Tatil öncesinde uluslararası göç meselesini ele almak istediğimi belirtmiştim. Güncel konu Afganistan'dan gelen göçmen mi yoksa ABD iş birlikçisi Afgan askerleri mi olduğu belli olmayan insanlardı.
Bir aylık bir aradan sonra tekrar bir araya geldik… Bu bir aylık sürede, tatil öncesi son yazıda bahsettiğim gibi Afganistan meselesi kapanmadı, aksine tartışmaların merkezinde kalmaya devam etti. Bu arada yangın felaketinden sonra sel felâketini de yaşadık. Son olarak da, en son yayınlanan büyüme verileri Türk ekonomisinin yüzde 21 büyüdüğünü göstermekte. Türk ekonomisinin büyüme performansını pandemi sonrası açılmanın etkisiyle artan harcama iştahı ve tabii ki baz etkisi ile özetleyebiliriz. Ancak unutmamak gerekir ki, değer kaybetmiş TL’nin sağladığı avantajla cari işlemler hesabı açığı da azalmış durumda. Öte yandan hızlı büyüme bir yandan enflasyon artışına bir yandan da faizlerin artışına neden olacaktır. Bu konuları daha etraflıca birkaç yazıda tartışmak isterim.
Tatil öncesinde uluslararası göç meselesini ele almak istediğimi belirtmiştim. Güncel konu Afganistan’dan gelen göçmen mi yoksa ABD iş birlikçisi Afgan askerleri mi olduğu belli olmayan insanlardı. Ancak uluslararası göç çok daha köklü ve derin bir konudur. Temelinde de, kontrolsüz ve denetimsiz kapitalizmin yol açtığı atmosferde emperyalist ülkelerin sömürüsünün neden olduğu eşitliksiz servet ve gelir dağılımı vardır. Bu ve bundan sonraki yazımı takip eden sonraki yazılarımda uluslararası göç olgusunu ayrıntısı ile ele almayı düşünüyorum.
Bugün Afganistan vakasının en çok tartışılan kısmına değineceğim: Köktenci / fundamentalist din anlayışına sahip Taliban ve onun -başta kadınlar olmak üzere- bütün dünyayı ürküten politikaları… Bu noktada kitlelerin ilgisini çeken bazı sorular vardır: Köktendinci siyaset anlayışının temelleri ve arka planında ne var? Köktendincilik sadece Müslümanlara ait bir olgu mudur? Köktendinci Taliban Afganistan’ı yönetebilir mi? Şeriat yönetimleri ne kadar İslâmîdir? Hangisi sebeptir: Köktendincilik mi, yoksa az gelişmişlik mi?
FUNDAMENTALİZM VE KÖKTENDİNCİ SİYASET
Fundamentalizm veya öz Türkçesi ile köktencilik, çoğunlukla dini anlayışlara atıf yapılarak kullanılan ve “indirgenemez inançlara sarsılmaz bir bağlılık” durumunu gösterir. Daha basit ve herkesin anlayabileceği bir şekilde ifade edersem, bir grup insanın “üzerinde tartışılmasını dahi kabul etmedikleri” birtakım inançlara sarsılmaz bir bağlılıkla bağlandıkları durumu ifade eder. Bu kadarla kalsa iyi, “Herkesin inancı kendine!” der ve geçersiniz. Ancak bu insanlar, aynı zamanda, kendilerinin inancının gerçek inanç olduğuna ve herkesin de bu inanca uymaları gerektiğine de inanırlar. Bu grup insanların ellerine güç geçtiğinde herkese kendi görüşleri ve yaşam tarzlarını zorla dayattıkları da birçok örnekle sabittir. Genel olarak fundamentalist gruplar belli seçilmiş metinler, dogmalar veya ideolojiler üzerinden çok katı bir nakilcilik içindedirler. Yani geçmişten miras kalmış bazı töre ve gelenekler ile yine kutsallık atfettikleri bazı metinlerde yazılanları olduğu gibi kabul eder ve uygularlar. Fundamentalist veya köktenci inanç gruplarının bir özelliği de, içinde bulundukları genel inanç sistemi veya toplumun gerçeğini sadece kendi gruplarının temsil ettiğini savunmaları ve aynı inanç sistemi ve/veya toplum içindeki diğer grupları dışlamalarıdır. Çoğunlukla köktenci düşünce sahibi gruplarda eskiden gerçekleşmiş “bir altın çağa dönüş” fikri ile inancın en saf haline ulaşmak da temel bir ideal olarak ortaya çıkar. Daha önceden belirlenmiş ve üzerinde tartışılma kabul edilmez fundamentallere / temel ilkelere dayalı olarak gerçek inancı kendilerinin temsil ettiklerini, “altın çağı ve altın nesli” kendilerinin sağlayacağını ve dolayısıyla kendilerinden başka gerçek inancı kimsenin temsil edemeyeceğini savunurlar.
