(ÖZET: Soğuk Savaş bitmişti ve artık Sovyetler Birliği yoktu. BİP de Amerikan treninde gözde yerini korumak istiyordu. Bu arada Rusya ile Almanya yakın iş birliğine girmekte, Almanya hızla kalkınmaktaydı. ABD bu gidişe bir dur demek için yeni bir strateji geliştirdi.)

***

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

(ÖZET: Soğuk Savaş bitmişti ve artık Sovyetler Birliği yoktu. BİP de Amerikan treninde gözde yerini korumak istiyordu. Bu arada Rusya ile Almanya yakın iş birliğine girmekte, Almanya hızla kalkınmaktaydı. ABD bu gidişe bir dur demek için yeni bir strateji geliştirdi.)

ABD’nin ana hedefi Orta Avrupa’ya hakim olmak, birleşmiş ve güçlü Almanya’yı ortadan kaldırmak ve kukla bir Bavyera Devleti kurmaktı. Bunun için iş birlikçi Beyazlatılmış Alman azınlık dışında Almanya’nın muhafazakâr çoğunluğunu yanına çekmek ve Bavyera’daki ayrılıkçı hareketin BİP vasıtasıyla dizginlerini tutmak istiyordu. Hedefe ulaşmak için Savaş Sonrası Almanya’sını iyi kötü bir arada tutan Alman olma bilincini yıkmak, Almanya’nın güçlü ordusu Alman Silahlı Kuvvetlerini (ASK) zayıflatmak ve son kertede Avusturya ve Çekoslovakya’dan koparacağı parçalarla birlikte Büyük Bavyera Devleti’ni kurmak gerekiyordu.

“HİZMET HAREKETİ KİLİSESİ” VE EŞCİNSEL HAKLARINI SAVUNAN “SOL-LİBERALLER”

CIA Almanya’daki muhafazakâr çoğunluğu yanına çekmek için meczup bir Evangelist Papazı olan Siegfried Lacher önderliğinde bir kilise kurdurdu. Böylece Alman çoğunluğunun kılcal damarlarına nüfuz edecekti. Kilise’nin adı Hizmet Hareketi Kilisesi’ydi. Kilisenin vazifesi muhafazakâr ve fakir aile çocuklarını okutacak okullar açarak burada beyni yıkanmış gençleri yargının, emniyetin, ordunun ve özel sektörün önemli noktalarına yerleştirmekti. Papaz Lacher’in kilisesi Protestan ve Katolik kilisesinin ana itikadına aykırı olarak Lacher’i Mesih gibi tanıtmakta, onun Tanrı’yla sürekli konuştuğunu tebliğ etmekteydi. 1990 yılında ABD’ye yerleşen Lacher Kilisesi’ni CIA desteğiyle hızla örgütleyerek 20 yıl içinde Medya ve Bankacılık sektöründe dev bir holdinge dönüştürmüş, özellikle yargı ve emniyet teşkilatına sızmış ve sonradan anlaşılacağı üzere ASK’da da önemli yerlere sapkın kilise mensuplarını yerleştirmişti. Mensupları ve Hizmet Hareketi Kilisesi’nin medya organları Lacher’i “Papazefendi” olarak anmaktaydı.

Öte yandan Soğuk Savaş sonrasında ABD sistemine entegre olmuş ve artık kendine “sol liberal” diyen eski solcuları da medyada ve cemiyet hayatında Hizmet Hareketi Kilisesini desteklemekle görevlendirdi. Bu aydınlar aynı zamanda, “Alman’ım” demenin ırkçılık olduğunu; küreselleşmiş dünyada milletin, milli devletin ve aile kurumunun modası geçmiş şeyler olduğunu; Almanya’nın kalkınma amaçlı politikalarının çevreyi kirlettiğini; aile kurumunun çağdaşlığa ve demokrasiye aykırı olduğunu; çağdaş Sosyalizmin “işçi sınıfı” savunusuna değil “eşcinsel hakları” savunusuna dayandığını; ASK’nın küçültülmesini; uyuşturucu kaçakçısı BİP’in terör örgütü değil ama çevreci – feminist – devrimci bir hareket olduğunu ve Bavyera’da polis ve jandarma gücünün BİP’e devredilmesi gerektiğini savunacaktı.

BEYAZLATILMIŞ ALMANLAR

Bir paragraf da “Beyazlatılmış Almanlar” hakkında yazılmalıdır. Bunlar, malum, ABD’nin işgalci gücüne iş birlikçilik yapan, Alman milliyetçisi olduklarını söyledikleri halde Almanların yüzde 70’ini oluşturan muhafazakâr kitleden nefret eden, Protestanlık iddiasında bulunmalarına rağmen dinle hiç alakaları olmayan, hatta Almanya’nın geri kalmasını Protestanlığa bağlayıp “Keşke Büyük Friedrich Müslüman olsaydı!” diyebilen garip bir zihniyete sahipti. Başka bir gariplikleri “Volkist Republik Partei – Halkçı Cumhuriyet Partisi (VRP)” adlı kendini “sosyal demokrat” olarak tanımlayan ama işçilere değil NATO’cu Beyazlatılmış Alman seçkinlere dayanan bir partiye kitle halinde oy vermeleriydi. VRP seçimle iktidara gelememekteydi ama her NATO’cu darbe sonrasında darbe hükümetleri VRP’lilerden oluşmaktaydı. Özünde ekonomik sistemin tepe noktasında hep bunlara ait şirketler ve devletin üst bürokrasisinde hep bu ailelere mensup insanlar bulunmaktaydı.