7 Haziran seçimlerinin hemen ertesi günü HDP'li Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hadsizce hedef alarak "korkma, asmayacağız, adil bir şekilde yargılayacağız" derken aslında küresel güçlere taşeronluk yaptığını itiraf ediyordu.
Bunu Kürtlerden almış olduğu %13 oyun “karşılığı” olarak söylüyordu.
Oysa Kürtler HDP’ye oy verirken “PKK terör örgütüne kulluk yap” diye değil, “Meclis’te bizim temsilcimiz ol” diye vermişti.
Ama öyle olmadı.
HDP, 2015’in Temmuz ayında terör faaliyetlerine tekrar başlayan PKK’nın en azılı savunucusu haline geldi.
Buna karşılık en sert mesaj da ilk olarak 1 Kasım’da oylarını geri çeken Kürt halkından geldi.
HDP almış olduğu oyları Kürtlere hizmet yerine PKK’ya hizmet olarak kullanmıştı ve terör örgütünün sözcülüğüne soyunmaktan da geri kalmamıştı.
Gerisini biliyorsunuz zaten.
HDP bundan sonra ki süreçte; hendek terörünü savundu, iç savaş çığırtkanlığı yaptı, “öz yönetim” adı altında Güneydoğu’nun güzide illerini yakıp yıkanlara lojistik desteği verdi, belediyeler terör örgütüne halkın paralarını kaynak olarak aktardı, parti olarak devlete ve millete her türlü meydanı okudular.
Dolayısıyla HDP hiçbir zaman meşru bir parti olamadı.
Terör örgütünün halkla ilişkiler bürosu gibi çalışmaktan geri durmadı.
PKK terörüne ses çıkarmadığı gibi her türlü olayda devleti suçladı, PKK’yla arasına mesafe koyamadığı gibi PKK’nın tüm terör faaliyetlerine desteğini esirgemedi.
Demokrasisi kurumsallaşmış hiçbir ülkede HDP’ye meşru bir siyasal parti gözüyle bakılamaz.
Ve demokrasisi kurumsallaşmış hiçbir ülkede HDP’li milletvekillerinin “seçilmişlik” kisvesi altında teröre “meşruiyet” sağlama girişimlerine göz yumulamaz.
HDP sadece PKK’yla bağ kurmadı; FETÖ’yle de dirsek temasını her daim sürdürdü.
Diyarbakır Belediyesi’ne arka kapıdan giriş yapan FETÖ’cü Ekrem Dumanlı’nın ziyaretinin ardından PKK hendek terörüne başlamıştı.
HDP de bunun savunuculuğuna soyunmuştu.
Zaten ondan sonra ki sürece bakacak olursanız HDP milletvekillerinin FETÖ’nün medya organlarında cirit attığını da görürsünüz.
Her zaman ifade ettiğimiz bir gerçeğin altını bir daha çizmekte fayda var.
FETÖ, PKK, HDP… Adları değişse de hizmet ettikleri küresel merkez aynı olduğu gibi amaçları da aynı.
Hepsi Türkiye’yi küresel güçlere diz çöktürmek için meydana sürülen taşeron yapılar.
Adları değişse de bu şer projeleri hiçbir zaman değişmiyor, yöntemleri değişse de elde etmek istedikleri sonuç hiçbir zaman değişmiyor.
15 Temmuz o nedenle bir darbeden daha çok işgal girişimiydi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde millet bu işgal girişimine dur dedi.
15 Temmuz’dan bu yana artık kendi kararlarımızı kendimizin verdiği bir süreci yaşıyoruz.
Bu süreç bir arınma süreci.
Türkiye güvenlik politikalarıyla terör örgütleriyle mücadele ettiği gibi terör örgütlerinin müdafaasına soyunan her kurumla her kişiyle mücadele ediyor.
Gerçek bir demokrasi ve herkese işleyen bir hukuk istiyorsak bunun mücadelesini vermemiz gerek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Haziran 2016’da onayladığı dokunulmazlık yasasının ardından cuma günü bazı HDP milletvekilleri gözaltına alındı ve bazıları da tutuklandı.
“Dokunulmazlıklar kalksın, gelin işte buradayız” diyen bazı HDP milletvekilleri üç kez çağırılmalarına karşın ifadeye vermeye gitmeyerek devlete meydan okumuştu.
Şimdi kimsenin ağlamasına gerek yok.
Türkiye bir hukuk devletiyse eğer hukukun herkese işlemesi ve “siyasal doğruculuk” kisvesi altında “seçilmişlik” edebiyatı yapanlara kulakların tıkanması gerekiyor.
Bunu yapanların hala görmediği gerçek HDP’lilerin gözaltına alınmasından sonra PKK’nın 9 insanımızı daha şehit etmesi.
HDP’nin PKK’yla olan bağının bundan büyük kanıtı mı var Allah aşkına?
Teröre kim bulaştıysa, terörün savunuculuğunu kim yaptıysa, aldığı oyların hesabını halka değil de terör örgütlerine kim verdiyse, kim devleti tanımamazlık edip bu ülkenin halkına silah doğrultanların yanında durduysa cezasını çekmesi gerekiyor.
