Kültür Sanat 28.01.2020 03:00

"Yüz Yıllık Düğüm Musul Vilayeti" belgeselinin dördüncü bölümü hazır: 'ATATÜRK'ÜN İFADELERİ BELGESELİN ÖZETİ NİTELİĞİNDE'

Gazetemiz YeniBirlik yazarlarından A. Tarık Çelenk'in "Yüz Yıllık Düğüm Musul Vilayeti" belgeseli dördüncü bölümü ve aynı adlı görüşler kitabı yayınlandı. Belgeselin bu bölümünde Mustafa Kemal Atatürk'ün daha önce yayınlanmamış orjinal görüntüleri ve ses kaydı yer aldı. Çelenk, belgesel ve kitap hakkında merak edilenleri anlattı
"Yüz Yıllık Düğüm Musul Vilayeti" belgeselinin dördüncü bölümü hazır: 'ATATÜRK'ÜN İFADELERİ BELGESELİN ÖZETİ NİTELİĞİNDE'

Araştırmacı gazeteci A. Tarık Çelenk, dördüncü bölümünü tamamladığı “Yüz Yıllık Düğüm Musul Vilayeti” adlı belgesel ve aynı adlı görüşler kitabını anlattı. Çelenk, belgeselin bu bölümünde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün daha önce yayınlanmamış orjinal görüntüleri ve sesiyle başladığını aktardı. Çelenk, belgesel hakkında şunları söyledi: "Belgeselin dördüncü bölümü Gazi M. Kemal Atatürk’ün pek yayınlanmamış orijinal görüntüleri ve sesiyle, Nutuk’taki şu ifadeleri ile duygusal bir müzik seçimiyle başlıyor ve devam ediyor;

“Osmanlı İmparatorluğu’nun muharebeden evvelki hududu malumunuzdur. Harb-i Umumi’nin neticesi bir takım fedakârlık ihtiyarına devletimizi mecbur kılıyor, buna nazaran devlet için milli bir yeni hudut kabul ettik. Bu hudut beyannamemizin birinci maddesinde musarrahtır.
Teferruat itibariyle bilinmeyenler olabilir. Bittabi ma’zurdurlar. Bu hudut tahassul ederken işin içinde bulunduğumdan bunu da arz edeceğim: Mütareke akd olunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu hudut İskenderun Körfezi cenubundan Antakya'dan Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablüs Köprüsü cenubundan Fırat Nehri'ne mülâki olur. Oradan Deyrizor'a iner; badehu Şarka temdîd edilerek, Musul, Kerkük, Süleymaniye'yi ihtiva eder. Bu hudut ordumuz tarafından silahla müdafaa olduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anasırı ile meskun aksam-ı vatanımızı tehdit eder. Bunun cenüb aksamında Arapça mütekellim dindaşlarımız vardır. Bu hudut dahilinde kalan aksam-ı memâlikimiz cami’a-i Osmaniye'den layenfekk bir küll olarak kabul edilmiştir.”

"İKİ KİTAP HAZIR BEKLİYOR"

"Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu liderinin ifadeleri aslında belgeselimizin de özeti niteliğindeydi." ifadelerini kullanan Çelenk,
"Bölüm, bu alıntının ardından etkileyici bir jenerik müziği ve görsellerle açılıp İsviçre’deki Cemiyet-i Akvam binalarında yapılan röportajlarla devam ediyor." dedi. Çelenk şöyle devam etti:
"Musul Vilayeti belgeselinin bir buçuk dakikalık trailer’ını sosyal medyada yayınladığımızda – mosulproject.com - bazı dostlar bu çalışmanın amacını ve kısa hikâyesini yazmam gerektiğini ifade etmişti. Ben de akıl defterime notumu almıştım. Şimdi artık, 35 dakikadan altı bölümlük bir belgesel ve hem Türkçe hem İngilizce metinlerden oluşan akademik nitelikte iki kitap, yayınlanmak üzere hazır durumda bekliyor. Hazırladığımız bu kitap ise belgeselin zenginleştirilmiş içeriğiyle söyleşilerinden oluşarak Musul Vilayetinin bugünlere uzanan hikâyesine, kuşaklar arası yas aktarımı ve misak-ı milli kavramı üzerinden ele alarak, özgün bir pencere açmayı amaçlıyor. Ben de burada belgeselin ve bu kitabın kurgusunun neler üzerine dayandığını kısa bir tarihçe eşliğinde özetleyerek, ilgilenenler için anlatmaya çalışacağım."

