1945 yılında 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesi ile birlikte "yeni dünya düzeninin" temelleri atılmıştı.
DP ile CHP arasındaki iplerin iyice gerildiği bir dönemde İsmet İnönü kürsüden DP milletvekillerine: “Sizi o kadar feci bir akıbet beklemektedir ki, ondan sizleri ben bile kurtaramayacağım.” demişti. Adnan Menderes ise cevaben şöyle diyordu: “Muhalefet bir ihtilal yapmaya hazırlanıyormuş, bu beni güldürdü. Bilsinler ki, ihtilali yalnız muhalefet yapmaz, iktidar partisi de yapabilir, hem de alasıyla.” Başbakan Menderes hükümete karşı bir hareketin hazırlandığını biliyordu. Fakat böyle bir hareketin yaklaşmakta olduğunu ve başarıya ulaşacağını tahmin etmiyordu. Çünkü milli iradeye güveni tamdı.
1945 yılında 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte “yeni dünya düzeninin” temelleri atılmıştı. Dünya harbinin iki büyük ve güçlü bloğu doğurmasıyla başlayan yeni dönemde Türkiye, Sovyetler Birliği’nden gelecek komünizm tehlikesine karşı ABD’nin liderliğindeki Batı Bloğunda yerini almak istiyordu. 1947 yılı içerisinde Sovyet yayılmacılığının önüne geçilebilmesi için Yunanistan ve Türkiye’ye yardımı öngören Truman Doktrini, arkasından dünya savaşından büyük yıkım içinde çıkan Avrupa’yı iktisadi olarak ayağa kaldırmayı amaçlayan Marshall Planıyla Türkiye ekonomisini ve silahlı kuvvetlerini yapılandırma ve yenilenme dönemine girilmişti. 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyesi olmasıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki bir grup asker NATO eğitimi ve kontrgerilla eğitimi almak üzere ABD’ye gönderilmiştir.
Ezanın yeniden serbest dilde okunması, ordu içinde ilk cunta hareketini başlattı
Demokrat Parti, 1950 senesinde tek başına iktidara gelmesinden sonra, ilk iş olarak ezanın yeniden Arapça olarak okunmasının önünü açmıştı. Konunun meclis kararı ile hayata geçirilmesinden sonra ordu içerisinden irtica tehdidi algısıyla ilk müdahale düşüncesi ortaya çıkmıştı. Genel olarak, ordu içerisindeki subay ve paşaların, CHP lideri İsmet Paşa’ya karşı Kurtuluş Savaşı komutanı olarak sempatisi ve itikadı devam etmiştir. Her ne kadar Türkiye 1946’da çok partili yaşama, yani demokratik bir siyasi sisteme fiilen geçmiş olsa da, fikren ordunun Türkiye Cumhuriyeti rejiminin yegane koruyucusu olduğu ve gerekli gördüğü takdirde müdahale hakkının saklı olduğu bilincindeydi.
Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu’nun dış politika anlayışı ABD’yi rahatsız etti
Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a göre daha gözü kara ve sonucu ne olursa olsun düşüncesini icraata dökmeyi amaçlayan bir siyasetçiydi. Bayar ise, daha itidalli ve kontrollü iç ve dış politika takip etmeden yanaydı. Çünkü Bayar, ordunun taşıdığı potansiyel tehlikeyi ve İnönü’ye olan bağlılığının farkındaydı. Dış politikada ise, ABD’nin tepkisini çekmekten çekiniyordu. Bilhassa Zorlu, Türkiye’nin tek yönlü, yani sadece ABD merkezli dış politikadan vazgeçmesi, Sovyetler Birliği ile de ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu bakımdan Zorlu’nun Kıbrıs politikası ABD ve İngiltere’yi oldukça rahatsız ediyordu.
