Vakıf Katılım web
Siyaset - Politika 07.12.2019 14:34 Güncelleme: 07.12.2019 14:39

"Kadına şiddet topyekun mücadele edilmesi gereken bir alan"

AK Parti Sözcüsü Çelik, kadına yönelik şiddet konusunda kat edilmesi gereken çok büyük bir mesafe olduğunu belirterek, "Bu topyekun bir mücadele edilmesi gereken bir alan." dedi.
"Kadına şiddet topyekun mücadele edilmesi gereken bir alan"

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, CNN Türk canlı yayınında gazeteci Hakan Çelik'in sorularını yanıtladı. 

İlk uçuş testini gerçekleştiren Akıncı TİHA'yla ilgili videonun gösterilmesi üzerine Çelik, bunun müthiş bir iş olduğunu, 15 yıllık tarihte 200 yıllık yol yürüdüklerini, normalde bu buluşlar için başka ülkelerin kapısında beklemek durumunda kalacaklarını ve bu ihtiyacı giderdiklerini anlattı.

Bu teknolojiyi dünyada en ön sırada ürettiklerini vurgulayan Çelik, genç beyinlerin bir seferberlik içerisinde eserlere imza atarken hayallerini ve ideallerini gerçekleştirdiklerini, bunun topyekun bir seferberlik olduğunu ifade etti.

Gündemdeki Ceren Özdemir cinayetine de değinen Çelik, "Şimdi bu tabii bizim canımızı çok yakan, özellikle Ceren kardeşimizle birlikte bir kere daha gördük ki her bir yaşadığımız kayıpla birlikte insanlığımızdan, medeni toplum olma bir şey kaybediyoruz. Bu dünyanın her yerinde büyük problem, ülkemizde de büyük bir problem." diye konuştu.

Kadına yönelik şiddetin birkaç boyutu olduğunu aktaran Çelik, siyaset, medya ve günlük hayatta kullanılan dilin fazla ataerkil ve maço olduğuna, kadınları aşağılayan, ikinci sınıf olarak gören kavramların kullanıldığına işaret etti. Çelik, küçük yaştan itibaren çocukların yetiştirilmesinin önemine işaret etti.

"Kadına şiddet topyekun mücadele edilmesi gereken bir alan"

AK Parti Sözcüsü Çelik, bu konuda kat edilmesi gereken çok büyük bir mesafe olduğunu belirterek, şunları söyledi:

"Bu sadece kanunlarla düzenlenebilecek, siyasetle ele alınabilecek bir şey değil. Bu kültürel ve ahlaki bir konu. Çocuk hangi kodlarla yetişiyor? Kız ve erkek çocuklara dönük davranışların farkından itibaren bu içselleştiriliyor. Kız çocuklar ve kadınlar için bir takım şiddet, sadece fiziki şiddet değil. O en çirkini, ama sözel ve davranış kodlarına gizlenmiş şiddet ile bir insanı iş hayatında, kamusal hayatta, okulda farkında olmadığımız şekilde geri planda tutan bir yaklaşım var. Bunlar da şiddet. Bu kültürel ve ahlaki hassasiyet gerektiriyor. Tabii ki siyaset konumu üzerine düşeni yapacak, yapıyor da ama sonuçta kanunların uygulanması da bir zihniyet meselesi. Siyaset açısından da bu var. Bizim kullandığımız dilde, en son gördük işte bir kadın arkadaşımıza karşı Meclis'te son derece çirkin bir saldırı. Doğrudan 'Susturun, haddini bildirin.' gibisinden son derece maço bir tavırla. Bu topyekun bir mücadele edilmesi gereken bir alan."

Çelik, kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinde olayın nasıl işlendiğine ilişkin detaylı bilgi verilmesinin yol gösterici ve örnek teşkil edici sorun doğurabileceğini kaydetti. 