"BELGESELDE AİLENİN ÜÇ KUŞAK YAS AKTARIMI VAR"
Belgesel ve görüşler kitabı hakkında "Belgesel ve elinizde tuttuğunuz bu kitap, dedemden başlayarak ailemin üç kuşak yas aktarımının hikâyesi üzerine kurulu." diyen Çelenk, "Bu hikâye duygusal ve tarihsel “misak-ı milli” kavramı üzerine oturuyor. Akademik, diplomatik ve genel söyleşiler üzerine kurulu çalışma, belgesel için ekibimizle yaptığımız değerlendirme toplantılarında da teyit edildiği için bu minval üzerinden bir yol hikâyesine dönüştü." diye konuştu. Çelenk, şu ifadeleri kullandı:
"Psikoterapist kızım Rüveyda konuyu kısaca özetlemişti; Sinopsis, dedem Ahmet Tevfik Bey, annem ve benim bilinç-dışı süreçlerimiz üzerinden kuşaklar arası yas aktarımına odaklanmak üzerine kurgulanacaktı. Ahmet Tevfik Bey'in I. Dünya Savaşı’nın öncesinde Süleymaniye’deki ailesi, çocuklarıyla beraber vebadan vefat ediyorlar. Kendisi Sarıkamış Cephesindeki görevinin sonrasında anneannemle Erzurum’da evleniyor. Ancak sınırlar çizilince travma ve yas tutma süreci başlıyor. Yasını politik-konjonktürel koşullardan ötürü tutamıyor. Aktarım için en uygun çocuk ve büyük evlat olan anneme aktarıyor, o da bana bunu ödev (misyon) olarak yüklüyor. Benim subay olmam (anne teşviki), entelektüel uğraşlara girmem (Ekopolitik) ve sonunda Musul Vilayetine dair böyle bir projeyi üstlenmem tesadüf olmamalıydı. Bu belgesel ve kitapla, bu (rezerve çocuk) ödev (misyon) belki de tamamlanmış olacaktı.
Mantıklıydı. İzleyiciyi meselenin bireyselliğiyle sıkmadan, ana iskeleti bu kuşaklar arası bilinç-dışı aktarım hikâyesi üzerine kurduk. Tüm akademik ve diplomatik söyleşileri bunun üzerine inşa ettik. Bu yas ailemizin şahsında Misak-ı Millî’nin de yasıydı aynı zamanda."

