Her şeyde Allah'ın tecellisini görmek; gönül gözüyle hissetmek demektir. Allah'ın tecellîsini görüp ona göre hareket edip ondan memnun olmak demektir.
Allah’ın yüceliğini hissetmek ise ayrıca müteala edilir. Gülü düşünelim, onun sıfatı yapraklarıdır, renkleridir, kırmızı, sarı, pembe veya beyaz olabilir. Fakat gözlerin kapalıyken bir yerde gül olduğunu anlaman için kokusunu hissetmen lazımdır. Allah’ın manası bu kokudur. Bizdeki tecellîleri de yaprakları, renkleri ve isimleridir. Karagöz oyununu düşünelim. Karagöz oyununda her şey Karagöz’ü oynatan kişidir. İbiş de odur, çingene de odur, Bebe Ruhi de odur, cadı da odur, güzel kız da odur, hepsi odur. Fakat biz Karagözcüyü görmediğimiz için kişileri ayrı ayrı düşünüp kızla oğlanın arasına giren cadıya sinirlenip bağırır çağırırız ama hakikati bilen kişi de bizi gülerek seyreder, ‘ne aptal kadın görmüyor mu esas oynatan bunları şaka yollu oynatıyor’ der. Hakikat bundan ibarettir. Bizim iplerimiz o yüce Sanatkarın elindedir. O Sanatkar dünya mevkiinde bize çeşitli vazifeler vermiş ama hepsini oynayan ve hepsinden konuşan odur. Biz takılıp da cadıyı zavallı kızla oğlana acı veriyor diye elimize bir silah alıp vurmaya kalksak ne kadar çok insanı kendimize güldürürüz ama bunu hayatımızda o kadar çok yapıyoruz ki... Çıkıyoruz sokakta arabasıyla arabamıza biraz yanaşana bağırıp çağırıyoruz. Birazcık bizim dediğimize ters düşene sinirlenip yeri göğü inletiyoruz. Sevgiyle halledeceğimiz herşeyde Allah’ın tecellîsini görmek yerine kötü muamelelerle kendimizi rezil edip duruyoruz. Biz şu anda teşbihten ve tenzihten bu kadar uzağız.
Hazreti Mevlânâ “Sarayda bir rüzgâr esse halının ucunu kaldırır, etraftaki çeri çöpü havalandırır, havuzun suyunu dalga dalga hareket ettirir, ağacın yapraklarını hareket ettirir. Bunların her biri değişik hallerdir ama sonuçta hepsi rüzgârdan kaynaklanmıştır” diyor. Evet sonra da Mesnevî’de rüzgârdan sivrisinek şikâyet eder; Hazreti Süleyman’a der ki; “Öyle kötü esiyor ki her seferinde beni titretiyor, öldürecek. Ne olur şuna rica et de biraz şiddetini azaltsın.” Hazreti Süleyman da rüzgârı çağırır ve der ki, “niye korkutuyorsun sineği?” Rüzgâr cevap verir; “ben hiç farkında değilim, bana Allah es der eserim, o esnada önümde kim var, ne yapıyor? Bunları hiç fark etmem. Vazifem esmektir, eserim.” O halde vazifesi esmek olanın karşısında sivrisinek olmamak lazımdır. Kuvvetli olmak gerekir. İşte kuvvet olması demek, şahsiyet kazanmak demektir. Nefsinin esiri olan insan her an yıkılmaya mahkumdur. Bakın şahsiyetin en güzel örneği Diyojen’dir. İskender, Diyojen’e ‘kalk, esir!’ diye bağırıyor. Bunun üzerine Diyojen, ‘esir sensin. Sen kendini şahsiyet sahibi mi zannediyorsun? Sen benim bendemin bendesisin.’ Bunun üzerine İskender ‘Ne demek istiyorsun sen?” deyince, “Eee ben nefsimi bende yaptım, adam ettim, köle kıldım, sen o kölenin kölesisin ki nefsinin esirisin. Bak hep ben diyorsun” diye cevap verir Diyojen. O zaman Hocam buyuruyorlar ki; şahsiyet sahibi Diyojen’dir. Şahsiyetsiz olan İskender’dir. İşte, kuvvetli olmak için nefsi yenmek mecburiyetindeyiz. Tek yolu budur. Bu da ‘La ilaheillallah’ın anlaşılmasından geçiyor vesselam. Bir hadis-i kudside, Allah diyor ki, “Kulum Bana nafile ibadetlerle yaklaşır ve Ben onu severim. Sevdiğim zaman gördüğü gözü, konuştuğu dili, işittiği kulağı olurum.” Acaba tevhid ehli bu mücadeleyi vererek mi o makama ulaşıyor, Hak ancak kendisini Hakk’la mı görebiliyor?
Birincisi tevhid ehli, ezelden levh-i mahfuzda o dereceye varması kararlaştırılan kişidir. Yani ezelde tevhidi anlayacak ancak ahmak olmayacak diye bir garanti olmalıdır. Biraz da ahmaklığı açalım. Çünkü bizim anladığımız anlamda bir ahmaklık değil. İkincisi bunun için bir gayret göstermelidir. Bütün dünya bu iki çaba üzerine kurulmuştur; ezelde nasibi olması şart. İkincisi, mutlaka gayret gösterecek; mucizeler göstererek Allah sevgilisi olduğunu ispata çalışmayı Allah sevmiyor. O derece gayret seviyor ki bakın bir örnekle açıklayayım. “Hazreti Mûsâ ile Firavun’a bir yarışma yapmışlar. Hazreti Mûsâ Firavuna demiş ki; ‘Bakalım hangimiz haklıyız, yarın imtihan edelim kendimizi. Nil nehrini ters çevirelim.’ ‘Ben Allah’ın temsilcisiyim nasıl olsa O bana yardım eder’ diye düşünen Hazreti Mûsâ yatıp uyumuş. Firavun ise sakalından kendini asmış ve sabaha kadar dua etmiş, demiş ki ‘Allah’ım ne olursun bana yardım et ben aslında senin Allah olduğunu biliyorum ama bana o kadar herkes sen Rabb’sın diyor ki bundan vazgeçemiyorum, sevilmekten vazgeçemiyorum, daha adam olamamışım, sen bana yardım et’ demiş ve ertesi gün Firavun ters çevirmiş nehri ve Hazreti Mûsâ çok şaşırmış ve sorduğu zaman Allah’a, şu cevabı almış; ‘Ya Mûsâ! sen benim elçimsin ama bu yan gelip yatmanı gerektirmiyor. Hiçbir gayret göstermedin, o zavallı kendi aczini bana anlattı, henüz adam olamadım dedi ve gayret gösterdi, ben de ona yardım ettim’ demiş.” Bunun gibi insan mutlaka gayret ehli olmak zorundadır. İnsanın ilerleyebilmesi için önce ahmaklıktan kurtulması gerekiyor, ahmaklık herşey önünde âşikâr olduğu halde yaradılışının sebebinden ve Allah’ın varlığından haberdar olmamak demektir.