Bağımsız ve gerçekten demokrasisi kurumsallaşmış bir ülke olmak istiyorsak şayet…
***
HDP’nin avukatlığı Kılıçdaroğlu’na düştü!
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu HDP milletvekillerine yapılan operasyonla ilgili olarak şu açıklamayı yapmış: “Seçimle gelenlerin gidiş yolu seçimle olur. Aynı muamele size yapıldığında 'doğru değil' diyorduk. Siyasette kan davası güdülmez. Siyasette kan davası yoktur”
Kılıçdaroğlu’nun HDP milletvekillerine yapılan operasyonun hemen akabinde bu açıklamayı yapmış olması ne kadar “hassasiyetli” olduğunun kanıtı.
Lakin aynı hassasiyeti 15 Temmuz günü Kılıçdaroğlu’nda göremedik.
ABD, 15 Temmuz günü darbe bastırıldıktan sonra darbe karşıtı açıklamalar yapınca Kılıçdaroğlu da sabaha karşı darbe karşıtı açıklamalar yapmıştı.
15 Temmuz’da FETÖ’cü teröristlerin hedef aldığı seçilmişler değil miydi?
Kılıçdaroğlu o gün neredeydi?
Mevzu bahis; teröre bulaşan, terör örgütü PKK’nın temsilcisi olan HDP milletvekilleri olunca Kılıçdaroğlu’nun aklına “seçilmişlik” geliyor da konu darbe olunca seçilmişlik olmuyor mu?
Yazıyı yazdığım sıralarda da Kılıçdaroğlu partisini olağanüstü topluyordu.
Niçin?
Terör örgütünün sözcülüğüne soyuna HDP milletvekillerine yapılan operasyon için!
“Yenikapı ruhu” falan deniyordu da o zaman da hiç inanmamıştım Kılıçdaroğlu’nun çark etmeyeceğine.
O koltuğa nasıl geldiğinden tutun da şimdiye dek bir kere milletin yanında durmayı başaramadı Kılıçdaroğlu.
“Seçilmişlik” bile PKK’yı savunan HDP milletvekillerine yapılan operasyon olunca aklına geliyor.
Kemal Bey’e ne desek boş!
***
Batı terör savunuculuğunu alışkanlık haline getirdi
HDP milletvekillerine operasyon yapılınca PKK terörle nasıl cevap verdiyse ikinci cevap da AB ve AP’den geldi.
AB, Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakerelerinin askıya alınması için bile çağrı yaptı.
Batı unuttu herhalde…
Fransa son bir senedir OHAL’de, Belçika’da asker her daim sokakta alarmda, İspanya’da bir belediye başkanı ifadeye gitmedi diye gözaltına alındı ama konu Türkiye olunca mübarek hepsi aslan kesiliyor!
Buna çifte standartlık denir.
15 Temmuz’daki FETÖ’cü darbe girişimine karşı net duramayan Batı terör örgütünün sözcülüğüne soyunan bir partinin savunuculuğunu yapıyor.
Bu utanç bunlara yeter de artar diyeceğim de zihniyetleri bu ve utanmadan bunu yapıyorlar.
Sorunları ise belli…
Türkiye’nin kendi kararlarını kendisinin vermesinden rahatsızlar.
Yani Türkiye’nin artık Ankara’dan yönetilmesinden ötürü iyice çıldırmış durumdalar.
***
Haklı davayı sulandırmamak gerek!
Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon son derece haklı ve meşru bir operasyondur.
Ama geçen Bekir Bozdağ’ın da belirttiği üzere keşke bu davanın savcısı FETÖ kapsamında sanık olan biri olmasaydı.
FETÖ’yle mücadele ettiğimiz bir dönemde ve de Cumhuriyet’e FETÖ’yle irtibatından ötürü yapılan bir operasyonda bu noktalarda daha hassas davranılması gerektiği taraftarıyım.
Bu noktada soruşturmaya üç savcının daha atanması olumlu bir gelişme oldu.
Ayrıca Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un Cumhuriyet’e yapılan operasyonun tüzel kişiliğe yönelik olduğu gazeteyle ilgisi olmadığını açıklaması üzerine Cumhuriyet Vakfı’nı zaten şaibeli yollarla ele geçirmiş Akın Atalay’ın yerine FETÖ’yle bağlantısı olmayan birine devredilmesi başka bir olumlu gelişme olacaktır.
Cumhuriyet’in Akın Atalay ve Can Dündar’la FETÖ’nün güdümüne nasıl girdiği son derece açıkken bu haklı davayı sulandırma girişimlerine mahal vermemek gerekiyor.
***
Asıl çekişme FBI ve CIA arasında…
ABD seçimleri yaklaştı.
Trump mı Clinton mı derken CNN’in son anketinde Trump’ın arayı kapattığı ifade edildi.
Trump veya Clinton ya da başkası hiç fark etmez.
Amerikan siyaseti bellidir ve bu noktada başkan sadece vizyondur.
Lakin Trump ve Clinton’dan ziyade ABD’de asıl çekişme CIA ve FBI çekişmesidir.
Seçimden önce bunun bulgularını net bir şekilde gördük.
Seçim sonuçlarından sonra da bunu daha detaylı tartışacağız.
Bakalım neler olacak?