Kadına şiddetin önlemesiyle ilgili büyük mesafeler alındığını, kanunlarda düzenlemeler yapıldığını belirten Çelik, siyasetçi olarak bu konuyu daha çok gündemde tutacaklarını, ama en önemli meselenin çeşitli alanlardaki bileşenleri bu konuda eğitmek olduğunu dile getirdi.

Dörtü zirve

NATO Liderler Zirvesi'nin hatırlatılması üzerine ise Çelik, NATO'yla ilgili yoğun tartışmaların yapıldığı bir dönemde, Barış Pınarı Harekatı'na dönük en ileri ifadeleri kullanan Fransa gibi ülkelerin zirvede bir araya geldiğini anımsattı.

Zirvenin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Londra seyahati, dörtlü zirve, iki NATO toplantısının sonucu ve Cambridge Camisi gibi önemli bir esere imza atılması gibi sonuçları olduğunu ifade eden Çelik, "Dörtlü zirve de tabii birçok gündem maddesi var. Göç meselesinden Barış Pınarı Operasyonu'na, Suriye'deki duruma kadar. Bu zirvenin en önemli sonucu şu, dışarda konuşurken Türkiye'ye ne yapması gerektiğini söyleyenler dörtlü zirvede Cumhurbaşkanımız'dan aslında kendilerinin ne yapması gerektiğini ve bunları yapmadıklarını duymuş oldular. Bunlar karşısında da söyleyecekleri çok fazla bir şey yok." değerlendirmesini yaptı.

Terörle mücadelede çifte standart uygulandığını belirten Çelik şöyle devam etti:

"Avrupa Birliği Bakanıyken gördüğüm çok net bir manzara vardı. Türkiye, DEAŞ saldırısına uğradığı zaman Avrupa'daki büyük kamu binalarına pek çok başkentte Türk bayrağı yansıtılıyordu. Kayıplarımız hakkında bizimle dayanışma içerisinde olduklarını söylüyorlardı, ama PKK saldırısına uğrağımız zaman Avrupa'da hiçbir binaya Türk bayrağının yansıtıldığını görmedim. DEAŞ'a karşı bu dayanışma gösterilirken PKK'ya karşı gösterilmedi. Aynı vatandaşımızı, askerimizi kaybediyoruz. Bu çifte standardın can yakıcı tarafını gösteriyor. Avrupa Parlamentosu, PKK taraftarlarının sergilerinin açıldığı bir salonlarla, koridorlarla doluydu. Bu dörtlü zirvede, Türkiye'nin tezleri daha iyi bir şekilde ele alındı."

Türkiye'ye karşı en ileri ifadeleri kullanan, YPG/PYD terör örgütlerinin mensuplarını en çok davet eden ülkenin Fransa olduğuna işaret eden Çelik, Türkiye-Fransa ilişkilerinin tarihine de değindi.

Çelik, "Çifte standartlar gündeme getirildiğinde son derece şaşırtıcı bir şekilde şunu söyleyebiliyorlar. Bizim çift vitesli bir yaklaşımımız vardır. İnsan hakları konusunda uyarırız, ama o bölgelere silah da satarız. Bu davranış biçimi artık kurumsal hale gelmiş. Bu insan hakları demokrasi ve hukuk gibi kavramları yıpratıyor. Çünkü bu kavramların başka ülkelere karşı bir kırbaç, enstrüman gibi, onların dış politikasına ipotek koyma şeklinde kullanıldığı çok net gözüküyor. Bu konuda ilkeli davranılmıyor." diye konuştu.

'Biz bu bağnazlığı, yobazlığı bu şekilde yenebiliriz'

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Türkiye'ye yönelik tutumuna değinen Çelik, şu anda bir ülkenin başbakanı olan bir arkadaşı ile aralarında Macron'a ilişkin geçen anektodu aktardı. 

