Üstada sordular; "İyi ve güzel bir hayatın sırrı nedir?" Biraz düşündü ve cevabını verdi Aristo: "İnsan sadece kendi hazlarına değil, parçası olduğu bütüne yönelirse güzel bir hayatı olur."
Cevap açık. Hayat sadece kendi bedenimizin, egomuzun hazlarına yönelmişse sığ ve geçicidir. Oysaki gerçek mutluluk insanın, daha büyük bir bütünün parçası olduğu bilinciyle her an değişim halinde olan âleme bir şeyler katması, egosunu yönetmesi, cansıza, canlıya ve insanlara dokunmasıdır.
İnsan, evrendeki bu muazzam değişim ve dönüşümün neresindedir acaba?
Değerli Dostlar; son söyleyeceğimizi öne alalım: Elbette insan da söz konusu değişim ve dönüşümü yaşıyor ama bir farkla. Bizdeki değişim, daha fazla maddi dünyamıza yönelme, daha çok tüketme, daha çok haz ve keyfe yönelme şeklinde maalesef. Bunun içindir ki günümüz bilgi çağının diğer bir adı da stres çağıdır. Kişisel özgürlük sloganıyla sadece kendi hazlarına doğru hızla yol alan günümüz insanı, kendi gerçeğinden ve ideallerinden aynı hızla uzaklaşıyor. Oysa gerçek ideallerinden uzaklaşan insanın, ailenin ve toplumun ayakta kalması zordur.
Kalemin Yolculuğu
Modern olma sevdasıyla parçası olduğu bütüne yönelmek ve içinde bulunduğu aileye, kuruma, topluma, evrene bir şeyler vermek bir yana tüketim çılgınlığıyla bireyselleşme girdabına yakalanan günümüz insanı, kendini bile tüketmenin arifesine gelmiştir. Evvela kendimizi okuyup yazmaktan uzaklaştığımız için kendimize ve kendimizden ötesine yabancılaşıyoruz. Sözümüz kifayetsiz kalınca kalemimizin yolculuğu da keyif vermiyor.
Zira gerçeği haykırmanın para etmediği bir zamandayız. Bütünün parçası olmanın hafifliği ve güzelliği, günlük maddi hayatın bitmek bilmeyen ve dağlar kadar büyüyen isteklerinin gölgesinde kalıyor.
Yeryüzündeki her varlığın, nesnenin, canlının; bir amacı, bir hedefi ve bir yolculuğu olduğunu unutuyoruz. Bu güzel yolculuk, bir süreklilik, bütünlük ve denge içinde. Öyle ki bin yıllardır kuşlar ötmekten, ağaçlar meyve vermekten, balıklar yüzmekten, güneş her gün yeniden doğmaktan, rüzgâr esmekten, toprak verimden vazgeçmiyor. Gül koku vermekten, arı bal yapmaktan, inek süt vermekten, yeryüzü canlıları ağırlamaktan yorulmuyor, usanmıyor.
Peki, insan olarak biz ne yapıyoruz? Maddi konfor alanımızı genişlettikçe, aslımızdan ve asli özelliklerimizden hızla uzaklaşıyoruz. Varlık amacımızdan uzaklaştıkça dünyaya vermemiz gerekenleri veremiyor, insan olarak görevlerimizden geri düşüyoruz. Kâinatın en değerlisi olarak bazen bir ağaç, bir kuş kadar olamıyoruz.
Başkasının Sevincine Üzülenler
Hayatın maddi derdinin içine düşen insan, benliğine sarıldıkça kendisi dışındakileri unuttu. Zira insan olma iddiamız zayıfladıkça zahmetsiz, çabasız kazancın peşine düştük. Alfabede bile kendisine yer bulmakta zorlanan Y ve Z kuşaklarının ortak sorunu, her şeyi hak ettiğini düşünmek, muhabbet ve merhametten uzaklaşmak oldu. Her şeyi zaten hak ettiğini düşünen birey; parçası olduğu evde, okulda, trafikte kısacası tüm yaşam alanlarında kendisine öncelik verilmesini bekler, beklentisi yerine gelmeyince de anti sosyal davranışa ve şiddete yönelir.
Bu şekilde yetişen, başkasının sevincine üzülen, başkasının kederi ile dalga geçebilen yeni kuşakların giderek çoğalması, vahametin boyutlarını gösteriyor. İşte bundan dolayıdır ki kendi oyunumuzun içinde debelenmekten üyesi olduğumuz bütünlerden uzaklaşıyoruz. Parçası olduğumuz ailedeki, işyerindeki ve bir bütün olarak evrendeki görevlerimizi, sorumluluklarımızı yerine getirmeden, üretimden, değişimden, dönüşümden uzaklaşıyoruz.
Nasıl ki irfansız bilim, anlamsız söz olmaz olsa da işe yaramaz. Benzer biçimde günümüz insanı için ego eğitimi olmadan, içinde yer aldığımız bütünlerle ve kâinatla uyum içinde olmamız çok zordur. Egonun gölgesi altındaki hayat; gönül dilinin yitirildiği, şiddetin kol gezdiği, olumsuz davranışın ve psikopatinin pekişmesine neden olur. Ailede, eğitim kurumlarında ve toplumda yoğun bir ego eğitimi ile yeniden içinde yer aldığımız alt bütünlerin ve kâinatın bir zerresi olduğumuzu algılamamız ve dışımızdaki her şeye dokunmamız mümkündür.