"ADINI NE KOYACAKSIN?"
Doğduğunda isminin koyuluş öyküsünü anlatan çelenk, "Aile hikâyesinin bu yönüne gelince, bu ifade edilirken yaşanan yas ve aktarım süreçlerinin anlaşılmasına yönelik anılar da paylaşılmalıydı. Annem ve babam zamanın şartlarına göre geç evlenmişler. İlk kardeşim düşük, ikinci kardeşim de annemin hayati tehlikesi nedeniyle cerrahi metotla alınmış. Doğumum ise, babamın ifadesi doğrultusunda, annemin sağlığına ilişkin her türlü risk alınarak evde ebe nezaretinde zor gerçekleşmiş. Ben Erzurum’un Mart kışında dünyaya gelmişim; doğar doğmaz hayat emaresi vermeyen bedenim, Üstün Dökmen’in annesi komşumuz avukat-edebiyatçı Sabahat Dökmen Teyzenin kucağında acil kar banyosuyla canlanmış.
Doğmadan önce annem çocuklarının yaşamamasından dolayı çok üzgünmüş. Bir gün rüyasında dedem Ahmet Tevfik Bey’i subay kıyafeti ve beni de kundağımla görmüş. Ahmet Bey kundaktaki bebeği anneme vermiş ve “Senin çocukların yaşamıyor, al, bu yaşasın” demiş. “Adını ne koyacaksın?” diye sormuş, annem “Tarık” deyince biraz mahzun olmuş. Sonra annem “Hem Peygamberimizin a.s adı hem de senin adın; Ahmet olsun” deyince dedem gülümseyivermiş.
Annem gerek Erzurum’da ve gerekse İstanbul’a taşındığımızda dedemin akrabalarını ve memleketlilerini aramaya, sormaya, beni de yanında götürmeye özen gösterirdi. Annem Atatürk nesli bir ilkokul öğretmeniydi. Dedemin Süleymaniyeli akrabaları da az buz adamlar değildi. Nobel ilaç fabrikası sahibi Turgut Bey’den Nişantaşı Deniz Kitabevi’nin sahibi Kemal Bey’e, hâkim Hüsrev Bey’den Fenerbahçe DDY Kampı Müdürü Osman Bey’e kadar birçok kişi... Bunlar “Beyaz Türk” (sonradan “Beyaz Kürt” olduklarını anlamıştım) diye nitelenen Cumhuriyet elitleriydi. Bir o kadar da Irak’ta eski kral hükümetinde görev almış kimse söz konusuydu. Annem hüzünlenerek onların darbede katledildiğini anlatırdı." dedi.

BAĞDAT SOSYETESİ ETKİSİ
Çelenk şöyle devam etti: "Dedem Harbiye’de Atatürk’ün bir alt sınıfındanmış. General Salih Omurtak yakın arkadaşıymış. Atatürk’ü sever ve askerliğini takdir eder, ancak dini yönünü de zayıf bulurmuş. Annemleri dedem bir defa memleketi Süleymaniye’ye, akrabalarının yanına, 1949’da götürebilmiş, oradan da Bağdat’a kadar uzanmışlar. Annem hep Bağdat’ta Dicle Nehrini ve Bağdat sosyetesinin kendini çocuk olarak ne kadar etkilediğini hep belirtirdi. Dedemdeki sılayı rahim hasreti oldukça derinmiş. Birkaç defa Soğuk Savaş şartlarında Irak’a gitmek için izin istemişse de bu pek hoş karşılanmamış. Binbaşı rütbesindeyken emekli olmuş. Önce Sivas Zara, sonra da Erzurum’da evlerine çekilmişler. Sarıkamış Cephesinden kalma hastalığı tekrarlayınca, dedem, ölene kadar (1956) ayağa kalkamadan sandalyede yaşamış. Erzurum’da vefat etmiş. Zamanın şartlarına göre Fransızca, Arapça ve Soraniceyi iyi konuşurmuş. İlaveten Erzurum’un en iyi kütüphanelerinden birine sahipmiş. Dini duyarlılığı yüksek, nazik, kadınlarla da zamanın şartlarına göre sosyal ilişkisi maruf imiş. Annemin tabiriyle, katı dindarlardan ayırt edici özellikleri mevcutmuş. Dedeme göre, Buddha ve Zerdüşt gibi farklı medeniyetlerin maruf şahıslarının peygamber olma ihtimalleri varmış. Hatta anneme orta ve geç vakit namazlarını cem etmesini bile öğretmiş.
Çocukluk belleğimde en son ifade edebileceğim, etkileyici bir diğer şey de dedemim memleket hasreti duyarlılığına dayanamayarak 15 yaşındaki teyzemi -kendi ikna olarak- 40 yaşındaki Vartolu Beritan aşiretinin reisine vermesiydi. Psikanalist Ayla Yazıcı Hanımla görüştüğümüz ve bazı detayları paylaştığımda bunun da ayrı bir travma olarak yansımalarını bana ifade etmişti."

