Gece yarısı ÇAT diye uyandım.

Niye ki?

Yatmadan önce koca bir bardak içinde limon, bir çubuk tarçın ve bir kaşık bal karıştırıp sıcağa yakın su içip yatmıştım.

Mis gibi, hemencecik kolayca da uyuyakalmıştım.

Bu ne şimdi, uyanmak.

Biliyorum aslında.

Rüya gördüm.

Bir gece uyurken, çat diye ölen, vanilya kokulu adamı, sevdiceğimi, bu gece rüyamda gördüm.

O panik içinde uyanmıştım.

O kadar aşıktım ki ölümünü hiç düşünemezdim,

O, hiç ölmeyecek gibi gelirdi.

Öldüğünde Allah Allah nasıl oldu, bu adam öldü demiştim.

Günler sonra, ölüm yıldönümü.

Dün gece belli ki, kendi içimde kaybolduğum gecelerden biriydi.

İnsan kendi içinde kaybolur mu, demeyin.

Kaybolur tatlım kaybolur.

Tıpkı dün gece olduğu gibi.

Onu hiç beğenmediğim bir zamanda, tanıdıkça aşık olmuştum.

Ben, ona gitgide daha daha aşık olurken, onun duygularını gitgide hiç bilemez olmuştum.

Karizmatik bir adamdı, kadınlar onu beğenirdi.

Bu kelimeyi bilirdim, ama duygusu ile tanışmam ilk defaydı.

GKK.

Gönül kaçanı kovalıyor.

Kadın ve erkek herkes bilir aslında, insanoğlu ve insankızının, hemen hepsinin ortak huyudur.

Kendisine, kendisi kadar bayılmadığı birine pek bayılmak.

Gerçek hayatın sendelemeleridir bunlar.

Ben de bu açmazdan kendimi kurtaramadan, yaşayıp gitmiştim.

Minimum zararla kurtardığımı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.

Bu duygunun, insankızındaki kovalama duygusunun gücünden mi, yoksa kovalananın cazibesinden mi olduğunu anlayıncaya kadar, bir de bakıyorsun, yıllar geçip gidiveriyor.

Sanmayın ki yapışkan bir hınç, ya da saplantı.

İkisi de değil.

Adam da sende aslında.

Git diyorsun gitmiyor.

Kalma miktarı bozuk.

Eşit değil yani.

Sadece senin onda olduğun kadar değil.

Öyleyse, niye miktar ölçümü, niye terazi, niye kantar.

Etrafında bir dolu, sonuçsuz, anlamsız aşk ya da adı neyse, ilişki varken..

Ahhh tatlım.

Sende ki.

Bu sorgulama bu panik, niyeydi ki?

Şimdi anladım ki..

İnsanoğlu, özü pek de iyi ve dengeli canlılar değil.

Ve iki insan, asla ve asla birbirini tümüyle tamamlayan canlılar da değil.

O zaman.

Tamamlanmaya çalışma.

O zaman.

Tartma, ölçme.

Bak işte, ölüm var.

Öldü gitti.

Funda'ya takılanlar..

... İstanbul'da yapılacak tünel için Maçka Parkından 176 ağacın söküldüğünü öğrendiğimde, kalbim orta yerinden cızzz diye sızladı. Neyse ki ağaçlar Sarıyer'e taşınmış ve oraya dikilmişti.

Ağaçların gizli dünyalarının olduğunu bilirim. Onlar da hissedebiliyor, seviyor, konuşuyor ve hafızaları var.

Yakacak ve mobilya için kestiğimiz ağaçlar acıyı hissedebiliyormuş. Ebeveyn ağaçlar çocukları ile birlikte yaşıyorlar. Yapay yollarla oradan oraya taşınmayı hiç sevmiyorlarmış.

Ağaçlarında insanlar gibi hafızaları varmış.

O nedenle, bahçemdeki zakkumun, begonvilin bir dalını kesmem, cangıl vaziyette bırakırım gitsin. Hatta dökülen yapraklarını bile toplamak istemem.

Elbette acı çekiyorlar, hissediyorum, kıyamam size.

... Hafta içi Seda Sayan programına konuk oluyorum.

Programın diğer konuğu Karadeniz türkücüsü İsmail Türüt.

Kocaman sesi ile türküler söylüyor.

Eğleniyoruz.

Arada magazin haberlerini, erkeklerin kadınları aldatma haberlerini konuşuyoruz.

Reklam arasında yanımıza geliyor.

Peki bu kadınların durumu ne olacak, diyor.

Nasıl yani, diyorum.

“18 yaşında kız geliyor, bana, "beraber olalım, seni beğeniyorum" diyor.. Ben "evli, çoluk çocuk sahibi bir adamım, yaşım belli, üstelik şişman bir adamım, beni ne yapacaksın, çok gençsin" dedim” diyor.

18 yaşındaki kız diyor ki.. “Sana ne, zevk meselesi, benim zevkim" diyor.

Kalakalıyorum.

Allah önce ahlak, sonra akıl fikir versin.