Geçtiğimiz hafta güç bela ulaşılan geçici ateşkes ve rehine-mahkûm takası dört günde tamamlanacak dört aşamalı esirlerin ve mahkumların bir kısmının salınacağı bir planı öngörüyordu.
Geçtiğimiz hafta güç bela ulaşılan geçici ateşkes ve rehine-mahkûm takası dört günde tamamlanacak dört aşamalı esirlerin ve mahkumların bir kısmının salınacağı bir planı öngörüyordu. Temel olarak Mısır-Katar ve ABD’nin arabuluculuğunda kotarılan plan, Riyad Konferansında görevlendirilen heyetin ve Arap ulusları dış işleri bakanlarının Çin ziyareti ve Hamas-İsrail çatışmaları gündemi ile toplanan BRICS zirvesinden hemen sonra yani Rusya ve Çin liderleri konuyla ilgili uluslararası topluma seslendikten hemen sonra duyuruldu. Uluslararası toplumun ilgisinin konuya dönmüş olduğunun herkes farkında, bu yüzden kendi ulusal konumlarını hatırlatan, mesaj vermek gerekiyorsa bu konu üzerinden gerekli mesajın itina ile iletildiği ve dinlendiği bir zemindeyiz. Rusya liderliğinin, “bu olanlar ABD’nin hatası” mesajı ilettiğinin, Çin liderliğinin “bölge bizden medet umuyor” mesajını ilettiğinin farkında olan Biden Yönetimi, anlaşma kotarıldığından beri takas ve ateşkes için çok çaba sarfettiklerini sayıklayıp duruyor. ABD’den gelen haberlere göre Netanyahu, İsrail’de hükümet onayı alabilmek için kabineyi topladığında bir rivayete göre Biden tarafından bizzat 10 kere telefonla aranmış, bu anlaşmanın ne kadar önemli olduğu anlatılmış. Tüm bu çabalar, aslında çatışmanın kendi içerisinde farklı bir evreden geçtiğini, bir tür psikolojik harp olarak da görebileceğimiz kim şimdilik daha çok kazandı sorusunun sorulduğunu gösteriyor.
Hamas’ın kazancı: Direnişin yükselen yıldızı, tek yıldızı olmak
Netanyahu aksini iddia etse de İsrail hükümetinde anlaşmaya onay vermeyen radikallerinin haklı olduğu bir husus var. Hamas, bu anlaşma ile İsrail hükümetinin aracılar işin içine girmiş olsa da aslında kendisi ile anlaşmak zorunda kaldığını gösterdi. Hamas adına bu-en azından üç açıdan- çok önemli bir kazanç. İlk olarak Hamas, çok akıllıca bir şekilde kendi elinde ve değişik Filistinli grupların elinde tutulan İsrailli rehinelere karşı (ki bu rehinelerin bir kısmı aynı zamanda üçüncü ülke vatandaşı) İsrail hapishanelerinde tutulmakta olan Filistinlilerin serbest bırakılması isteğinin İsrail hükümetince kabul göreceğini gösterdi. Hamas’ın 6000’in üzerinde Filistinlinin serbest bırakılmasını hedeflediğini duyuyoruz ve hatta Hamas 7 Ekim saldırılarını ve İsraillilerin esir alınmasını bu hedef üzerinden meşrulaştırıyor. Meşrulaştırma işler işlemez ama anlaşmanın ilk iki aşamasının gerçekleşmiş olması bu siyasi hedefin- ki kağıt üzerinde İsrail bu hedefi 3 ay önce görse, gerçekleşmesi imkansız bir hedef derdi- yalnız ve yalnız Hamas tarafından başarılabilir olduğu mesajını veriyor.
Anlaşmanın ikinci ayağı gerçekleşmeden önce Hamas, İsrail’i ateşkesin koşullarına uymamakla suçlayarak bir erteleme açıklamıştı. Meselenin ateşkes koşullarına mükemmel uyum sağlamaktan ziyade aba altından sopa göstermek olduğu çok açık. Hamas, inisiyatifin, Gazze’nin kuzeyi yerle bir olsa da Kasım Tugaylarından önemli isimler İsrail tarafından öldürülse de kendisinde olduğunu tüm dünya kamuoyuna, İsrail kamuoyuna ve Arap sokaklarına gösteriyor. İsrail, kendisini rehinelerin dönüşü ve hapishanelerden salınanların çoluk çocuk, çok tehlikeli nitelendirmesi yapamayacağımız kolay aktivistler olması ile avutabilir. Ancak bu görüntünün bir de öteki yüzü var. Orada İsrail sadece çoluk çocuk hapseden, onu bunu, kim sempatizan ise içeri tıkan bir devlet olarak görünüyor, dahası şimdi bu çoluk çocuğun serbest kalmasını sağlayanın Hamas olduğu, 7 Ekim saldırıları olduğu biliniyor. Böylece Hamas, milyonlarca İsrailli ve Filistinli Arap ve Yahudi televizyon ekranlarına kilitlenmiş göz yaşları içinde sevdiklerine kavuşan bir eski Filistinli mahkûmu ya da korku içerisinde Kızıl-Haç’a teslim edilerek otobüse binen bir İsrailli rehineyi izlerken, bunların sadece ve sadece Hamas nedeniyle mümkün olduğunu gösteriyor.