"İLKOKUL'DA OSMANLI MERAKLISIYDIM"
Çocukluk yıllarından söz eden A. Tarık Çelenk, tarih birikiminin nasıl oluştuğunu anlattı. Çelenk,
"İlkokul yıllarımda gerçek bir Osmanlı tarihi meraklısıydım. Enver Behnan Şapolyo, Feridun Fazıl, Reşat Ekrem Koçu, Bekir Büyükarkın vs. hepsini hatmetmiştim. Kadıköy Gençlik Kitabevi’nden özel büyük atlaslar alır, hayalimdeki Osmanlı haritalarını ayrıntılarıyla işaretlerdim.
Lise yıllarında tartışmasız antikomünist ve milliyetçi, üniversite yıllarımda ise önce İslamcı, sonra da tasavvufla ilgili biriydim. Lise sonda subay olmak istiyordum, annem beni teşvik ediyordu; ancak okula gelen tek başvuru formunu arkadaşım İbrahim kapınca -biraz da üşenerek- Harp Okulu sınavına girmemiştim. Ancak kader subay olma şansını İTÜ’yü bitirip master yaparken 1980 İhtilali şartları ile tekrar karşıma çıkardı.
Bu şansı değerlendirdim. Hayatımı da nispeten erkence yoluna koymuş görünüyordum. Ancak siyasi ve entelektüel süreçlerden bir türlü kopamıyordum. Yaptığım iş bana rutin geliyordu. Ankara’da hep bu çevrelerin içindeydim. Bu durum bazen hem eleştiri hem de fitne konusu oluyordu.
Mecburi hizmetin bittiği gün istifa etmem radikal bir karardı. Binbaşıydım. 1998’de hep benim yanımda duran Abdullah Tivnikli’ye “Gel, destek ver, bir Think Tank kuralım” dediğimde, bu teklife hazır olmadığını gördüm. Mecburen özel sektöre adım attım."

"TİVNİKLİ ORJİNAL METİNLERİ VERDİ"
"Bu geçiş döneminde destek ve danışmanlık aldığım psikoterapist Tahir Özakkaş’tan bilinç-dışı süreçler ve bilişsel hallere dair çok şey öğrendim. Tahir Bey özellikle dedem Ahmet Tevfik Bey’in benim üzerimdeki bilinç-dışı kuşak aktarımları (rezerve çocuk) ve benzerlikler üzerinde durmuştu. Tahir Bey vasıtasıyla psikolojinin diplomasi, tarih ve siyasetteki önemini kavradım. Prof. Dr. Vamık Volkan’ı okumaya başladım.
Aslında kafamda Vamık Hocanın zamanında Virginia’da George Mason Üniversitesi’nde kurmaya çalıştığı Zihin ve İnsan Etkileşimleri Merkezi tarzında bir düşünce kuruluşu kurmak vardı. Ekopolitik’te ilk çalışmalara başladığımızda bu doğrultuda Rebia Dirim gibi psikanalist dostlarla denemelere başlamıştık. Sonradan Vamık Hocayla spontane devam edebildik. Ancak imkânsızlıklar nedeniyle bu amacımızı uzun vadede kurumsallaştırıp gelenek haline getirmeyi başaramadık.
Ekopolitik dediğimiz kurumda, her ne kadar öğrencilerimiz ve gönüllü hocalar bir arada olup kendi ilgi alanlarına göre bilgi aktarımı yapsınlar mantığı güdülüyorsa da, bizler de boyumuzu aşan işler yapmaya çalıyorduk. İşte böyle bir ortamda bir toplantı sonrasında ayaküstü yakaladığım Abdullah Tivnikli Bey, bana Kürşat Atılgan Bey’den aldığı Lozan Konferansının orijinal metinlerini içeren bir flaş bellek verdi. “Madem öyle, bunu çalışın” diye de ekledi.
Bu küçük flaş bellek benim için adeta ödüldü. Heyecanla Ekopolitik’e döndüm, çalışma arkadaşlarımızdan kurum direktörü Murat Sofuoğlu Bey’e teslim ettim. Muratlar üç gün kapandılar. Lozan metinlerini çalışmalarının sonucunda, “Musul Vilayet Konseyi” adı altında nur topu gibi bir evladımız olmuştu!"