Hakan Çelik'in, Türkiye'nin farklı inançlara önemli ölçüde sahip çıkan bir ülke olduğunu belirtmesi üzerine Çelik, "Doğu Hristiyanlığının hamisi olmaktan kasıt, bizim bölgemizdeki ve yakın bölgemizdeki Hristiyanların, Yahudilerin can ve mal güvenliğinin korunmasıysa, bunun hamisi Türkiye'dir. Biz sadece bu eserleri restore etmekle kalmıyoruz, aynı zamanda onların can ve mal güvenliğini, Irak'ta, Suriye'de, diğer yerlerde sağlamak için uğraşıyoruz." diye konuştu.

Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cambridge Camisi'nin açılışındaki konuşmasının çok önemli olduğuna işaret eden Çelik, şöyle devam etti:

"Şu beni çok etkilemiştir, Peygamber Efendimize küstahça, ahlaksızca bu saldırılar yapıldığı zaman oradaki Müslümanlar bu hakaretlere hakaretle karşılık vermediler. İlginç bir şey oldu oradaki Hristiyanlar, düzgün, demokrat insanlar gittiler el ele tutuştular camilerin etrafında bir koruma çemberi oluşturdular. Peki Müslümanlar ne yaptı? Onlar da Peygamber Efendimize yapılan bu hakaretle ilgili olarak oluşan gündem karşısında Hz. İsa'ya saygı geceleri düzenlediler. Biz bu bağnazlığı, yobazlığı bu şekilde yenebiliriz."

Çelik, kendisinin Kültür Bakanı olduğu dönemde Almanya Başbakanı Merkel'in Kapadokya'yı ziyaret ettiğini anlattı. Merkel'in bu ziyaret sırasında gidilen tüm kiliselerde restorasyon çalışması yapıldığını görmesinden çok etkilendiğini kaydeden Çelik, bu yaklaşımın dünyada da hakim olması gerektiğini düşündüklerini belirtti. Çelik, öte yandan İngiltere'nin çok olumlu yaklaştığı Cambridge Camisi'nin bölgenin mimarisiyle uyumlu, ışıktan ahşabın kullanılmasına kadar son derece insani ve Avrupa'nın ilk çevre dostu camisi olduğunu dile getirdi. 

Akdamar Adası'ndaki Ermeni Kilisesinin ayine hazırlanması sürecini de hatırlatan Çelik, aynı şeyi yurt dışındaki camileri restore etmek, o eserleri yaşatmak için talep ettiklerini söyledi. 

Atina'nın, Avrupa'da hala bir camiyi hayata geçiremedikleri bir başkent olduğunu vurgulayan Çelik, Medeniyetler İttifakı konusunu değerlendirerek, şöyle devam etti:

"Dünyanın her tarafında bir başkasına saygı göstermeyi esas alan insanlar var. Bu hepimizi boğmaya çalışan bağnazlıkla, bununla mücadele etmesinin yolu her birimizin diğerinin kimliğini doğal haliyle tanıyarak, ona bu özgürlüğü tanımamızdan geçiyor. Yani burada bu ibadet mekanlarının özgürleşmesinden tutun da insanların rahatça kimliklerini yaşayabilmesine kadar. Öyle olduğu zaman aslında entegrasyon da kolaylaşıyor. İnsanlar niye entegre olamıyorlar yaşadıkları toplumlara? Kimlikleri ve dilleri üzerinde bir engel söz konusu olduğu zaman daha katı sarılıyorlar kendi kimliklerine ama orada bir özgürlük olduğu zaman daha kolay entegre olurlar bu da dünya için iyidir, Avrupa için iyidir."