Zorlu’nun Kıbrıs politikası sonun başlangıcıydı
1950-1960 arası Türk siyasal hayatına, henüz aydınlatılamayan birçok karanlık noktasıyla damga vuran Demokrat Parti, bilhassa 1957 seçimleri sonrası Fatin Rüştü Zorlu’nun Dış İşleri Bakanı olmasıyla daha aktif dış ve iktisadi politika takip etmeye başladı. Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde izlemek zorunda olduğu politikanın adanın taksim edilmesi yönünde olduğunu uluslararası görüşmelerde ifade eden Zorlu, özellikle ABD’nin ve özellikle İngiltere’nin büyük tepkisini çekmişti. Kıbrıs’ta TMT’nin kurulmasında ve adaya Özel Harp Dairesinin silah ve telsizlerini gizlice bir gece yarısı aktaran da Zorlu’ydu. Bunun yanında, Fatin Rüştü Zorlu, görevi süresince Türkiye’nin ekonomik sorunlarına da çare aramış ve 1959 yılında Türkiye’nin “Ortak Pazar”a girmesi yönünde çalışmalar başlamıştı. İmralı adasına hücumbot ile idama götürülürken Menderes’e Türkiye’nin Ortak Pazara girmesinin öneminden bahsedecek kadar büyük devlet adamıydı.
Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’nin Sovyetler ile de iyi ilişkiler kurması gerektiğini düşünüyordu
Türkiye’nin cesur dış politika hamlelerinde imzası bulunan Zorlu, Türk dış politikasının genel tanımları ve nasıl işletilmesi gerektiğini özetleyen önemli devlet adamlarından biriydi. Başbakan Adnan Menderes’in son ABD gezisinden gerekli 300 milyon dolarlık krediyi temin edememesi sonucu Türk ekonomisinin iyice darboğaza düşmesi ve Türkiye’nin dış politikada yalnızlaşması neticesinde, Fatin Rüştü Zorlu, yazılı bir ifade ile Başbakan Menderes’e, Türkiye’nin ABD temelli tek yönlü dış politika anlayışını terk etmesi gerektiğini, Rusya ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve ekonomik anlaşmalara imza atılması gerekliliğini bildirmiştir.
Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşma stratejisi
Bu amaca yönelik olarak, Menderes, ABD’nin direkt tepkisini çekmemek üzere sağlık malzemeleri alma bahanesiyle Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ı Moskova’ya göndermiş, lakin esasında bu görüşmeler vasıtasıyla Sovyet Birliği ile Türkiye arasında çok yönlü ekonomik anlaşmaların zemini aranmıştır. Bu görüşmeler sonrasında, Kruşçev ile Adnan Menderes’in 15 Temmuz’da Moskova’da bir araya gelmesi kararlaştırılmış; Ankara da NATO müttefiki olarak ABD’ye yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için ziyareti CIA’e bildirmiştir.
27 Mayıs Askeri darbesine ABD sessiz kalarak yol vermiştir
İşte Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı idama götüren süreci hızlandıran, bu yeni dış politika anlayışı olmuştur. ABD, milli iradeye karşı ayaklanmanın içinde yer almış, darbeyi önlememiş; hatta cuntacılara yol vermişti. Dünyada hiçbir askeri darbe kalkışması ABD’den habersiz gerçekleşmez. Darbe gerçekleşirse arkasında durur, başarıya ulaşamazsa lanetlediğini ifade eder.
27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a tüm darbe ve darbe girişimlerinin amacı aynı
27 Mayıs darbesini gerçekleştirenler Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin bekçileri olarak bunu gerçekleştirdiklerini söyleyerek darbeyi meşru zemine oturtmaya çalıştılar. Fakat gerçek bunun tam tersiydi. Çünkü özellikle Atatürk’ün yegane Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın damadı ve yetiştirilmesinde büyük payı olduğu Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olmasıyla Atatürk dönemi bağımsız dış politika anlayışı kaldığı yerden devam etmiş, bu durum Atatürk döneminde olduğu gibi o dönemde de ABD’yi oldukça rahatsız etmişti. Çünkü Zorlu hayali olan Türkiye’nin liderliğinde yeni bir Sadabad Paktının kurulmasının alt yapısını hazırlamıştı. Fakat Gladio Türkiye’deki uzantıları ile el ele vererek 27 Mayıs darbesini gerçekleştirmiş ve bu kara günü yıllarda Türkiye’de milli bayram gibi kutlanmasını sağlamıştı. 27 Mayıs darbesi ile Atatürk Cumhuriyeti sona erdirilmiş, ikinci Cumhuriyet dönemi başlamıştı.
Adnan Menderes’in idam edilmeden önceki son sözleri
"Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. Ölüme karar-ı metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yasayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz ? Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes'in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.”
Allah bu millete ve devlete başka 27 Mayıslar, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar ve 15 Temmuzlar yaşatmasın. Demokrasi şehitlerimiz Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı saygı ve rahmetle anıyorum.