15 Temmuz'da yaşananlar sadece bir darbe girişimi değildi, aynı zamanda bir suikast ve işgal girişimiydi. Darbeci teröristler önce Cumhurbaşkanımız Erdoğan'a suikast gerçekleştirip ardından Türkiye'yi iç savaşa sürükleyerek işgalin…
15 Temmuz’da yaşananlar sadece bir darbe girişimi değildi, aynı zamanda bir suikast ve işgal girişimiydi. Darbeci teröristler önce Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a suikast gerçekleştirip ardından Türkiye’yi iç savaşa sürükleyerek işgalin zeminini hazırlayacaklardı.
Bu işgal girişimi film sahnelerinde gösterildiği gibi olmayacaktı. FETÖ’cü darbe girişimi başarılı olduktan sonra küresel merkezin kuklaları yönetime gelecek ve Türkiye’yi esir alacaklardı. Bağımsızlık hedeflerimizden vazgeçecek, küresel güçlerin kolonyal hedeflerine hizmet eden deyim yerindeyse köle bir ülke olacaktık.
Ama FETÖ’cü hainlerin hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardı ve bu darbe girişimi başarılı olmadı. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın liderliğinde bu millet bir destan yazdı ve darbeci teröristlere geçit vermedi.
Bundan yaklaşık iki ay önce yaşadıklarımızı her fırsatta hatırlamamız ve unutmamamız gerekiyor. Çünkü bağımsızlık hedeflerimiz doğrultusunda yürümemiz ve ülke olarak iddialarımızı sürdürmemiz ancak yaşadıklarımızı zihnimizde diri tutmakla mümkün olabilir.
15 Temmuz’dan bu yana devletin içine kırk seneden bu yana çöreklenmiş bir yapıyı tasfiye etmenin mücadelesini verirken aslında devleti yeniden inşa ettiğimizin farkına varmalıyız. Kısacası küresellerin taşeronluğuna soyunan FETÖ’yü tasfiye etmemiz demek devleti gerçek sahiplerine yani millete vermek demektir. O zaman mücadelemizi bu güzergâha uygun bir şekilde yapmamız gerekiyor.
Nasıl mı? Öncelikle şunun farkına varmalıyız; FETÖ’yle mücadele Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın kişisel mücadelesi değil, bir ülke mücadelesi. Aslında 17-25 Aralık darbesinden sonra FETÖ’yle sahici anlamda mücadele eden Erdoğan’a en az onun mücadelesi kadar destek veremezsek FETÖ’yü devletin içinden temizleyemeyiz. Bu noktada Erdoğan’a sahici anlamda gereken desteği vermek birinci koşul olmalıdır.
Bununla birlikte özellikle bazı mecralarda gördüğüm “FETÖ’cü olmayanlar KHK’larla ihraç edildi” gibi söylentilerin aslı varsa devlet gerekeni yapmalı. Ama FETÖ’nün mağdur ettiği milyonlarca insan unutulup birkaç mağduriyet ana gündem yapılırsa işte o zaman FETÖ’yle mücadele sulandırılır.
Özellikle Erdoğan’ın “at izi it izine karıştı” söylemini kasıtlı olarak saptırmak da bu sulandırmanın tuzu biberi olur. Cumhurbaşkanı’nın bu ifadesi FETÖ’cü olmayan bazı kişilerin kripto FETÖ’cüler tarafından FETÖ’cü ilan edilmelerine yönelik haklı bir itirazdır. Ama bu itirazı birtakım kişilerin pek de iyi niyetli olmayacak şekilde saptırması ve özellikle gerçek FETÖ’cüleri bu yolla aklamaya çalışması da pek kabul edilebilir bir şey değildir.
Yapmamız gereken her ne olursa FETÖ’yle mücadeleyi birinci gündem maddemizden düşürmemek ve bu aşamada devlet içinde bir tane dahi FETÖ’cü kalmayana dek gereken mücadeleyi korkusuzca yapmaktır. Özellikle sadece “darbeciler” diyerek değil, darbecilerin kim olduğunun öznesini kullanarak yani FETÖ’cüler diyerek üstüne basa basa bu mücadeleyi sürdürmeliyiz. Sulandıranlara ve sulandırmalara mahal vermeden…
***
Erdoğan’ın manifestosu
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda tarihi bir konuşma yaptı. İşte o manifesto sayılabilecek konuşmadan satırbaşları:
- FETÖ ile mücadele etmezseniz yarın çok geç olabilir.
