Her akşamki açıklamaları merakla beklenen Sağlık Bakanımız, var olan endişenin boyutunu açıklarken bile endişesini vurguluyordu.
Geçtiğimiz hafta, “Getirdiklerini Al ve Git” başlıklı yazımı, şu şekilde sonlandırmıştım;
“Dert bir değil ki hangisine yanayım.” tekmili birden geldi. İyice daraldığımız, çaresiz kaldığımız pandemi ve şimdi de İzmir Depremi..
Yılının içine sığdırdığın olaylara, ekonomik sıkıntılara, depremlere, yedi aydır üzerimize çöreklenen korona salgınından sonra şimdi de yeni bir deprem kabusunu üzerimize çöreklettin. Getirdiklerin senin olsun, onları da al ve git artık 2020!”
Bu sadece benim söylediğim bir şey değildi. Hemen hemen herkesin dilinde olan bir sitem sözcüğüne, tam anlamıyla “bir şehir efsanesi” sözcüğe dönüşmüştü.
Bu yazdığım hiç de abartılı bir durum değildi. Kasım ayının, bir başka deyişle; sonbaharın sona ermesiyle, haftalardır söylendiği gibi, salgın hızını iyice arttırmıştı ve vaka sayılarındaki artış ürkütücü duruma gelmişti. Medya sayfalarında, internette ve televizyonların haberlerinde “olmazsa olamaz”a dönüşmüştü yayınlanan salgın haberleri. Özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki vaka artışları endişenin çok ötesi sınırları zorlamaya başlamıştı.
Her akşamki açıklamaları merakla beklenen Sağlık Bakanımız, var olan endişenin boyutunu açıklarken bile endişesini vurguluyordu. Uzmanlar, giderek artan vaka sayını dile getirirken önlemlerin yetmediğini daha da sıklaştırılması gerektiğini sık sık vurguluyor, hatta hatta, belirli bir süre sokağa çıkma kısıtlamasının tekrar ve ivedilikle uygulanmasının en geçerli yol olduğunu sıkça dile getiriyor oldular.
İstanbul’u yansıtan salgın haritalarında iyice kızaran görüntüler, birçok ilçedeki yayılma oranlarını çok daha net gösteriyor. Toplum, uyması gereken önlemler konusunda maske takma, kalabalık ve kapalı yerlerde uzun süreli kalmama ve sosyal mesafeyi koruma konusunda gereken özeni göstermiyorlar. Her gün televizyon yayınlarına yansıyan görüntüler, konunun iyice kontrolden çıktığını doğrulayan en gerçek verilerdir.
Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, pandemi sürecini yöneten, takip eden tüm uzmanlar, sağlıkçılar, son haftalardaki gevşemelerin salgın üzerindeki olumsuz etkilerinden duydukları endişeleri sık sık dile getiriyorlar.
Artan vaka sayısındaki hız ve bunun vefat olaylarına yansıması salgındaki durumumuzun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.
“Salgının iyice dişini göstermeye başladığı bu dönemde, sağlıklı kalabilmemiz için yapmamız gerekenleri asla ihmal etmemeliyiz;
- Evlerimiz dışında mutlaka maske takmalıyız. Dış mekanlarda ortak kullanılan yerlere ellerimizle dokunmamalıyız, ellerimizi ağzımıza, burnumuza ve gözümüze sürmemeliyiz.
- Mümkün olabildiğince evde kalmalı dışarı çıkmamalıyız. Çıkmak zorunda kalırsak da; kalabalık ortamlarda (Kafeler, düğün-dernek, taziye, toplantı, ağırlama, uğurlama v.b. gibi) bulunmamaya dikkat etmeliyiz. Ve her yerde sosyal mesafeyi mutlaka korumalıyız.
- Hijyene ve temizliğe dikkat etmeliyiz. Ellerimizi; dezenfektan, limon kolonyası ile temizlemeli, fırsat bulduğumuzda ve eve geldiğimizde bol sabunlu suyla mutlaka yıkamalıyız.
Artık bu illetle etkin savaşta iş başa düşmüştür. Artık “o yaş bu yaş”, “şu veya bu” nedenlere dayalı yersiz tartışmalarla didişmeyelim, zaman kaybetmeyelim. Top yekün, yılmadan, mücadeleye devam. Kovid-19’a yenilmeyelim.
BİR TUTAM TEBESSÜM
TÜRKÇEYİ UZATURSAN…
Temel akşam kahvehaneye gelmiş, suratı asık, caNı bayağı sıkkın.
Kahvehanedeki arkadaşları merakla sormuş;
- Ula Temel suratun asık, neyin var?
- “Sormayun, yarın Londra’ya gideyirum da, nasil İngilizce konuşacağum oni duşuniyirum…”
- Ula duşunduğun şeye bak, Türkçeyi biraz uzattunmi İngilizce gibi oliyi. Sen de oyle yap!.
Temel bu bilgiyi alıp, ertesi gün uçağa biniyor ve ver elini Londra..
Uçaktan inince karşıdaki taksiyi çağırıyor;
- “Taksiiiiiii”
Taksi geliyor, Temel durumdan memnun. Taksiye yerleşip taksiciye sesleniyor;
- “Hoteeeeell “
Taksici cevap veriyor;
- Neresiiiiiii
- “Hiltoooonn”
Taksici yola koyuluyor. Ama, Temel oldukça şaşkın ve şoföre soruyor;
- “Nerelisuuuuunn?”
- Rizeliyiiiiiiimmm
- “Ula mademkiiii Rizeliyiiiiikk, niçun İngiliiizceeee
Konuşiyiruuuukkk!”