Türkiye'nin 15 Temmuz hâin darbe girişiminin hemen ardından, ordusunu dışarıya bağlı askerden temizleyerek başlattığı sınır içi ve sınır ötesi operasyonlar, Fırat Kalkanı ile isim bulmuştur. Ocak 2018'de başlayan Afrin – Zeytin Dalı harekâtı, barış tesis etme misyonu ile dünyâ kamuoyunda yankı bulmuştur.

Hâinliği vazife ve kimlik olarak edinmiş içerideki birkaç çatlak sesin hâricinde, ülke kamuoyu bu harekâtı en üst seviyede mâneviyat ile desteklemektedir. Operasyonun servis edilen görüntüleri de bunu net bir şekilde göstermektedir. Ayrıca servis edilen bu görüntüler, silahlı kuvvetlerimizin ve istihbârat teşkilâtımızın başarılı bir halkla ilişkiler stratejisi yürüttüğünü ortaya koymaktadır. Özellikle sosyal medya üzerinden yapılmak istenen dezenformasyon, bu strateji ile asgarî seviyede kalmıştır.

Ancak operasyonun başlamasıyla birlikte dünya kamuoyundan gelen çoğu olumlu tepkiler, destek niteliğindedir. NATO genel sekreterliği ve İngiltere’nin Türkiye’nin bu operasyonda haklılığını teslim eden açıklamaları, sivil ve askerî diplomasimizin operasyonu çok boyutlu ve çok iyi plânladığını göstermektedir.

Bir denge oyunu olan diplomasinin Türkiye tarafında çok iyi kullanılıyor olması, Zeytin Dalı harekâtının ve sonrasındaki sürecin başarısının habercidir.

Uluslararası kamuoyu ve operasyon bölgelerinde yaşananlar, Türkiye’nin hem masada hem de sahada doğru adımlar attığını ve doğru yerde olduğunu göstermektedir. Lise okul kitaplarında okutulan “cephede kazanıp masada kaybeden Türkiye” tâbirinin tam aksi ve olumlu örneğini ortaya koyan bir tecrübe yaşamaktayız.

Masadakiler ve Sahadakiler

Biraz eskilere gidip târihî bilgilerimizi yokladığımızda, 1. Dünya Savaşı’nda yaşanan ve Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren mağlubiyetler, ne sahada ne de öncesinde ve sonrasında masada zamânında ve doğru şeyler yapılmamasının sonuçlarıdır.

Târihin en büyük devletlerinden birine mâl olan ve milletimizin sosyo-psikolojik komplekslere kapılmasına sebep olan bu hatâlar, zaman ve mekânın gerçeklerinin dikkate alınmamasının sonuçlarıdır.

Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı siyâsî çekişmelerde iki tarafın başını çeken İngiltere’nin karşısında Almanya vardı. Bu iki tarafın arasındaki hesaplaşma öyle şiddetliydi ki, Rus ve Türk imparatorluklarına mâl olan 1. Dünya Savaşı bile yeterli olmamış ve hesap, 2. Dünya Savaşı’na kalmıştı.

Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki, Almanya sempatisi sebebiyle yapmış ve 1853-54 Kırım Savaşı sırasında Rusya’ya karşı müttefikiniz olan İngiltere ve Fransa’yı karşımıza almıştır. Petrolün öneminin artmasıyla Irak ve Arabistan’daki âşiretler üzerinden nüfus elde etme çalışmalarına çok öncede başlayan İngiltere, yeni sömürge avındaki Almanya ile Avrupa dışındaki mücâdelesini Osmanlı topraklarında vermiştir.

II. Abdülhamid, demiryolu projesi başta olmak üzere, birçok manevra ile bu çekişmeyi Osmanlı’nın lehine kullanmıştır. Muharebe gücü caydırıcı olmayan Osmanlı, diplomasi ve istihbârat gücüyle zaman kazanmıştır. Bu kazanılan zamânın sağladığı imkânlar, Millî Mücâdele’de zafer için kullanılmıştır.

Vaktiyle İngiltere ve Almanya arasındaki çekişmeyi kullanarak zaman kazanan Osmanlı Devleti’nin yerinde şimdi “hasta adam olmayan” ve güçlü ordusuyla Türkiye Cumhuriyeti vardır.

Afrin’deki Zeytin Dalı harekâtıyla sembolleşen askerî operasyonlarımızın arkasındaki diplomasi ve istihbârat faaliyetlerinin iyi okunması gerekir. Bu faaliyetlerde iş birliği yapılan başlıca ülkeleri ele almadan önce, operasyonun hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dış gezilerini hatırlamalıyız. Önce Yunanistan ve sonrasında da Fransa’ya yapılan ziyâretler önem arz etmektedir. Batı Trakya’da kılınan Cuma namazı, Fransa ile yapılan yolcu uçağı alımı anlaşmaları, uluslararası diplomasinin çok boyutlu devreye sokulduğunun işâretidir. Elbette burada, FETÖ’nün yıllardır yaptığı oyunbozanlığın önüne geçilmesini de unutmamalıyız.

Şu anda iş birliği yapılan ülkelere gelince bunlar Rusya, İngiltere ve İran’dır.

Rusya

Uçak düşürme ve büyükelçinin FETÖ tarafından öldürülmesi gibi ağır diplomatik krizlerin ardından büyük devlet tavrıyla hareket eden Türkiye ve Rusya, kendileri dışında kurulan tuzağa düşmemiştir. Bölge ülkelerinin ikisi olarak Rusya ve Türkiye, coğrafyanın yüklediği kaderlerini yönlendirme sürecindedir.