- Mültecileri dünya, Batı almayabilir ama biz alacağız. Çünkü biz insanız.
- Suriye topraklarında kimsenin gözü olmaması gerekir.
- Suriye’de güvenli bölge haline getirdiğimiz yerlerin uçuşa yasak bölge ilan edilmesine yönelik birlikte çalışmalıyız.
- Dünyayı 5 ülkenin ağzına mahkûm edemezsiniz.
Bu başlıklar o manifesto niteliğindeki konuşmadan sadece bazıları. Ama tüm bunlar bile Erdoğan’ın neden dünya tarafından hedefe konduğunu göstermesi adına yeter de artar. Tüm dünya ülkelerinin olduğu bir platformda o ülkelerin gözlerinin içine bakarak onların çifte standartlığını gösteren, dünya mazlumlarının mücadelesini her arenada dile getiren, adaletsizliğin sebeplerini cesurca dünyaya duyuran bir lideri elbette istemeyecekler. Çünkü o lider sömürüye karşı duruyor ve bundan geri adım atmıyor. Diyoruz ya hani her fırsatta; Erdoğan düşerse Türkiye düşer diye. Sadece Türkiye de değil, sömürüye uğrayan her ülke düşer. Gerçek bu!
***
Moody’s manipülasyonu
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notunu düşürerek not görümünü “durağan” olarak belirledi. Ancak aynı Moody’s birkaç gün önce Türkiye ekonomisinin 15 Temmuz şokunu büyük ölçüde atlattığını açıklamıştı. Açıkçası çok net bir manipülasyon söz konusu! Aynı şey Batı ülkelerinde olmuş olsaydı çoktan ayağa kalkmışlardı. Tabi Erdoğan’ın BM’deki o tarihi konuşmasından sonra bu düşüşün olması da rahatsızlıklarının göstergesi.
Hatırlayacağınız gibi 15 Temmuz’dan sonra S&P’de Türkiye’nin notunu düşürmüştü ama bu düşüş bir işe yaramamıştı. Bunu da o çapta değerlendirmemiz gerekir.
Moody’s kredi notunu düşürmeyi şu gerekçeye bağlıyor: “not indirim kararına dış finansman yükümlülüklerine yönelik risklerin artması ile kurumsal güçler ve büyümenin zayıflaması” Yerseniz!
Türkiye ekonomisi son çeyrekte %3,1 büyüdü, küresel kriz sonrası da %5,2 büyüme gerçekleştirdi. Kaldı ki son yıllarda yaşadığımız onca terör olayları ve bir darbe girişimine rağmen büyümeye devam eden bir ülkeyiz. Darbe girişimini atlattıktan kısa bir süre sonra Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü açtık, Fırat Kalkanı operasyonunu başlattık. O nedenle hiç aldırmaya gerek yok, her türlü manipülasyonu yapmaya devam edecekler. Yeter ki biz hedeflerimizden, icraatlarımızdan vazgeçmeyelim.
***
Kendinizden utanın Kemal Bey!
Aman dedik, “birlik ve beraberlik” var susalım, aman dedik “Yenikapı ruhu” var sesimizi çıkarmayalım. İyi güzel de bunlar tek başına olacak hadiseler değil. Özellikle suikast girişimine uğradıktan sonra Kılıçdaroğlu’na haller oldu, John Bass ile görüştükten sonra da “KHK’ları AYM’ye taşıyacağız” bile dedi.
Şimdi de Erdoğan’ın BM konuşmasına takmış, “utandım” diyor, “muhtarlara mı konuştu belli değil” diyor. İlahi Kemal Bey! Sosyal demokrat, halkçı bir parti olduğunuzu iddia ediyorsunuz da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın manifesto niteliğindeki o konuşmasını eleştirirken bile halkı aşağılamaktan geri durmuyorsunuz.
15 Temmuz’da şehit olan muhtarlarımızın olduğunu düşünürsek muhtarlarımızdan değil de kendinizden utanmaya başlasanız iyi edersiniz. Hal ve hareketleriniz bunu gerektiriyor çünkü.