"Medeni toplum olma vasfının en önemli gereği kadının konumu" 

Hakan Çelik'in, "Batı'da büyük bir İslam karşıtlığı var, ama diğer taraftan İslam ülkelerinin herhalde yapması gereken önemli şeyler var. Baktığımız zaman İslam coğrafyasında özellikle Türkiye dışındaki bazı ülkelerde bir orta çağ izlenimi veren uygulamalar var." değerlendirmesi üzerine Ömer Çelik, şu ifadeleri kullandı:

"Her türlü dini, etnik aidiyetten öte, medeni toplum olma vasfının bugünkü dünyada gerekleri var. Bunun önde geleni bir toplumda kadının konumunun ne olduğudur. Bir toplumda kadının konumu ileri standartlarda değilse o toplum, medeni toplum olma vasfını kaybeder. Bu sadece sembolik bir şey değil, reel olarak da kaybeder. Bugünün dünyası bu dinamiklerle oluşuyor. Bugünün dünyasında medeni toplum olma vasfının ana sütunlarından biridir. Bu olmadığı zaman o sütunun üstündeki çatı yıkılır. İslam dünyası bu konuda sınıfta kalmıştır. Bu konuda ilerlenmesi gereken çok büyük yollar vardır. Aşılması gereken büyük engeller vardır, ama daha çarpıcısı şu, Avrupa'ya 'İslam düşmanlığı, Türk düşmanlığı yapan aşırı sağla mücadele et' derken, İslam dünyasının insanlık dışı örgüt DEAŞ'ın ideolojisiyle ve kendisiyle mücadele etmesi gerekir. Ama Cumhurbaşkanımız dışında 'DEAŞ Müslüman değildir, DEAŞ İslam'ı temsil edemez.' diyen bir ses duymuyoruz İslam dünyasında."

Hakan Çelik'in, "Bir de işin üzücü tarafı bazı kesimlerde hala Türkiye sanki DEAŞ'a ve DEAŞ ile ilgili gruplara yakın duruyor izlenimi var. Bu çok tabii üzücü birşey. Niye böyle bir algı var?" yorumu üzerine Ömer Çelik, bunu en çok yapanlardan birinin Fransa olduğunu ve bunu DEAŞ'a karşı mücadele ediyor diye PKK, YPG'ye bir alan açmaya çalıştığı için yaptığını söyledi.

Vekalet savaşları olduğunu, sömürge arzusu olan ülkelerin PKK, YPG, PYD gibi örgütleri vekalet savaşında kendisinin temsilcisi olarak kullandığını ifade eden Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bunlar da zaten kim bir güç, silah aktarırsa, kim kendilerine bir gelecek vadederse ona hizmet eden örgütler. DEAŞ, PKK dediğiniz şey, terördür, bunlar etiket. Bunlar sadece farklı vekalet savaşlarının adresleri olarak kullanılan işler. Bunlara destek veren ülkelerin yaptığı işin arkasında ne bir durum var. O da şu, hangi ülkede destek veriyorsa o ülkeye dönük sömürgeci bir çıkar peşindedir. Bunu kazıdığınız zaman altında hemen bu çıkar. Bir siyasi matruşka var. En üstünde Erdoğan düşmanlığı var. Kaldırıyorsunuz altında Türkiye, onu kaldırın altında İslam düşmanlığı var. Fakat bu aşırı sağcıların gerçek kimliklerini gizlemek için kullandıkları üç kademedir. Tekrar bunları kaldırmaya devam edin, bunun altından antisemitizm çıkar. Bunların aynı zamanda Musevi düşmanı olduğu ortaya çıkar. Tekrar kaldırın en altta şunu göreceksiniz. Aslında bunlar Avrupa'nın temel demokratik değerlerine de düşmandır."

Bunun topyekun bir mesele olduğunu vurgulayan Çelik, "Yani dünya ya topyekun medeni bir hayat yaşar ya da sadece barbarlığı paylaşmış olur." dedi. 

Ömer Çelik, yurt dışında yaşan Türklerin bir araya getirilme gayretlerine de değinerek, Türkiye'de siyasi ve toplumsal meselelerin kazındığı zaman altında kimlik problemleri konusunda aşırı kutuplaşmış, radikalleştirilmiş bir tarihe sahip olunmasının yattığını söyledi. 

Genel bir toplumsal kabul ve ahlak oluşturulması noktasında yetersiz kalındığını belirten Çelik, Türkiye'nin içindeki kim problemiyle ilgili geçmişte yaşananların yurt dışına ihraç edildiğini kaydetti. 