Bu öyle mütevazi -çünkü sadece kısa dönemli bir ateşkes ve kısa dönemli bir esir takasından bahsediyoruz- ve aynı zamanda öyle büyük bir başarı ki bazı yorumcular Hamas’ın şimdiden ve sonuç ne olursa olsun savaşı kazandığını söylüyor. Çünkü böylelikle Hamas, savaş veren Hamas ile bir fikir olarak yaşayan Hamas’ı birleştiriyor, bunu aşıyor ve Filistinlileri özgürlüğe sadece Hamas kavuşturabilir mesajı üzerinden Filistin davasını, direnişini, o direnişin tüm farklı renk ve hikayelerini kendi bünyesine hapsediyor, hatta diğer renkleri siliyor. Bu bir yanıyla 1960’ların radikalizmi romantikleştiren hikayelerine benziyor. Nitekim, Batı Şeria’yı fikir olarak Hamas’a kaybetmek üzere olduklarını söyleyen çok yazı, çok analiz var. Kaybedilenler listesine Kudüs Araplarını, hatta tüm Arap sokaklarını ekleyin. Kolonyalizme karşı mücadele ruhunu popülerleştiren insan, buradan da böyle bir hikâye çıkartıyor kolaylıkla. Ama mesele Batı Şeria’da sallanan yeşil bayrakların ve çoşkulu Hamas kutlamalarının gösterdiği kadar romantik bir naifliğe kendini kaptırmak değil, mesele Hamas’ın Riyad deklarasyonunda kendisi için ortaya atılan fikri parçalayıp atmış olması.
ABD memnun, Körfez endişeli
Netanyahu kabinesi anlaşmaya onay verdiğinde bu onay Washington’da birilerinin çok rahatlamasına neden oldu-bu kesin- ve İspanya, Türkiye, Rusya, Çin gibi Filistin meselesini destekleyen ülkeler, bu anlaşmanın İsrail üzerinde kurulan baskı nedeniyle mümkün olduğunun altını çizdiler- bu da kesinlikle etkili- ama sonuçta anlaşma Hamas-İsrail ateşkesi ve anlaşması. Yani Riyad deklarasyonunda Filistinlilerin kaderi ve Filistin meselesi üzerinde söz söyleme hakkı Arap/İslam ülkeleri yönetimleri tarafından resmen verilen Filistin Kurtuluş Örgütü yerine şartlar gereği İsrail ile Hamas muhatap oluyor ve İsrail’i kendisi için tabu sayılan bir anlaşmaya (esirler nedeni ile Filistinli mahkumlar üzerinden pazarlık yapmak) aracılar ve uluslararası baskı sayesinde ikna ediyor. Böylece Hamas, sadece İsrail ile yaptığı anlaşma nedeniyle direnişin halkını (çünkü Filistinliler var olmasa Filistin direnişi var olmaz) düşünen tek kuvvet olduğu mesajını vermiyor, aynı zamanda Arap yönetimleri ne derse desin Arap sokaklarının kazananı olabileceği mesajını veriyor. Riyad gibi aktörlerin yutkunmasına neden olan bir mesaj bu. Körfez’de Hamas’a karşı tavır alanların bir zamanlar Arap Baharında yaptıkları gibi İsrail ve ABD’ye bu işi bitirmesi için fısıldaması da bu atmosferde zor. Üstelik fısıldasalar ne olacak. ABD, şu anda ulaşılan anlaşmadan memnun, bu anlaşmanın ruhu uzatılırsa patırtı gürültünün biraz yatışmasından daha da memnun olur. Biden Yönetimi, Demokrat Parti içerisinde Gazze’deki sivil kayıplardan dolayı yaşanan huzursuzluğun farkında. Ayrıca bu anlaşmanın ABD’nin sözünün İsrail’de geçtiğinin bir kanıtı olarak savunulabilir olduğunu düşünüyor. Biden’ın niyeti serbest bırakılan rehinelerin ABD vatandaşı olanlardan olması ve böylece bu anlaşmanın küçük bir zafer olarak paketlenmesiydi. Trump’ın eleştirilerinden anlıyoruz ki bu paketleme Biden Yönetimi tarafından yapılamadı. Ayrıca Hamas’ın Gazze’nin kuzeyinden etkinlik alanını güneye kaydırdığı haberleri geliyor ve ABD, bu duraklamayı İsrail’in mümkün olduğunca az sivil kayıpla iyi hedeflenmiş vuruşlarla Hamas’a karşı terörle mücadeleye daha serin kanlı dönüş için kullanmasını arzu ediyor. Netanyahu hükümeti yukarıdaki çıkarımlarımız dolayısıyla pek serin kanlı davranabilecekmiş gibi değil yine de bugün nasıl bu anlaşmaya mecbur oldularsa, anlaşmanın uzatılmasına -1 rehineye karşı 100 mahkum gibi bir asimetrik orandan bahsediliyor- ya da açık-kapalı başka anlaşmalara mecbur kalabilir. Unutulmamalı bu anlaşma ve ateşkes süresince ikinci-üçüncü cephe olasılığı İran destekli milislerce hep açık tutuldu. Hizbullah Lübnan sınırından “görün beni” dercesine sınırlı sayıda füze ateşledi, Umman Denizi’nde de muhtemelen İran destekli milislerin denetiminde bir kamikaze İHA Idan Ofer’in sahip olduğu bir ticari gemiye saldırı düzenledi. Her iki vukuata da İsrail’in bir kaybı olmadı-yani amaç zarar vermek değil İsrail’in hangi şartlarda nelere mecbur olabileceğini hatırlatmaktı.
