Dünya 19.07.2019 08:50

Brexit ve İngiliz siyasetinin krizler çağı

Kıta Avrupası'nın tersine geleneğin belirleyiciliği ve istikrarla özdeşleşmiş olan Birleşik Krallık siyaseti, son yıllarda tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini yaşıyor.
Brexit ve İngiliz siyasetinin krizler çağı

Kıta Avrupası'nın tersine geleneğin belirleyiciliği ve istikrarla özdeşleşmiş olan Birleşik Krallık siyaseti, son yıllarda tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini yaşıyor.

Birleşik Krallık halkının 23 Haziran 2016 tarihinde sürpriz bir şekilde yüzde 52 oranla verdiği Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılma kararıyla başlayan süreç, Başbakan Theresa May’in anlaşmalı ayrılık için üç kez girişimde bulunup başarısız olmasıyla tamamen bir belirsizliğe girmiş durumda. AB’nin Brexit için verdiği son tarih 31 Ekim 2019. Fakat May’in 7 Haziran’daki istifasının ardından yerine geçecek yeni ismin bu tarihe kadar Brexit sürecini nihayete erdirebileceği de şüpheli.

Brexit sürecinin üçüncü başbakanı
Sırf seçim propagandası sürecindeki vaadini yerine getirmek adına ülkeyi referandum macerasına sokan dönemin başbakanı David Cameron, referandumda hiç de beklemediği bir sonuç alarak tarihe 'ülkenin 43 yıllık AB üyeliğini sonlandıran başbakan' olarak geçmiş, bu sürpriz sonucun ardından 13 Temmuz 2016’da istifasını Kraliçe II. Elizabeth’e sunmuştu.

Cameron’ın yerine gelen Theresa May ise Birleşik Krallık’ın AB’den anlaşmalı şekilde ayrılabilmesi için çok gayret gösterdi. 15 Ocak, 12 Mart ve 29 Mart 2019 tarihlerinde olmak üzere üç kere parlamento desteğini arkasına alma girişiminde bulunduysa da başarısız oldu. Theresa May’in istifasının ardından 10 Haziran’da başlayan ve eski Dışişleri Bakanı Boris Johnson ile mevcut Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt arasında devam eden Muhafazakar Parti Genel Başkanlığı yarışı 22 Temmuz’da sonlanacak, sonuç 23 Temmuz’da açıklanacak ve yeni başbakan 24 Temmuz’da resmen göreve başlayacak.

Seçilecek yeni başbakanın önünde iki seçenek bulunuyor: Ya siyasi risk alıp AB’den anlaşmasız bir şekilde ayrılmayı kabul edecek ya da oldukça kısa bir süre içinde AB ile yeni bir anlaşma yapmanın yolunu arayacak. İlk seçenek tercih edilirse Birleşik Krallık’ın 31 Ekim’de anlaşmasız şekilde ayrılık süreci resmen başlamış olur. Fakat milletvekillerinin yeni bir güven oylamasıyla bu süreci engelleme ihtimali de bulunuyor. İkinci seçeneğin tercih edilmesi durumunda ise AB’nin yeniden müzakereyi kabul etmesi gerekiyor. Ancak AB’nin yeni bir müzakere sürecine sıcak bakmadığı da biliniyor. AB’nin müzakereye ikna edilmesi durumunda ise yeni anlaşmanın tekrar milletvekillerinin onayına sunulması gerekiyor. Milletvekillerinin yapılacak yeni anlaşmaya onay vermeleri durumunda anlaşmalı ayrılık gerçekleşebilir. Yeni anlaşmanın da reddedilmesi durumunda ise anlaşmasız ayrılma, yeni bir Brexit referandumu gerçekleştirme, genel seçime gitme ve AB’den yeni bir erteleme talep etme gibi pek çok seçenek ortaya çıkıyor.

9 Temmuz Salı akşamı bir TV kanalının tartışma programında bir araya gelen adaylardan Johnson, Brexit konusunda oldukça iyimser bir tablo çizerek, Birleşik Krallık’ın 31 Ekim 2019 tarihinde AB’den ayrılacağını belirtti. Rakibi Hunt’ın “31 Ekim’e kadar başarılı olamazsanız görevi bırakacak mısınız?” şeklindeki ısrarlı sorusuna ise cevap vermekten kaçındı. Diğer taraftan Hunt ise Noel’e kadar Brexit’in gerçekleşmesinin garanti edilemeyeceğini belirterek belki de yarışı kaybetmesine sebep olabilecek bir açık sözlülük ortaya koydu. Zira ortada hiçbir seçeneği kabul etmeye yanaşmayan bir parlamento var. Diğer taraftan Johnson’ın kararlı tavrının gerek partisine, gerekse topluma umut verdiği söylenebilir, zira belirsizlik durumunun 31 Ekim’den sonra da devam etmesi, ülkede en son istenecek şey.

Birleşik Krallık parçalanır mı?
Brexit sürecinin Birleşik Krallık’ın İngiltere haricindeki her üç üyesiyle de ciddi krizlerin kapısını araladığı bir gerçek. AB’den ayrılmanın gerçekleşmesi halinde İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda orta vadede Birleşik Krallık ile ilişkileri tekrar gözden geçirmek isteyecektir.

