Her açıdan son yüzyılımızın neredeyse en büyük sorunu güvenlik problemidir.
PEJMÜRDE
Mehmet Akif bir şiirinde şöyle seslenir;
Kürsîye çıkıp bade-perestâne atarsın
Ey hâce-i pejmürde fazîlet mi satarsın
Akif’in sadece kendi bulunduğu dönemin şairi olmadığını bugüne dahi mesaj verdiğini çok iyi görebiliyoruz bu şiirinde. Ey sarhoş perest (içki düşkünü, ayık gezemeyen) kürsüye çıkmış şu perişan ve zavallı halinle millete erdemlilik mi satıyorsun diyor şair. İnsan önce aynada bir haline bakmalı. Öyle saçını başını, kılığını düzeltmekle de olmaz. Sarhoşluktan, aldanmışlıktan vazgeçmeli kendine gelmelisin ki sözlerinin tesiri kalıcı olsun. Yoksa kendi sarhoşluğunun etkisi gibi milleti de ancak bir yere kadar etkilersin demek isteyen Akif’e rahmet olsun.
GÜVENLİK MESELESİ
Her açıdan son yüzyılımızın neredeyse en büyük sorunu güvenlik problemidir. Güven veya itimat ya da asayiş yoksunluğu insanları yurdundan, sevdiklerinden koparıyor ve bir başka bilinmeze atıyor. Aslında bu bilinmezde de başka bir takım güvenlik sorunları olduğunu bile bile insanlar başka ülkelere sığınmak yurtlarından kopmak zorunda kalıyorlar. Maslow’un meşhur ihtiyaçlar teorisinin ikinci basamağı insanın güven arayışı ile ilgilidir. İhtiyaçlar sonsuzdur, kaynaklar kıttır diyerek bize yıllardır bir anlayış dayatılıyor. Aslında bunun tersini kabul etmiş olsaydık yani ihtiyaçlar sonsuz değildir, kaynaklar sonsuzdur gibi bir çıkarımla yola çıkılsaydı acaba güven sorunu için hala aynı şeyleri der miydik? Çünkü güvenlik sorunu insanların aç gözlülükleri yüzünden başımızda olan bir sıkıntıdır.
Göç ve güvenlik
Güvenli bölgelere göç meselesi insan hayatının varlığının tehdit altında olduğu zaman gerçekleşen bir olaydır. Göç edenlerin bir tehditten kaçarken sığındıkları ülkelerde bu kez de başka güvenlik meseleleri ile karşı karşıya kalırlar. Özellikle ülkemizdeki Suriyelilerle ilgili son yıllarda gösterilen tepkilerin de temelinde karşılıklı güven sorunu olmasından kaynaklanmaktadır. Göçmenler her zaman için göç alan ülke tarafından bir tehdit olarak görülmüştür. Göç alan ülkeler her zaman ekonomik, kültürel, asayiş bakımından bir olay baş gösterdiğinde hep göçmenleri sebep olarak göstermişlerdir.
Bu dünya kimsenin malı değil
Dünya kimsenin tapulu malı değil ama kaynakların belirli bölgelerde dağılımı nedeniyle aç gözlülerin varlığı o bölgelerde bir kaos yaratmasına sebep olmaktadır. Oysa dünyadaki kaynaklar hepimize yetecek kadar çoktur. Güvenlik nedeniyle göç edenleri bir düşman gibi görmek insanlığa yakışmayacak bir davranıştır. Yüce Allah’ın verdiği kaynakları kendi aramızda dağıtmasını bilseydik bugün insanlık güven problemi yaşar mıydı? Herkes potansiyel bir göçmendir. Ensar kültürü olan bir milletin güvenliği bahane ederek göçmenlere diş bilemesi çirkinliktir. Kendimizi onların yerine koyduğumuzda bir anlık düşünelim neler hissedeceğiz. Rahatımız yerindeyken konuşmak kolay ama bir savaş kapıya dayandığı zaman ailemizin güvenliği için göç etmek durumunda kalmaz mıyız?
Başka güvenlik sorunları
Elbette sadece savaş ve buna bağlı göçler nedeniyle insan güvenlik sorunu yaşamaz. Bugün mega kentler bir güvenlik tehdidi altındadır. Özellikle terör ve beraberindeki korku, panik insanların evlerinden dışarıya çıkmasına, yalnız dolaşmasına ve bilmediği insanlarla iletişim kurması konusunda yüksek endişe duymasına neden olmaktadır. Bu tehditler de belirli ülkeler tarafından özellikle oluşturulan, yaşadığı ülkede yöneticilerin güvenlik zafiyeti gösterdiği algısını yaymak için yapılan bilinçli bir harekettir. Öte yandan internet ve siber saldırılar günümüzün diğer güvenlik sorunlarıdır. Sadece savaş nedeniyle başka ülkelerden gelen göçmenler değil başka şehirlerden gelen farklı profillerdeki vatandaşlar dahi güvenlik tehdidi olarak görülebilmektedir.
Kurşun geçirmeyen çanta
Özellikle ABD’de artan okul saldırılarında ölenlerin sayısı bir hayli dikkat çekici. Belki buna ABD’nin kendi içindeki bunalımın bir isyanı diyebiliriz, bilemiyorum. Ancak bu yıl ABD’de kurşun geçirmeyen okul çantalarında rekor satışlar dikkati çekmiş. Evlerimize ultra güvenlikli kilitler, şifreler ve daha akıl almaz güvenlik tedbirleri hayatımızda her an yeni bir teknolojik formatla yer almaya devam ediyor. Peki neden daha fazla bir güvenlik talebi içindeyiz? Bu bir panik dalgası mıdır?