"MUSUL, MİSAK-I MİLLİ'NİN ASLİ PARÇASIYDI"

Musul'un Misak-ı Milli sınırları içerisinde olduğunu söyleyen Çelenk, "Lozan metinlerinin bırakılan temel konusu tartışmasız “Musul Vilayeti” idi. Musul Vilayeti ise bizim milli andımızın (misak-ı milli) aslî bir parçasıydı." diyerek şunları söyledi:
"Musul Vilayet Konseyi (MVK), ABD’nin Irak’a müdahalesini ve yeni anayasa çalışmalarını müteakiben kurulan önemli bir sivil toplum kuruluşuydu. Kuruluşları 1991’di, 63 aşiretin imzası vardı. Aralarında Berzenci, Caf ve Zebar gibi önemli aşiretler, Kürt, Arap, Türkmen ve Süryani unsurlar mevcuttu. Bu sivil toplum kuruluşunun (STK) ilginç bir özelliği de tarihsel tanımlı “Musul Vilayeti” adına Birleşmiş Milletler’in (BM) Cenevre ofisinden akreditasyon almalarıydı.
İsviçre’de, Cenevre’de tüm Avrupa’yı kapsayacak şekilde “İyi niyet elçileri” grubu, başta tarihçi Erik Reykl ve hukukçu Anthon Keller olmak üzere, Şeyh Mahmut’un yeğeni ve önemli kanaat önderi Şeyh Salar Hafid, aşiret liderleriyle Musul Vilayet Konseyinin kuruluşuna önderlik etmişti.
Burada Türkiye için ilginç olan, Musul Vilayet Konseyinin BM Cenevre’deki ofisine Musul Vilayetinin statüsünün hâlâ devam edip etmediğine dair başvuruları ve alınan cevabın içeriğidir. İç memorandum formunda verilen yanıt/belge (1991) Musul Vilayetinin statüsüne dair tartışmaların 25 Temmuz 1925 tarihli rapor muvacehesinde hâlâ açık olduğunu ifade etmekteydi.
Bu cevap hem Musul Vilayet Konseyinin yasal etki alanını genişletmekte hem de Türkiye’nin bölgenin değişen statüsüne ilişkin Lahey Adalet Divanı’na kadar uzanan yasal sürecini açmaktaydı. Musul Vilayet Konseyi adeta aynı camide farklı kıblelere dönerek ibadet eden gruplar topluluğuydu. Kürdistan ütopyasından, Musul Vilayetinin Avrupa Birliği’ne (AB) veya Türkiye’ye bağlanmasına kadar amaçlar taşıyan gruplar, doğal halleriyle orada mevcuttu."

"BU GRUBA ÖZAL SAHİP ÇIKMIŞ"