Köktencilik Hristiyanlık, Musevilik ve İslam gibi kitaplı dinlerde ortaya çıkabildiği gibi aynı zamanda buna Budizm ve Hinduizm gibi Uzak Doğu dinlerinde de rastlanabilmektedir. Bir inanç sisteminde köktenci akımların oluşması ile bu akımların siyasal güç elde edebilmek için örgütlenmesi de her farklı inanç sisteminde “köktendinci siyasi akımların doğmasına” yol açmıştır. Köktendinci siyaset hemen hemen her toplumda farklı derecelerde bulunur. Ancak köktendinci siyasetin önemli bir tabana sahip olduğu toplumların ortak özelliği sanayileşmesini tamamlayamamış, tam anlamıyla şehirli olamamış, kalkınma problemleri olan azgelişmiş toplumlar olmalarıdır. Burada köktendinci siyaset ile dini hassasiyetleri temsil eden her siyasi akım kastedilmemektedir. Örneğin bizde DP – AP – ANAP – DYP – AK Parti silsilesindeki merkez sağ partilerin muhafazakâr ve dini hassasiyetleri olmakla birlikte toplumdaki farklı inanç gruplarını dışlayan bir siyaset peşinde olmadıkları da açıktır. Bu görüşte olan insanlar bizim toplumumuzda çok azınlıktadır ve böyle olması da tabiîdir. Çünkü Türkiye köklü bir devlet geleneği olan İmparatorluk mirasçısı ve temel sanayileşme – şehirlileşme merhalelerini tamamlamış dünyaya entegre bir ülkedir. Pekiyi, ya Afganistan? Maalesef hayır!
İSLÂMDA VE DİĞER DİNLERDE KÖKTENCİLİK
İslâm inancı içinde köktenci gruplara ilk örnek Haricilerdir. Hariciler hem Hz. Ali Efendimiz’i hem de Emevî Meliki Muaviye bin Ebû Sufyan’ı tekfir etmişler, gerçek ve yalın İslâm’ı kendilerinin temsil ettiğini iddia etmişlerdir. Bununla da kalmamış, kendileri gibi olmayanları yok etmek için isyan ve savaşlar çıkarmışlardır.
Haricilerden sonra Ehl-i Sünnet genel çatısı altında olan veya imiş gibi davranan Selefi hareket ortaya çıkmıştır. Selefiler sadece Kur’an ve Sünnet’in lafzını öne çıkarıp ve yine sadece zahiri manâsını dikkate alan, altın çağ olarak “Asr-ı Saadet’i” ve altın nesil olarak da Ashab-ı Kirâmı gören, Peygamberin ve Ashabının yaşadığı çağdaki örfü, gelenekleri, modayı, yaşam tarzını dinleştiren ve gerçek İslâm’ın sadece kendileri tarafından temsil edildiğini savunan bir gruptur. Bugün Selefilerin en güçlü temsilcisi dedeleri Arabistan çöllerinde asi bedevi eşkıyaları olan Vehhâbi anlayışıdır.
Vehhabiliğin en avantajlı tarafı Ehl-i Sünnet içinde (bence değillerdir ya, o ayrı!) imiş gibi olduklarından diğer Sünni İslam toplumlarında hızla yayılabilme kapasitesine sahiptirler. Özellikle devlet otoritesinin kalmadığı, fakirlik, açlık, yabancı işgali ve benzeri problemlerle mustarip toplumlarda Suud petrol parasıyla Vehhabi – Selefi anlayış kendi benzerlerini oluşturabilmektedir. Bunlar da, çoğu zaman emperyalistler tarafından kullanılan, tetikçi gruplara dönüşmektedir.
“Hocam, sadece İslam’da mı var bu köktendinciler?” Olur mu, Hristiyanlar arasında, özellikle ABD’de çok radikal ve bağnaz köktendinci oluşumlar bulunmaktadır. Yine, adeta 1000 yıl öncesinde yaşayan, Amishler ve kendilerini diğer Hristiyanlardan ciddi şekilde ayrıştıran Mormonlar bunlara bir örnektir. Yine Museviler arasında Hassidik denen bir cemaat bulunmaktadır ki, bunlar Taliban veya benzeri katı dini anlayışlara rahmet okutacak kadar katı ve bağnazdır. Myanmar’da Budist ve Hindistan’ın bazı yerlerinde de Hindu köktendincileri ciddi siyasi güç sahibidir. Yani köktendincilik sadece İslâm toplumlarına ait değildir, aksine birçok farklı dinde de köktendinci akımlar ortaya çıkmaktadır.
Genel olarak Hristiyan ve Musevi köktendinciliği marjinal olarak kalmaktadır. Çünkü çoğu Hristiyan ve Musevi toplumları yüksek gelir grubunda, şehirlileşmiş ve sanayileşmiş toplumlardır. Öte yandan, İslam toplumları – Türkiye ve İran haricinde – genelde düşük gelir grubunda, aşiret ve kabile toplumlarıdır. Bu ülkelerde bir milletin varlığından bile söz edilemez. Buralarda uzun yıllar devam eden sömürge idarelerinin katkısını da unutmayalım. Dolayısıyla, bu tip ülkelerde yaygın fakirlik ve eşitsizlikten kaynaklanan tepkilerin köktendinci siyasete destek olarak ortaya çıkması şaşırtıcı olmamalıdır. Nitekim Taliban da, belki dünyanın iktisadi açıdan en zayıf ülkesinde, bir milli kültürün yokluğu ortamında, Peştun aşiret bağları ve İslâm’ın en kaba yorumuyla ortaya çıkıp iktidara gelebilmiştir.
Buradan devam edeceğiz… Hayırlı Cumalar…