Haset ve çekememezlik denilen kötü huylar için Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Haset, ateşin odunu yiyip tükettiği gibi iyilikleri yer, bitirir."

Peygamberimiz hasedin, bütün bu huylardan, insanın kendi aşağılık duygusundan oluşan ve aslında kendisini küçük görmesinden, kendisiyle probleminden oluşan bir hata olduğunu gösterir. Kıskançlık zaten başkasını küçük görmek, başkasının kendinden üstün olduğunu düşünerek onu küçültmeye çalışmakla alakalıdır. Çekememezlikte, hasetlikte de aynı şeyler var. Bütün problem egoda yatıyor. Bu durumdaki kişiler, benlik ve nefsaniyette yaşıyor.

İnsanda aşırı beğenilmek, sevilmek duygusu ve ihtiyacı var. Bir başkasındaki küçücük bir şeyin kendindekine tercih edildiğini görmek insanın egosuna ağır geliyor. Bazen de insanda bu hisler o kadar çok artıyor ki şöyle örnekler çıkabiliyor: Mesela annemin çok çok zengin bir dostu, annemin imitasyon küpelerini beğenerek; “Ben altınlardan geçilmesem gene de sendeki şu küpenin duruşu beni rahatsız eder. Ben ona ihtiyaç duyarım. Onu elde etmek isterim.” demiş. Yani bazı insanlar yüksek egolarından dolayı başkalarına ait olan her şeyi elde etmeye çalışır. Bu da bu saydığım üç özelliğin gittikçe artması ve insanın çirkin taraflarının iyice ortaya çıkması ile alakalıdır. Dolayısıyla insana neyi versen tatmin olmaz. Hiçbir zaman mutlu olmaz. Bu üç duygu insanı en çok mutsuz eden duygudur. Aslında kıskançlığın güzel yanı da vardır. Bunların hepsi pozitife de çevrilebilir. Kıskançlığın güzel yanı Allah’ın kıskançlığıdır, Peygamber’in kıskançlığıdır ve mürşidin kıskançlığıdır. Mürşidin kıskançlığı kendi öğrencilerinin kendi terbiyesiyle giderken ve doğru yolda ilerlerken başka doktora gidip başka reçete almalarıyla alakalıdır. Bu ikinci reçetenin, öğrencisini bugüne kadar yaptığı bütün ilerlemelerden engelleyeceğini bilir. Bu nedenle mürşid onu bu ikinci doktordan ve ikinci reçeteden korur. Peygamber’in kıskançlığı da şudur ki O, ümmetinin delalete düşmesine üzülür ve onları kıskanır. Ümmetini korur. Allah’ın kıskançlığı ise önündeki güzelliği, onu anlamayan emmare makamındaki kullarından korumasıdır. Bu üç kıskançlıkta şiddet yok, hiddet yok, karşı tarafa zarar vermek yok; sadece korumacılık vardır. Ancak nefsin kıskançlığında hiddet, şiddet, zarar vermek ve ben vardır.

Mümin münafığı anlayamadığı için onun hislerini idrak edemez. Niye ve niçin diye sorar. Aslında onun yapısında, ezelî nasibinde ilerleyememek ve kötülük yapmaya meyil vardır. Bazı insanlar kıskançlığı, hasedi, kötülüğü, başkasında olanı elde etmeyi, sadece kendi nefsaniyetini tatmin etmek için yaparlar. O yüzden de münafık niçin, nasıl yaptı diye bir soru sorulamaz. Onun yolunda ve ezelî hakikatinde, fıtratında bu gelişme vardır. Çünkü onun vazifesi budur. Müminin vazifesi ise kıskançlığı gıptaya çevirebilmektir. Bütün problem burada. Müminde bile olan ise “Ben niye olamıyorum?”, “Ben niye şuna benzeyemiyorum?” sıkıntısıdır. Halbuki hatalı olan, başkasındakilere bakıp takılı kalmaktır. Herkes kendi içinde en güzeldir. Kimse başkası olduğu zaman güzelleşmez. O hâlde önce kendi içimizdeki güzellikleri ortaya çıkarıp onları geliştirmeye çalışırsak kimsenin de bizim gibi olmadığını görürüz ve artık başkalarıyla meşgul olmaktan vazgeçeriz. Mümin başkalarıyla meşgul olmaktan ve onlarla kendini yarıştırmaktan vazgeçtiği zaman Allah yolunda ilerler ve kişiye takılıp kalmaz. Çünkü herkes ve her şey, müminin bu yolda ilerlemesini engelleyen birer sebeptir. Hatta mümin mânevî şeyleri bile kıskanır zaman zaman. Mesela “O daha zevkli namaz kılıyor.” ya da “Çok bilgili…” der ve bunlar büyük engelleyicidir. Dolayısıyla Peygamber’in dediği gibi: “Asıl sidreden sonra yetmiş bin hicapla karşılaşır insan.” Yani kendi hakikatini bulduktan sonra, kendi içindeki nefsaniyetlerin ona ne gibi oyunlar oynadığını fark eder. Mânevî yönde ilerlerken onu engelleyecek şeyleri bulur ve onları aşar, bu yüzden de maddiyat da mâneviyat da insana engel olabilir. Ama yeter ki hepsindeki sebepleri atıp Allah’a varma yolunda ilerlesin…