Katar: Hamas’ı desteklerken, kazanmak ama nereye kadar…
Hamas’ın üçüncü kazancı, doğrudan değil Katar üzerinden sağladığı dolaylı bir kazanç. Anlaşmanın ve bugüne kadar süregiden müzakerelerin birden fazla kolaylaştırıcısı olduğu anlaşılıyor ama üç aktörün adı daima zikredilerek özel bir önem taşıdıkları ima ediliyor. Mısır, Gazze’nin kapısını tuttuğundan, Gazze’ye ulaşacak uluslararası ve bölgesel yardımlar Mısır üzerinden geçtiğinden tüm süreçlere öyle veya böyle katılmak zorunda kalıyor. Gazze krizi bir insan dalgasına dönüşürse bu dalganın ilk vuracağı yer de Mısır. Tüm bu nedenlerle Mısır, süreçlerin tabi aktörü. Mevcut ekonomik koşullarda insan kaynağı ve mühimmat eksikliği ile sınanan İsrail’in ABD desteği olmadan Gazze saldırılarını sürdürmesi mümkün değil. Ayrıca 7 Ekim sadece İsrail’in değil, ABD’nin de Ortadoğu stratejileri açısından kabus gördüğü bir gündü, bu nedenle İsrail’den önce olabilecekler konusunda ABD’yi ikna etmek gerek. ABD, bu nedenle tüm süreçlerde kolaylaştırıcı olsun olmasın var. Üçüncü aktör son derece ilginç bir Körfez ülkesi. Katar, Filistin meselesinde de diğer Ortadoğu meselelerinde de arabulucu rolü oynamaktan hoşlanan bir aktördü. Küçük devlet diplomasisine yatırım yaptığı, yumuşak gücü ile kolaylaştırıcı, arabulucu vb rolleri üstlenmekten gurur duyduğu biliniyor. Ve Katar için bu anlaşma bir başarı. Hem İbrahim Anlaşmaları dışında kalmış bir Körfez gücü olarak Filistin meselesinde ben de varım deyişi. Tüm bunlar ve Walt Street Journal’da bu haftasonu yorum kaleme alan Stephen Kalin’in tanımlaması ile Katar’ın güvenilir arabulucu olarak yükselmesi kağıt üzerinde çok güzel ama süreçte Katar’ın rolü sadece çok çok başarılı bir yumuşak güç ülkesi olduğundan olmadı; Hamas’ı desteklediğinden, siyasi kanadının ofisinin Katar’da bulunmasından ve Müslüman Kardeşler-Hamas ayağını Ortadoğu’da kullanmaktan hiç vaz geçmemesinden oldu. Katar lobisinin başarısı yüzünden (Washington’a akan milyarlarca dolar diyelim), şu andaki ABD çıkarları bu anlaşma ve benzeri anlaşmalar ile kendisine nefes aldırmak istediğinden ve de 2017’de izlenen Körfez’i bölelim politikası çok başarısız olduğundan Katar, terörü destekleyen bir ülke olarak adlandırılmıyor, bunun yerine güvenilir arabulucu olarak alkışlanıyor.
Hamas’ın kazancına, Katar’ın kazancını ve İran’ın kısa günün karı olarak 7 Ekim’in karını toplama isteğini de eklersek Hamas-İsrail çatışması ateşkes halinde dahi bölgede çok taşı yerinden oynatıyor diyebiliriz.