Sabahattin Ali, büyük ölçüde dönemin konjonktüründen kaynaklanan aykırı düşünceleri yüzünden en verimli yaşında ve çağında bu hayattan koparılmış; değeri, kabiliyeti, başarısı aradan geçen onlarca yıldan sonra keşfedilmiş büyük bir yazar ve aydındır. Sabahattin Ali, devletimizin genlerine işlemiş olan özgür düşünceye karşı paranoyası sebebiyle hayatı bitirilen ya da karartılan ne ilk, ne de son kurbandır. Öncesinde de sonrasında da bu zulmün başka örnekleri de bulunmaktadır. Sabahattin Ali, 1948'de hayatına gaddarca, canavarca son verildiğinde henüz 41 yaşındaydı.
Sabahattin Ali, büyük ölçüde dönemin konjonktüründen kaynaklanan aykırı düşünceleri yüzünden en verimli yaşında ve çağında bu hayattan koparılmış; değeri, kabiliyeti, başarısı aradan geçen onlarca yıldan sonra keşfedilmiş büyük bir yazar ve aydındır. Sabahattin Ali, devletimizin genlerine işlemiş olan özgür düşünceye karşı paranoyası sebebiyle hayatı bitirilen ya da karartılan ne ilk, ne de son kurbandır. Öncesinde de sonrasında da bu zulmün başka örnekleri de bulunmaktadır. Sabahattin Ali, 1948’de hayatına gaddarca, canavarca son verildiğinde henüz 41 yaşındaydı.
Onun 41 yaşına kadar verdiği birbirinden değerli eserler, bu ülkede hep var olabilmiş özgür düşünce fobisi yüzünden uzun zaman kıyıda köşede kalmış; onların sefasını o karanlık ve yasaklı yıllarda ancak bir avuç bilinçli yazar, aydın ve edebiyat meraklısı sürmüştür. Geç ve ağır da olsa ülkede özgürleşme ve demokratikleşme geliştikçe ve uygar dünyadaki benzer atmosfer dayattıkça Sabahattin Ali; değeri hızla fark edilen, tadına varılan, bağımlılık yaratan bir konuma yükselmiştir.
Özellikle 1980’lerden itibaren Sabahattin Ali, 20. yüzyıl Türk edebiyatının her geçen gün yükselen bir değeri haline gelmiştir. Bugün artık romanları da, hikâyeleri de baskı üstüne baskı yapmakta; çok okunurlukta çağdaşı olan birçok klasik ve ünlü yazarı sollamış bulunmaktadır. Bunlar onun 41 yaşına kadar yazdıklarıyla ilgili olarak gerçekleşmektedir. Yaşasaydı, yazacaklarının erişeceği popülariteyi bugün tahmin etmek bile mümkün değildir. En son yazdığı eserlerden ve üç romanından biri olan Kürk Mantolu Madonna; kurgusu, konusu, dili ve anlatımı itibariyle dünyadaki en iyi on roman arasına girmeyi hak edecek bir kaliteye ve düzeye sahiptir. Bu yüzden de hızla 100. baskıya doğru ilerlemektedir. Kuyucaklı Yusuf ve İçimizdeki Şeytan adlı romanları da son on beş yirmi yıldır en çok okunan Türk romanları arasındadır ve onlar da 20., 30. baskılara ulaşmış bulunmaktadır.
Sabahattin Ali’nin hikâyelerinin toplandığı Kağnı-Ses, Değirmen, Sırça Köşk ve Yeni Dünya adlı kitaplarının baskı sayıları ise çoktan beridir çift rakamlı sayılarla ifade edilmekte ve beğenilirlikte zirveleri zorlamaktadır.
Sabahattin Ali, romanlarında da, hikâyelerinde de Türkçeyi çok iyi ve çok düzgün kullanan bir yazardır. Anlatımı çok açık, çok nettir. Hiçbir eserinde anlaşılırlık sorunu yoktur. Yaşadığı dönemde Türk toplumunda var olan iyilikleri, güzellikleri en iyi şekilde yansıttığı gibi; kusurları, yanlışları, hilekârlıkları, çarpıklıkları da çok az yazarın başarabileceği bir kıvraklıkta yansıtabilmiştir. Köylüsü kentlisi, yoksulu zengini, okumuşu cahili her kesimden Türk insanı onun kahramanı olabilmiştir. Fransız toplumu için Maupassant’ın hikâyeleri ne ise ve ne ifade ediyorsa, biz Türkler için de Sabahattin Ali’nin hikâyeleri odur ve aynı şeyi ifade etmektedir.
Sabahattin Ali, ölümünün üzerinden geçen 68 yıl sonra Türk okuyucusu arasında çok yüksek okunurluk mertebesine ulaştıysa da, okuma engelli bir toplum olduğumuz için iyi eğitim görmüş insanlar arasında bile adını duymayanlar sayısızdır.
Üç dört yıl önce muayene olmak için gittiğim bir göz doktoruna Sabahattin Ali’nin Dekolman adlı hikâyesini okuyup okumadığını sordum, “Hayır, okumadım” dedi. Her göz doktorunun meslek bilgisi açısından o hikâyeyi okuması gerektiğini, çünkü bugün belki çok basit olabilir, ama 1940’larda çok girift bir göz ameliyatını anlatan çok güzel ve çok ders verici bir hikâye olduğunu söyledim. Doktor bana, “Sabahattin Ali kim?” diye sordu. Ben de en kısadan “Bir yazar” dedim. “Yaşıyor mu?” dedi. “1948’de öldü” dedim. Doktor olmuş bir insanın sözünü ettiğim hikâyeyi bilmese bile, Sabahattin Ali’yi bilmemesi, duymamış olması ne kadar hayret vericiydi!
Sabahattin Ali popülerleştikçe okuma özürlü bir toplum oluşumuz daha fazla göze batar hale gelmektedir. Yakınlarda bir TV programında bilgili ve kültürlü sayılması gereken bir hanımın Sabahattin Ali’nin kültleşme yolundaki eseri Kürk Mantolu Madonna’yı, dünyaca ünlü şarkıcı Madonna’dan bahsediyor sanması, bu özrümüzün yeni ve düşündürücü bir örneğidir.