Brexit referandumunda yüzde 55,8’le AB’de kalma yönünde karar bildiren Kuzey İrlanda, referandumda ayrılma kararının çıkmasıyla kendini zorlu ve zorunlu bir sürecin içinde buldu. Özellikle güneydeki İrlanda Cumhuriyeti ile 500 kilometrelik kara sınırının akıbeti, AB ile yürütülen müzakerelerinin en önemli maddelerinden birini oluşturuyordu. AB ile yapılan anlaşmada yer alan ‘Backstop’ (tedbir) maddesi, İrlanda adasının fiziki bir sınırla bölünmesini engelleyecek, AB üyesi İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık’a bağlı Kuzey İrlanda arasında menşe kuralları, kota ve gümrük tarifeleri gibi uygulamaları önleyici bir güvenlik ağı vazifesi görecekti.

Böylesi bir tedbir maddesi, Birleşik Krallık’ın gümrük birliğinden ve ortak pazardan çıkışını süresiz şekilde askıya alabileceği ve bu nedenle ülkenin kendi uluslararası ticari anlaşmalarını yapabilme özgürlüğünü kısıtlayabileceği için Brexit yanlısı milletvekillerinin sert muhalefetiyle karşılaştı. Dahası bu maddeyle Kuzey İrlanda, Birleşik Krallık’ın diğer mensuplarına tanınmayan özel bir statüye sahip oluyordu. Diğer taraftan olası bir anlaşmasız ayrılık durumunda ise ada fiziki bir sınırla bölünecek, bu da kısa vadede binlerce kişinin işini kaybetmesine sebep olurken uzun vadede ise adayı yeniden bir şiddet sarmalının içerisine sokabilecektir. Kuzey İrlanda’nın Brexit oylama sonuçlarına bakıldığında ise ülkenin İrlanda Cumhuriyeti’ne yakın Batı kesiminde ve başkent Belfast’ın önemli bir kısmında AB’de kalma yönünde tercihte bulunulduğu, İngiltere'ye yakın doğu tarafında ise AB’den ayrılma yönünde tercihte bulunulduğu görülüyor. Adanın geçmişindeki mezhepsel çekişmeler de hesaba katıldığında, İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlanmayı talep edenlerle yola Birleşik Krallık’la devam etmek isteyecekler arasındaki fikir ayrılıkları daha da derinleşecektir. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte Kuzey İrlanda’da bir “Birleşik İrlanda” oylamasına şahit olabiliriz.

May’in backstop maddesi için parlamento desteği alamamış olması, üç yıldır yürüttüğü başbakanlık görevinin de sonunu getirdi. Dolayısıyla yeni başbakanı en çok zorlayacak konunun backstop meselesi olacağı aşikar. Bu noktada Johnson, Kuzey İrlanda meselesinin AB ile yapılacak ayrılık anlaşmasında yer almaması gerektiğini ve konunun Brexit müzakerelerinin ikinci safhasında ele alınmasının daha doğru olacağını düşünüyor. Diğer aday Hunt ise İrlanda adasında fiziki bir sınıra kesin olarak karşı olduğunu vurguluyor ve Kuzey İrlandalı Demokratik Birlik Partisi’ni de müzakere ekibine dahil edip konuyu AB ile 30 Eylül’e kadar çözüme kavuşturmayı planlıyor.

Birleşik Krallık’ın parçalanma riskinin en çok hissedildiği yer ise İskoçya. İskoçlar, 18 Eylül 2014'te yapılan bağımsızlık referandumunda yüzde 55,30’luk bir oranla Birleşik Krallık’a bağlı kalma yönünde karar vermişlerdi. Referandum sürecinde Birleşik Krallık’a bağlı kalma yönünde tavır alan seçmenin en önemli gerekçesi ise İskoçya’nın AB üyeliğinin kazanımlarından mahrum kalmamasıydı. Özellikle serbest dolaşım ve serbest ticaret, İskoçlar için vazgeçilemez kazanımlardı. Nitekim Brexit referandumunda İskoçlar yüzde 62 ile AB’ye bağlı kalma yönünde karar verdi, fakat günün sonunda referandumun sonucunu belirleyen İngilizlerin tercihleri oldu.

Brexit referandumu sonrası İskoçların önemli bir kısmı bağımsızlık konusundaki fikirlerini değiştirmiş görünüyor. Özellikle İskoçya’nın bölgesel gazetelerinde bağımsızlık söylemi daha yüksek sesle seslendiriliyor. İskoç Ulusal Partisi (SNP) lideri ve İskoçya Özerk Yönetimi Başbakanı Nicola Sturgeon ise yeni bir bağımsızlık referandumu için İskoç kamuoyunu harekete geçirmeye başladı. Yeni bir referandumun yapılabilmesi için merkezi hükümetin onayının alınması gerekiyor. Fakat merkezi hükümet, yeni bir referanduma kesinlikle izin vermeyeceğini birçok kez dile getirmişti. Yeni seçilecek başbakanın en önemli sınavlarından biri, Brexit referandumunun sonuçlarından memnun olmayan İskoçların rızasını kazanmak olacak. Diğer taraftan Johnson ve Hunt arasındaki TV tartışmasında İskoçya’nın sorunları üzerinde yeterince durulmamış olması, daha şimdiden İskoç cephesinde adaylarla ilgili hayal kırıklığı yaratmış durumda. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte İskoçların rızasını kazanmak pek de kolay olmayacak.

