi ağlamaya başladı. Ver amcayı dedim. ‘Amca niye ağlatıyorsun’ dedim. ‘Oğlum bir şey demedim. Dedim ki, kızım anandır, malındır ama bana sorarsan bırak kalsın burada gömülsün. Su çatlağını buldu’ dedi.”

SİVAS’IN SIRRI

Suya çatlağını bulduran Sivas, bütün farklılıklara rağmen Anadolu bilgeliğiyle bir arada, kardeşçe yaşamanın, huzurla hayatı devam ettirmenin eşsiz hikâyeleriyle dolu. Alevisiyle, Sünnisiyle, Ermenisiyle, Türkmeniyle üzerinde misafir olan herkese bir olmanın, iri olmanın, diri olmanın sırrını fısıldıyor. Okumasını bilene, ibret alabilene eşsiz hikâyeler sunuyor.