Anne kucağındaki güven
İnsanoğlu kaybettiği güven hissini arıyor. Yaşadığımız kentlerden birkaç günlüğüne doğa içinde bir yerlere kaçtığımızda içimizde tarifsiz bir huzur, güven ve sakinlik hissederiz. Doğanın koynunda anne kucağında gibi kendimizi bir duygu zenginliği içinde buluruz. İnsan sevginin kaynağını kendi elleri ile katlettiğinden beri güvende olmanın, güvenlik içinde yaşamanın çaresiz arayışını aldığı güvenlik tedbirlerinin içinde aramaktadır vesselam.
AMİN DERKEN
Amin derken; eller hafif aralık, Allah’la bir anlaşma var aramızda. Bir an bile arkama bakmayacağım, gidenler gidecek benim yönüm hep önüm olacak. İçimde gizli bir sevinç var, yollar açılacak, bereket dolacak. Amin derken; yüreğim pır pır. Belli etmesem bari, kimse anlamaz bu bekleyişi. İçimden okuyorum, dudaklarım aralık O’nunla konuşuyorum. Amin derken; utanıyorum istemekten. Ama yine de içimde bir ses; iste iste. Sen amin dedikçe duaların karşılık bulur, diyor. Bu öyle bir şey ki; dünyanın neresine gidersen git, yanında götüreceğin en değerli şey duaların olur.
OYALI YAZMALAR
Günümüzde başını örten genç kızlarımız renk renk, desen desen eşarplar ve şalları tercih ediyorlar. Bağlama şekli ve renk skalasıyla bir rüzgâr estiren genç hanımlarımız dikkatimden kaçmıyor. Bir yandan da oyalı yazmaları ile köy hanımlarını düşünüyorum. İlmek ilmek işledikleri oyalarla sözsüz mesajlarını edep içinde topluma aktarıyorlar. İletişimin naif, zarif yüzü ile mesaj aktarımlarını farklı bir şekilde iletiyorlar. Günümüzde hala oyalı yazma kullananlar var ama onların emekleri keşke sadece otantik bir çeyiz eşyası gibi kalmasa da genç kızlarımız kamusal alanda bu oyalı yazmalara yer açsalar. Bir köylü hanımın evinin bütçesine katkıda bulunsalar ve de değerlerimizi yaşatsalar. Üstelikte moda diye o kadar yüksek paraları markalara ödemeseler. Başımıza veya boynumuza doladığımız yazmalarımızla verecek ne çok mesajımız olabilir. Kim bilir?
MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ
Geçen gün düşünceli adımlarla Üsküdar sahilde yürüyordum. Biraz da canımı sıkan olayları düşünüyor ve bu bendeki olumsuz belki de yeni yazılar yazdıracak bu havamı bozmamak için malum pastanenin boş olan en kuytu köşesine oturdum. Canımın ne istediğini bilmeden fazla tatlı olmayacak şeyleri aklımdan geçirirken genç bir garson kız yanıma geldi. Menüyü getirdi. Şöyle mi böyle mi olsun derken benim çikolata aşerdiğimi anlayıp sipariş ettiğim tatlının yanında bir tatlı kaşığı kadar çikolatalı dondurma koyarak servisini yaptı. Çikolata istediğimi düşünmüş olan bu güler yüzlü işini seven ve insan ilişkileri dikkatimi çeken kızcağız bir anda içimdeki olumsuz veya düşünceli havayı bozuverdi. Düşünceli bir davranış veya sıcak bir ilgi insanı tedavi eder. Bu bile bir nimettir ve şükür ister.
Lazer gösterisi
Yine aynı gün Üsküdar sahilde anons ediliyordu. Deniz üzerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesinin lazer gösterisi olacakmış. Halkı davet ediyorlardı. Hizmet için oy almış ve İstanbul’un bir sürü sorunu olduğu ileri sürerek dakika kaybedecek zamanları olmayanların daha baştan israfa başlamış olmaları manidar. Başkasında ayıpladığınız kusurları yapmadan ölmeyeceksiniz sözünü bu kadar da çabuk gerçekleşeceğini beklemezdim. Bir zamanlar Üsküdar’da ve İstanbul’un belirli yerlerinde kurulan cambazhaneler vardı. Lazer gösterisi yerine onları tarihteki halleriyle tekrar canlandırmak seyri hoş bir etkinlik olurdu.
MUHARREM AYI
Muharrem ayı İslâm alemi için müstesna bir zamandır. Özellikle de muharrem ayının ilk on günü gerçekleşen elim Kerbelâ hadisesi yüzünden Müslümanlar matem tutmazlar ancak ehli beyte hürmeten daha dikkatli davranırlar. Maalesef bu önemli hadisenin yani Kerbelâ denilen bölgede Hazreti Hüseyin ve ailesinin katledilişi meselesi belirli mezheplere aitmiş gibi gösterilmesi son derece sıkıntılıdır. Peygamber efendimizin ailesine reva görülen bu kıyımın hiçbir haklı yanı olamayacağı gibi sadece belirli kesimler tarafından dillendirilmesi veya sahip çıkılması da bir başka hatalı taraftır. Hazreti peygamberin göz bebeği ailesinin yaşadığı bu hadiseyi anlamak tefekkür etmek ve idrak etmek her Müslümanın vazifesidir. Osmanlı döneminde tekkelerde dervişan arasında muharremin ilk on günü hassas davranılır; az su harcanır, yeni bir şey alınmaz yeni bir işe başlanılmazdı. Ailemizin içindeki bir olaya gösterilen hassasiyet derecesinde özen gösterilirdi. Bugün de Kerbela vakasını hem İslam tarihi açısından hem de Tasavvufi yönden açıklayan bilgilere daha çok ihtiyacımız var.