Soğuk Savaşı’n bitmesinin ardından kısa bir kriz dönemi geçiren Rusya, kendini toplamaya başladığında Suriye’de Hafız Esad ile yaptığı iş birliği ile bölgeye yerleşmeye başlamıştır. Yirmi yılı aşkın bir süre içinde bölgedeki âşiretlerde bu âşiretlerin dilinde ve dahası, bu âşiretlerin aksanlarıyla konuşan Rus ajanlar, farklı kimlikler ve faaliyetlerle bölgede nüfus sâhibi olmuştur. Beşer Esad’ın Rus ordusunu bölgeye çağırmasının altyapısı da bu nüfus ile tesis edilmiştir.

İngiltere

Rusya’nın yanında ve fakat kronolojik olarak bölgede daha eski bir nüfusa sâhip olan İngiltere ise, Türkiye ile diplomatik târihinin en uyumlu dönemini yaşamaktadır.

İngiltere, Avrupa Birliği’nden çıkmıştır ama NATO’daki varlığı ve ağırlığı devam etmektedir. Avrupa Birliği, İngiltere’nin küresel emperyal kimliğine ters düşen bir yapılanmaydı. İngiltere’yi Avrupa merkezli bir tavır almaya yönlendiriyordu. Oysa ki İngiltere, Avrupa’yı merkez alan değil, kendisi merkez olan siyâsî geleneğe sâhiptir. Bunun da en sivil göstergesi, Greenwich’in dünyanın merkezi olması ve tüm saatlerin buraya göre ayarlanmasıdır.

İngiltere, daha doğrusu Anglo-Sakson aklı, Avrupa Birliği’nin İngiltere’nin kimyasına ters düşeceği ihtimâlini düşünmüş olduğu için, mümkün olan bir serbestlik tavrı ile avroya katılmadı. Böylece Brexit ile Avrupa Birliği’nden çıkışının daha az mâliyet olmasına zemin hazırlamış oldu.

NATO ise İngiltere’nin emperyal kimliğine hizmet eden bir yapılanmadır. İngiliz kraliçesi, hâlâ Atlantik’in diğer kıyısındaki bir NATO üyesi olan Kanada’da nüfusa sâhiptir. Ayrıca İngiltere, NATO sâyesinde Avrupa ile kendini sınırlamamış ama Brexit sonrasında da elini Avrupa’dan çekmemiştir. NATO’nun yapacağı operasyonlarda etkili rol alacak ve NATO ülkeleriyle doğal müttefiklik hakkını kullanacaktır.

İngiltere, Londra merkezli petrol şirketleriyle Mezopotamya’da etkisini sürdürmektedir. Kürdistan’ın bağımsızlığına destek vermeyerek kendi içindeki, İskoçya gibi, bağımsızlık hareketlerinin de önüne geçmiştir.

İran

Gündemdeki ağırlığa bakıldığında diğerlerine göre geri plânda görünse de, İran, bu üçlü içinde Türkiye ile kader ve târih birliği en güçlü ülkedir. Çaldıran, tamâmen siyâsî bir rekâbet sebebiyle ortaya çıkan çatlak belki de kapanmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Ayrıca İngiltere, coğrafyanın ne kadar doğal aktörü değilse, İran o kadar doğaldır. Bunun yanında, Çaldıran’da gâlibiyetle elde edilen Doğu sınırı emniyeti, bugün masada diplomasi ile sağlanmaktadır. Türkiye’nin Doğu sınırının emniyeti, bölgesel güç olmasının anahtarıdır.

Türkiye’nin Masadaki ve Sahadaki Yeri

Türkiye, aktif diplomasisi ve verimli istihbârat çalışmalarıyla sahada ve masada doğru yerdedir. 1. Dünya Savaşı’nda yapılan hata tekrarlanmamıştır. Mezopotamya’da oynanan satrançta hamleler sonrası için kimin ne plânladığı, küresel gelişmeler ışığında öngörülüştür.

Bu gelişmelerin başında Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump sonrası başlayan süreçte yaşananlardır. Dünyanın en büyük ekonomisi olma özelliğini, planlanandan daha önce, Çin’e kaybeden ve ikincilikte Hindistan’ın nefesini ensesinde hisseden Amerika Birleşik Devletleri, eski defterlerde yazan “süper güç” gibi davranma çabasındadır. Ancak yirmi yıla yakın bir süredir sümen altında bekletilen “Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını tanıma” kartını ortaya koyması da göstermektedir ki, Amerika Birleşik Devletleri, dünyâda gittikçe yalnızlaşmaktadır. Birleşmiş Milletler genel kurulunda Kudüs ile ilgili oylamada çıkan ve Trump’ın diplomasi tanımaz bir üslupla yaptığı ekonomik tehditlere rağmen engellenmeyen karar da bu yalnızlığı, istatistik ispatıdır. TIME dergisinin “Yalnız Amerika” kapaklı sayısı da bu yalnızlığın medyatik ispâtı olmuştur.

Türkiye, bir zamanların “Küçük Amerikası” ve “bizim çocuklar”ın cirit attığı ülke olarak, artık o zamanların Türkiye’si değildir. “Avrupa’nın Doğu ile arasındaki tampon” ya da “NATO’nun Sovyetler Birliği arasındaki tampon” görevlerinin bedelini ağır ödeyen Türkiye, bu görevlerine devam etmesi için yapılan son girişim olan 15 Temmuz’da oyunu bozarak 21. Yüzyıl’da “görev verilen” değil, “pazarlık yapan” ülkeler arasındadır.