Şimdi yapılan yoğun faaliyetlerle ortak paydanın oluşturulduğunu ifade eden Çelik, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı'nın bu noktada önemli işler yaptığını sözlerine ekledi.

'Saklı bir şey yapmıyoruz ki'

Türkiye ve Libya arasındaki anlaşmaya değinen Çelik, bunun önemli bir anlaşma ve büyük bir hamle oluğunu dile getirerek, "Onların bizi Doğu Akdeniz'deki normal egemenlik alanımızın dışına itme projesi, bu anlaşmayla darmadağın edilmiş oldu." dedi.

Yunanistan'ın bu anlaşmanın imzalanmasının ardından Atina'daki Libya Büyükelçisinden Türkiye ile yapılan anlaşmayı istediğini dile getiren Çelik, "Bizden isteselerdi verirdik. Saklı bir şey yapmıyoruz ki. Uluslararası hukuka uygun bir şey yapıyoruz. BM'ye de bildireceğiz." ifadelerini kullandı.

Libya ile anlaşmayla yapılmasaydı Meis Adası'ndan aşağıya doğru Türkiye'nin sıkıştırılacağını dile getiren Çelik, Türkiye'nin bu anlaşmayla sıkıştırılmak istenildiği alanı darmadağın ederek Doğu Akdeniz'deki egemenlik haklarının altını çizdiğini kaydetti.

Anlaşma yapılan Libya yönetiminin uluslararası toplum tarafından kabul edildiğini belirten Çelik, "Libya yönetimi de bu konuda kararlı. Uluslararası toplumun da kabul ettiği meşru yönetim bu. Uluslararası toplum Fransa'nın ve Yunanistan'ın ilişki kurduğu tarafla bir meşruiyet ilişkisi içerisinde değil. Bunlar yapılırken biz oradaki Libya toplumunu temsil eden yönetimin korunması için üzerimize düşen varsa yaparız, ilişkileri dünyaya da anlatırız. Bu son derece uluslararası hukuka uygun, deniz hukukuna uygun, Birleşmiş Milletler tahammüllerine uygun bir anlaşma. Onaylandı ve BM'ye gidecek." değerlendirmesini yaptı.

Çelik, Kıbrıs Rum kesiminin Türkiye'yi bir takım Avrupa Birliği yaptırımlarıyla korkutmasıyla bir netice alamayacağını dile getirerek, "Rum kesiminde zerre kadar siyasi akıl olsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin hakkını da verecek şekilde bir mekanizmanın baştan kurulmasına müsaade eder, dolayısıyla oradaki varlıklar çıkarılır ve Rum kesimi ile Türk kesimi arasında baştan paylaşılmış olur. Mısır, İsrail ya da diğerleri açısından da Türkiye'ye karşı iş yapmak yerine Türkiye ile diyalogla iş yapsalar aslında herkesin kazandığı bir formül ortaya çıkar." diye konuştu.

TANAP projesi kapsamında Türk Akım'la ilgili Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ocak'ta Türkiye'ye geleceğini belirten Çelik, bunun Rusya'dan Avrupa'ya kadar gaz güvenliğinin kilit ülkesinin Türkiye olduğu anlamına geldiğini söyledi.

Türkiye'nin herhangi bir ülkeye husumet sebebiyle gazı kapattığı, suyu kestiği ya da doğal kaynağı engellediğinin görülmediğini vurgulayan Çelik, en güvenli hattın Türkiye üzerinden geçecek ve herkesin kazanacağı hat olduğunu kaydetti.

Çelik, İsrail'de yeni hükumet kurulduğunda Türkiye ve İsrail ilişkileri açısından yeni bir dönem, normalleşme olup olamayacağına ilişkin soru üzerine, bunun İsrail'in Türkiye'yle ilgili politikalarında saldıran tavrından, Filistinle ilgili can yakıcı davranışlarından vazgeçmesiyle ilgili olduğunu, bu konuda Türkiye'nin ilkeleri ve tezlerinin belli olduğunu kaydetti.