"Bu gruba 1992’de merhum Turgut Özal sahip çıkmış, Gündüz Aktan ve Yusuf Bozkurt Bey’i görevlendirmişti. Özal’dan sonra bizle karşılaşana kadar ülkemizden bir teveccüh görememişlerdi. Anthon ile ilk temas 2005’de sağlandı. Kendisi Boston’da hukuk okumuş, idealist bir melez Avrupalıydı. Musul Vilayet Konseyine kendini adamıştı. Konseyin antik dönemden bugüne uluslararası hukuk düzlemine ait bilgileri solami.org adı altında sitede toplanmıştı. İlişkimiz, bazı ilkesel anlaşmazlıklar olsa da, o ölene kadar sürdü. Anthon gelince basın bu işi “63 aşiret Türkiye’ye bağlanmak istiyor” başlığında verdi veya köpürttü.
Keller’ı Ankara’ya götürdüm. Gündüz Aktan, Kürşat Atılgan ve Cemil Çiçek Beylerle görüştürdüm. Ayrıca başbakan başdanışmanı ile de uzun süren görüşmeler yaptık. Ancak o dönemlerde dış politikamızda Soğuk Savaş ve denge geleneği devam ediyordu. Keller ve Musul Vilayet Konseyinin önerileri çapraz dengeler açısından bazen ürkütücü ve radikal olabiliyordu.
Çalışmalarımıza Türkmen Cephesi ve Türkiye’deki Türkmen davasının sorumluluğunu taşıyan arkadaşlar da aktif destek verdiler. Muzaffer Aslan, Savaş Avcı ve Orhan Ketene gibi... Biz Musul Vilayet Konseyi ile Irak Anayasasının güvenceye aldığı ilgili bölgenin azınlık ve mülkiyet haklarının yapıldığı ve konsey üyelerinin katılacağı bir toplantıyı Ekopolitik olarak yapmaya karar verdik. Toplantıya hatırımı kırmayarak o zamanki TBMM Dış İlişkiler Komisyon ve SETAV başkanları da katıldılar.
Açılış konuşmasını yaparken imparatorluk çağının kapanması ve ulus-devletlerin sınırlarının çizilmesiyle akrabaların ayrılığından bahsetmiş, dedem Ahmet Tevfik Bey’i örnek vermiştim. Çalıştay oturumunun sonunda Şeyh Salar yanıma gelerek “Ben sizin dedenizi ve akrabalarınızı tanıyorum, buluşmanıza yardımcı da olabilirim” dedi.
Bu benim için anlamlı ve onur verici bir başlangıçtı. Zira ailemizden uzun yıllar zikredilen ancak meçhul olan Süleymaniye’deki akrabalarımızı bulmak bana kısmet olmuştu. İlk olarak, dedemin amcasının torunu Kerwan Bey beni ziyaret etti. Bana iki yüz yılı gösteren ve içinde isimlerimizin de yazılı olduğu derin şecereyi gösterdi; benim için ziyadesiyle etkileyiciydi."

"BEN DE İMPARATORLUK TORUNU VE CUMHURİYET ÇOCUĞUYDUM"

İki dedesinin de hem Osmanlı hem de cumhuriyet subayı olduğuna değinen Çelenk, " Misak-ı milli dediğiniz hepimizin ortak hikâyesiydi" diyerek şunları kaydetti:
"2006-2009 arasında biz Ekopolitik ekibi olarak Musul Vilayeti mücessemi olan Erbil, Süleymaniye, Dohuk, Kerkük ve Musul’u ziyaret ettik. Süleymaniye ve Erbil’de dedemizin kuzenleri bizleri çok sıcak bir ilgiyle karşıladılar. Dedem Ahmet Tevfik Bey hâlâ oralarda maruf bir kişi olarak anılıyordu. Akrabalardan Avrupa ve Amerika’da yerleşen, yüksek tahsil yapan insanlar vardı. Bazıları İstanbul’da annemi ziyaret ettiler.
Baktığınızda, her birimiz gibi, ben de İmparatorluk torunu ve Cumhuriyet çocuğuydum. Her iki dedem de hem Osmanlı hem de Cumhuriyet subayı idi. Baba tarafından dedem Yüzbaşı Ahmet Zühtü Bey, İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı’daki Kürt İsyanında bir gözünü kaybetmişti. Misak-ı milli dediğiniz hepimizin ortak hikâyesiydi.
Biz Ekopolitik ekibi olarak adeta Anthon ve Şeyh Salar ile yarışırcasına Musul Vilayetinin peşini hiç bırakmadık. Musul Vilayeti üzerinden tanımlanacak bir Ortadoğu barışı Irak ve Ortadoğu dengelerine, Türkiye’nin de garantörlüğüyle, Irak için demokratik konfedere bir model olabilirdi. En son Ekopolitik kapanmadan, bölgenin önemli merkezlerinden biri olan Erbil Şaklava’da, 140 STK ve aşiret temsilcinin katılımıyla iki gün süren çalıştaylar düzenledik.
Toplantılara Türkiye’den ulusalcı ve milliyetçi gurupları da tarih ve bölge gerçeğiyle yüzleşmeleri maksadıyla dahil ettik. Ekopolitik’in 2011’de kapanması ile birlikte resmen artık Musul Vilayet Konseyi ile ilişkilerimiz bitiyor, ama Şeyh Salar başta olmak üzere, muhataplarımızla dostluğumuz hep sürüyordu."