Birleşik Krallık’ın diğer üyesi Galler’de sular İskoçya ve Kuzey İrlanda kadar dalgalı değil. Ancak bu, Galler’in Birleşik krallık içindeki konumunu sorgulamayacağı anlamına gelmiyor. Her ne kadar Brexit referandumunda Galler’de “AB’de kalalım” diyenlerin oranı yüzde 47,5’te kalsa da, Kuzey İrlanda ve İskoçya’da yaşanacak olası bağımsızlık referandumlarına Galler’in de kayıtsız kalmayacağı öngörülebilir. Bugün başkent Cardiff sokaklarında her köşe başında rastlanabilecek Galler ulusal sembolleri, Galli kimliğine ve bölgenin yerel kültürüne yönelik yoğun vurgu, Galler’de de benzer bağımsızlık yanlısı seslerin yükselebileceğini gösteriyor.

ABD ile büyükelçi krizi
Tüm bu Brexit tartışmalarının arasında gündemi meşgul eden bir diğer gelişme ise ABD ile yaşanan büyükelçi krizi oldu. Her şey İngiltere’nin Washington Büyükelçisi Sir Kim Darroch’un ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle alakalı e-postalarının İngiliz Mail on Sunday gazetesine sızdırılmasıyla başladı. Yazışmalarda Trump yönetimini beceriksiz ve özgüvensiz olarak tanımlayan Büyükelçi, Trump’ın başta İngiltere olmak üzere, Rusya, Çin ve İran gibi pek çok ülkeyle ilişkilerine dair oldukça eleştirel yorumlar yapıyordu. Bunu üzerine Trump’ın “aptal adam” olarak nitelediği ve “Artık kendisiyle işimiz olmayacak” dediği büyükelçi, 10 Temmuz günü istifasını sundu.

Trump ile Darroch arasındaki gerilimin İngiltere’deki siyasi yarışa da önemli yansımaları oldu. May’in ve Hunt’ın Büyükelçi’ye yönelik açık desteği karşısında Johnson, Trump yönetimini karşısında almaktan kaçınan bir tavrı tercih etti. Bu tavrı Johnson’ı gerek kendi partililerinin, gerekse muhalefet mensuplarının eleştirilerinin odağına yerleştirdi. Diğer taraftan Johnson’ın seçilmesi durumunda ABD ile kapsamlı bir ticaret anlaşmasına girişeceği tahmin ediliyor. Nitekim Trump İngiltere ziyareti öncesi Johnson’a desteğini açıklamış ve Johnson’ın duruşunu her zaman beğendiğini belirtmişti. Dolayısıyla İngiltere’nin başbakanlık yarışında tavrını açıkça belirleyen Trump yönetiminin, Johnson’ın göreve gelmesiyle AB’den boşalan yeri doldurmaya çalışacağı anlaşılıyor.

Kritik tarih 31 Ekim
Brexit yorgunu haline gelen Birleşik Krallık vatandaşlarının ve özellikle iş dünyasının en büyük talebi, belirsizlik ortamının bir an önce son bulması ve yeni durumun olası olumsuz sonuçlarına yönelik gerekli tedbirlerin yeni başbakan önderliğinde alınması.

Başbakanlık yarışının sonlanmasına sayılı günler kala Johnson’ın, rakibi Hunt’tan bir adım önünde olduğu görülüyor. Fakat yarışı hangi aday kazanırsa kazansın, yeni başbakan oldukça zorlu ve yoğun bir ajandayla karşı karşıya kalacak. Öncelikle AB’nin yeni bir Brexit anlaşması için ikna edilmesi gerekiyor. Bu anlaşmanın en önemli unsurlarından İrlanda adasındaki sınır meselesi ise hem Kuzey İrlandalıları, hem de Brexit yanlısı muhafazakar İngilizleri memnun edebilecek gerçekçi bir çözüm bekliyor. İskoçya’nın her geçen gün daha yüksek bir sesle dillendirilen yeni bağımsızlık referandumu talebinden vazgeçirilmesi, AB’den çıkmış bir Birleşik Krallık için Galler’in rızasının alınması, Brexit’in ülke ekonomisi üzerindeki olumsuz sonuçlarının en aza indirilmesi ve ortaya çıkacak işsizlik sorununun çözüme kavuşturulması ajandadaki diğer hayati konular. 31 Ekim 2019 tarihine kadar anlaşmalı ayrılığın gerçekleşmemesi durumunda ise bu ajandadaki maddelere yenileri eklenecek.