Suriye ile diyalog

Suriye ile istihbarat ve bazı kritik askeri konularda diyalog olduğu, bunu siyasi düzeye çıkarmanın mümkün olup olmadığına ilişkin soruya yanıt veren Çelik, karmaşık bir saha olan Suriye ile böyle bir diyalog yapılmasının siviller zarar görmemesi için olduğunu söyledi.

Sahadaki karmaşık durumu yönetmek bakımından Türkiye'nin milli çıkarlarının korunması için istihbarat ve askerler arasındaki diyaloğun önemli olduğunu vurgulayan Çelik, Suriye halkının istediği yönetim modeli ortaya çıktığında ilişkilerin nasıl kurulacağına o mekanizmanın karar vereceğini, Türkiye'nin de buna olumlu yaklaşacağını kaydetti.

Yunanistan'ın Girit'teki S300'leri hazırladığı yönünde bir istihbarat ulaşıp ulaşmadığına ilişkin soruya Çelik, bu şekilde teyitli bir bilgisi olmadığını söyledi.

Ömer Çelik, TSK'nın gücü ve kararlığın düşünüldüğünde bu işlerin çocukça kalacağını belirterek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu alandaki yetkilerin, egemenlik haklarının, çıkarlarının sonuna kadar korunacağı talimatı verdiğini, Deniz Kuvvetleri'nin de bu alandaki sondaj gemilerini koruyacak her türlü kapasiteye sahip olduğunu kaydetti. Çelik, "Dünya açısından Doğu Akdeniz'de barışın olması, anlamlı bir siyasi kompozisyonun ortaya çıkması isteniyorsa, bunun yolu Türkiye'nin ve KKTC'nin egemenlik haklarına saygıdan geçer. Oraya savaş gemisi gönderip, bir takım füze sistemleri aktive edip, bununla ilgili ortaya tavır koymak Deniz Kuvvetlerinin, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin gücü karşısında sadece çocuk oyuncağı hükmündedir. Öyle bir sonuç alamazlar. Bu son derece basiretsiz bir yaklaşım olur." dedi.

NATO Zirvesi'nde, Türkiye'nin temel beklentisinin YPG'nin terör örgütü olarak kabul edilmesi ve bu konuda dayanışma gösterilmesi yönünde bir sonuç elde edilemediğine ilişkin soruya Çelik, belgelerle ilgili çalışmaların devam ettiğini, bunun gündemden kalkmadığını, çalışmaların devam ettiğini ifade etti.

Programda Amerika'daki Türkiye'ye karşı lobiler, kongre, medya, sivil toplum, Pentagon ve Dışişleri Bakanlığındaki rüzgarlara rağmen ABD Başkanı Donald Trump'ın, Türkiye'yle ilişkileri belli bir çerçevede tutmayı başaracak güce sahip olup olmadığı da soruldu. Çelik bu soru üzerine, Trump'ın şu ana kadar bu konuda belli bir idare koyduğunu, en son NATO toplantısında Türkiye'nin öneminin altının çizilmesi ve Türkiye'ye verilen referansların bunu gösterdiğini söyledi. 

"NATO'dan çıkarma tartışması zaten yoktu"

AK Parti Sözcüsü Çelik, Türkiye'nin NATO üyeliğinin askıya alınması tartışmalarına da değinerek, şunları kaydetti:

"Bu NATO toplantısının temel çıktılarından bir tanesi şudur, uzun zamandır birileri hiçbir yetkileri olmadığı halde Türkiye'nin NATO üyeliğini tartışmak gibisinden hiçbir zemini olmayan bir yaklaşım içerisine giriyorlardı. Bu NATO toplantısında, Türkiye'nin NATO'nun en güçlü ülkelerinden biri olduğunun altının çizilmesini bir kenara bırakın, Türkiye'nin kilit bir ülke olduğunun altı defalarca çizilmiştir. NATO'dan çıkarma tartışması zaten yoktu. Onu söyleyenler NATO'da söz sahibi olanlar değil. NATO içerisinde böyle bir gündem de yok. Sonuç olarak NATO Genel Sekreteri'nin vurgusu her zaman neydi? 'Türkiye, NATO'nun en güçlü ülkelerinden bir tanesidir.' En büyük ikinci kara ordusuna sahibiz, kurucusuyuz, mali katkılarımız tartışılmaz. NATO'nun barış misyonlarına katkılarımız tartışılmaz. Yani NATO'da en güvenilen ve aranılan üyeyiz. Bunu kapalı toplantılarda herkes dile getiriyor."

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti." açıklamasına ilişkin ise Çelik, "Macron, NATO'ya karşı sorumluluklarını yerine getirmeyen bir ülkenin temsilcisi. Böylesine sözler söylüyor. Bunu söylediği zaman sonrasında kendisi de bu sözünden çark etti. 'Sadece biraz dikkat çekmek için bu sözleri söyledim.' diye. Orada anlaşıldığı kadarıyla Fransız Devlet Başkanı'nın ülke içinde oyları düşünce, Fransa'nın iç siyasetinde sıkışınca Avrupa'nın liderliğine oynamak için bir takım çıkış yaptı. Avrupa'nın lideri olması mümkün değil." dedi. 

Türkiye'nin Avrupa Birliği ilişkilerinin hatırlatılması üzerine Çelik, AB'nin başta Kıbrıs'taki ambargoların kalkması ve mülteci meselesi olmak üzere Türkiye'ye verdiği hiçbir sözünü tutmadığını kaydetti. 

Fransa'daki olaylara da değinen Çelik, "Anadolu Ajansı muhabiri yaralandı, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz." ifadesini kullandı. 

"Kim diyorsa ki, 'Bu işin arkasında saray var.' onlar yaptı"

Ömer Çelik, Beştepe'ye giden CHP'li siyasetçi iddialarına ilişkin şunları söyledi:

"Bu tartışma tamamlanmadı. Büyük bir yalan bombası, CHP Genel Merkezinden nükleer bir etkiyle patladı, fakat üstelerine alınmıyorlar. Enteresan bir baskı da kurdular. Konu tabii ki kapanmadı. Bu Türk siyasi hayatına geçmiş en büyük skandallardan bir tanesidir. Bir yalan haber üzerine yalan siyaseti kurdular. Cumhurbaşkanımızı suçladılar. Yalan haberi yapan gazeteciler haberin arkasından çekildi. Bunlar hala yalan siyaseti yapmaya devam ediyorlar. Ben olayı kimin yaptığını buldum. Bir kod veriyorum. Ben kod vereceğim, siz takip edin. Cumhurbaşkanlığı Külliyesine saygısız bir biçimde 'saray' diyorlar. Kim diyorsa ki, 'Bu işin arkasında saray var.' onlar yaptı. Bu cümleyi kim kullanıyorsa yalan haber patladıktan sonra. Gazeteciler dedi ki, 'Bizim yaptığımız haber doğru değil. Bize CHP'li bu bilgiyi vermişti. Bu bilgiyi veren CHP'li de bize CHP Genel Başkanından onay aldığını söylemişti. Burada CHP Genel Merkezinin demesi gereken şey şu, 'Bu gazetecilerin yalan haberi üzerine yanlış bir yaklaşım içerisine girdik. Sayın Cumhurbaşkanından, milletimizden CHP tabanında özür diliyoruz.' demesi lazım."

Alman televizyonu ARD'de yayınlanan belgeselde Atatürk'e yapılan saygısızlığı kınadıklarını belirten Çelik, Almanya'nın kendi tarihine bakması gerektiğini, bu saygısızlığı devlete ve millete yapılmış saydıklarını, bu konuyu takip edeceklerini de ifade etti.