"MEVCUT DENEYİMLERİMİZ ÜZERİNDEN GÜNCELLEME YAPTIK"

Çelenk, "Binali Bey bizim Musul Vilayeti çalışmalarımızın tarih ve gelecek bakımından en azından akademik düzeyde sürmesi gerektiğine inanıyordu" diyerek çalışmalarını şu şekilde anlattı:
"IŞİD, Musul’u ve konsolosluğumuzu işgal etmişti. “Aklımız sonradan gelir” hesabı, tarihi ve hukuki tezlere ihtiyacımız vardı. Otuz yıllık ağabeyim olarak kabul ettiğim Binali Yıldırım başbakan olmuştu. Kendisini aradığımda yoğunluğuna rağmen bana döndü ve deneyimlerimizi kısaca paylaştım. Hemen ilgilendi; işlevsel bir şekilde başdanışmanı İhsan Durdu Bey’e konu hakkında yetki verdi. Binali Bey, İhsan Bey, ben ve merhum Abdullah Tivnikli mevcut deneyimlerimiz üzerinden bir güncelleme yaptık. Kapsama ziyaretler, davetler ve istişareler dahil edildi.
Binali Bey bizim Musul Vilayeti çalışmalarımızın tarih ve gelecek bakımından en azından akademik düzeyde sürmesi gerektiğine inanıyordu. Süreç içinde, Kürt Bölgesel Yönetimi (KYB) Başkanı Mesut Barzani Bey’e Musul Vilayeti hakkında düşüncelerini katılımcılar önünde sormuştum. Mesut Bey yirmi dakika konuyu anlattı. Musul Vilayetinin farklı kimlikleri içeren bir barış modeli olduğunu ifade etti. Sonunda da Binali Bey’e dönerek, “Bazı revizyonlarla, bugün neden olmasın Sayın Başbakan?” diye tamamladı. Başbakanımızı da bu cevap oldukça duygulandırmıştı.
Bu Mesut Barzani’nin son ziyaretiydi. Zira KBY için referandum süreci başlamıştı. Mesut Barzani’nin süreç esnasında bazen basında “Referanduma karşı onurlu bir çıkış yolu önerin” dediğini iyi hatırlıyorum. Bu dönemde üst düzey bürokratlar, bazı durumlarda konuya ilişkin deneyimleri olan STK temsilcileri veya kanaat önderlerinden görüş alıyorlardı. Ben de kritik Milli Güvenlik Kurulu (MGK) öncesinde deneyimlerimi ve görüşlerimi tüm gün boyunca paylaşma şansını bulabildim. Açık olan konu; Türkiye, Musul (Vilayeti) arasında uluslararası hukuktan kaynaklanan bir ilişkinin belirsizliği idi. Devlette arşivler vardı, ancak mesele özümsenmemişti. Bu konuda bir boşluk olduğu açıktı. Şahsen üzgündüm."

"KURTULMUŞ, HEMEN MANEVİ HİMAYE VE DESTEK VERDİ"

Kültür Bakanlığı döneminde Numan Kurtulmuş'a konuyu anlatınca Kurtulmuş'un kendisine hemen destek olduğunu aktaran Çelenk, devamında gelişen olayları şöyle anlattı:
"Bu dönemde yazmaya ve konuşmaya çalıştım. Bir gün medyada bir canlı yayın tartışma programında karşımdaki katılımcılar, popülist ve diplomatik direnç gösteren bir tavırla, gösteri yaparcasına, Türkiye’nin Musul Vilayetiyle hiçbir bağının olamayacağını savundular. Ben tezimi ifade edip Musul Vilayet Konseyinin, BM’nin Cenevre ofisinden aldığı iç memorandumu gösterince, bunun geçersizliğini baskın ve gerekçesiz bir şekilde ifade ettiler. İşin ilginç tarafı o ki; futbol maçına dönüşen tartışma, sosyal medyada, tezlerimizin nasıl çürütüldüğü kolektif saldırgan bir narsist keyifle ifade ediliyordu.
Bu son deneyim, Türkiye-Musul Vilayeti (misak-ı milli) ilişkisini görsel, duygusal, akademik ve diplomatik anlamda ortaya konulması gerekliliğini zihin dünyamda ortaya koymuştu.
Aradan bir yıl geçmişti, konuyu Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş Bey’e iletince sürpriz bir öncelikle, hemen manevi himaye ve destek çıktı. Ardından Türk Hava Yolları’nın (THY) başındaki İlker Aycı ve o zamanki Vakıfbank Genel Müdürü M. Emin Özcan Beyler de anlamlı destekler verdiler."

"DİPLOMATİK VE DUYGUSAL BİR DİLLE AKTARILACAKTI"

Belgeselde hedefin TRT olduğunu söyleyen Çelenk, bu kanalın tüm etnik kimlikteki kişilere duygusal bir gerçeklikle bu belgeseli ulaştıacağını belitti:
"Planladığımız gibi, Türkiye- Musul Vilayeti ilişkisi, iç ve dış kamuoyuna akademik, diplomatik ve duygusal bir dille görsel ve yazım olarak aktarılacaktı. Yazılacak özgün kitap geçmiş ve geleceğe yönelik çok-disiplinli metinlerden oluşacaktı.

Belgeselde ise hedef TRT’ydi. Zira TRT ortak geçmiş nosyonunu Trabzonlu bir Türke, Süleymaniyeli bir Sorani Kürdüne, Kerküklü Türkmene, Erbilli Ezidiye veya Musul’lu Arab’a duygusal bir gerçeklikle ulaştırabilirdi.

Her iki çalışmamızda da ilhakçı ve nasyonalist bir yaklaşımdan muhataplarımızı ikna edebildiğimiz kadarıyla kaçınmaya çalıştık. Bir türlü istikrar bulamayan Ortadoğu’da huzurun anahtarının insanların kendi tarihinde, duygudaşlığında ve bunları hatırlamasında olduğunu anlatmaya çalıştık.
Çalışmalar, yazışmalar ve çekimler bir buçuk yıl sürdü. Lozan’da, Cenevre’de, Bağdat’ta, Kerkük’te, Ankara’da, Musul’da, İstanbul’da, Washington DC’de vb. özel mekânlar için özel izinler alındı. Altmış yedi otoriteyle görüşüldü. British Pathe, Critical Past, Journeyman, E-Footage, Genelkurmay, TRT, Rudaw Arşivleri ve benzerlerinden yararlanıldı. Belgeselin altyapısını kuvvetlendirmek amacıyla, kendi çabalarımızla beraber İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nin desteği ve Filistinli dostumuz Prof. Dr. Sami El Arian Bey’inde katkılarıyla, kapsamı son yıllarda alanında tek ve özgün olan Uluslararası Musul Konferansını da (http://faraszade.com/musul-sempozyumu-izlenimlerim/) gerçekleştirildik.
Projemizin kitabı olma özelliğini taşıyan bu çalışmamızın, söyleşileri, dökümanları/ arşivleri, referansları ile okurların ve araştırmacıların ilgisini çekeceği inancındayım."