"Erkek, kadına ve/veya kadın, erkeğe denktir" yerine "erkek, kadına ve/veya kadın, erkeğe eşittir" demek, çözümden çok, yangına su niyetiyle benzin dökmeye benzemektedir.
İçinde “kadın” geçen bir konu başlığının olmadığı gündem yok gibi. Eğitimde kadın, siyâsette kadın, seçimlerde kadın, adâlet ve hukukta kadın, giyimde kadın, sporda kadın, bilim dünyâsında kadın, iş dünyâsında kadın.
“Bilim adamı” yerine önce “bilim kadını” ve “bilim adamı” sonra da “bilim insanı” kullanılır oldu. Benzer bir şey “iş adamı” için de yaşandı ve artık “iş insanı” deniyor. Hatta 1971 yılında kurulan TÜSİAD (Türkiye Sanayi ve İş Adamları Derneği), kısaltması aynı kalmak üzere, ismini “Türkiye Sanayi ve İş İnsanları Derneği” olarak değiştirdi.
Bu değişim – ve kimilerine göre gelişim – sürecini, kadınların hak arayışlarındaki başarı olarak yorumlayanlar var. Bu yaklaşım kısmen doğru olabilir. Evet, bütün mesele cinsiyet ayırımından kaynaklanıyor. Mağdur olan ve haksızlığa uğrayan, daha doğrusu uğratılan – taraf, kadınlar. Lafa gelince en ağır küfürün konusu olan kadınlar, bu tür küfürlere sinirlenen erkekler tarafından bizzat mağdur ediliyor. Ayrıcı, nedense aynı küfürleri kadınlar da etmiyor değil!
Şimdi “adam gibi” ve “karı gibi” olmak ifâdelerinin dilimizdeki olumlu ve olumsuz karşılıkları üzerinden yapılan ve bunun çıkış yolu olarak “adam demek Âdem demektir; Âdem de ‘insan’ demektir” türündeki kaçamak ve sığ savunmaların girdabına hiç girmeyeceğim. Zira bu sığlık, derinlerdeki sorunun sebebine ulaşıp çözüm bulmamızı engellemektedir. Bu sığ savunmalardan zevk alan ve rahatlık hissedenler ise bu yazının konusu değil.
Erkekler kendi aralarında eşit mi ki!
Bence mesele, tanımlamanın doğru yapılmamasından ve kavram kargaşasından dolayı bir türlü çözüm yoluna giremiyor. “Eşitlik” kavramının matematiksel bir kavram olarak ele alırsak, bu kavramın tam karşılığı, “denklik”tir. Yâni matematikte “eşittir” (=) şekliyle anlatılan bir ifâde, aslında denkliğe karşılık gelir. Bu yüzden “denklem” diye bir ifâde daha doğrudur. Mesela “x=5” ifâdesi denkliği gösterir. X’in 5’e denk olduğu anlamına gelir. Yoksa, X hiçbir zaman 5 veya kendinden başka bir şeye eşit olamaz. X’in eşit olduğu tek şey, yine kendisidir.
Bu, bir kilo pamuğun bir kilo demire eşit olmayıp, ağırlıkta denk olması gibi bir şeydir. Yâni, denkliğin de tanımlanması gerekir. Yumuşaklıkta denk değildirler. Emicilikte denk değildirler. Isıya dayanıklılıkta denk değildirler. Kullanıldıkları yerler ve şekiller bakımında denk değildirler. Ama ağırlık açısından terâzide veya tartı da aynı gram veya kiloya karşılık gelirler. Bu, aynı ağırlıkta olma durumu, ne demiri daha değerli veya daha değersiz; ne de pamuğu daha değerli ya da değersiz yapmaz.
Aynı sorunsal, “kadın-erkek eşitliği” meselesine de ışık tutabilir. Şuradan ilerlersek yapıcı bir kaç adım atabiliriz. “Erkek, kadına ve/veya kadın, erkeğe denktir” yerine “erkek, kadına ve/veya kadın, erkeğe eşittir” demek, çözümden çok, yangına su niyetiyle benzin dökmeye benzemektedir.
Erkekler de, kadınlar da hemcinsleri arasında birbirlerine eşit değilken, erkekler ile kadınlar arasında bir eşit konusunda ısrarcı olmak, bir seviyeden sonra arkasında bir kötü niyeti saklıyor gibi geliyor bana. Sanki birileri, bu haksızlık ve mağduriyet sorunundan nemalanıyor da, sorunun bitmesini istemiyor ve sürüncemede bırakıyor gibi bir durum var. Futbol maçlarındaki hatâlı kararlar yüzünden hakemleri yerden yere vuran futbol yorumcularının varlığı, bu hatâlı kararlara ve hakem hatâlarına bağlıdır. Her hakem hatâsız karar vererek maç yönetse, bu yorumcular her pozisyonu ileri-geri alıp konuşacak bir şey bulamazlar.
Eşitsizlik tanımından beslenmek
Birilerinin kızacağını biliyorum ama medyadaki şiddet haberlerinin, bu şiddet olaylarının sayısını arttırdığı da bir gerçektir. Elbette bu olayların üzerine gidilmelidir, ama medyanın haberleştirme şekli, yapılan yanlışın gösterilmesinden çok, bunun normalleşmesine hizmet etmektedir. 18 Şubat 2018 târihli “Şiddet haberlerine dikkat”, 1 Nisan 2018 “Kadının kadına şiddeti şiddet değil mi!” ve 18 Kasım 2018 târihli “Şiddetin adı yok” başlıklı yazılarımda değindiğim gibi, şiddet başlığı altında haberleştirilen olaylar, kadınların mağduriyetlerine çözüm olacak sonuçlara varmamızı sağlamamaktadır. Şiddet sâdece kadına değil; maalesef erkeğe, hayvana hatta çevreye de gösterilmektedir. Bu gözden kaçırıldığı için, hassas olan kadın tarafı “kullanılarak”, sorun çözümsüzleştirilmektedir.
Erkeklerin kendi aralarındaki “eşitsizlik kültürü” kadınların kendi arasında da vardır. Değerler plânı dikkate alınmadan, kadın-erkek ayırımı yapmadan insan ve diğer canlıların da dâhil edilmediği bir çözüm anlayışı, sâdece birilerine malzeme ve nema sağlar.
Çözümü yanlış yerde aramak
Yanlış bir ifâdeyle “kadın-erkek eşitliği” denen sorunu, “erkeklerin yaptığı her şeyi kadınların da yapması” şeklinde bir formülle çözmeye çalışmak, sorunu daha karmaşıklaştırmaktadır. Bu, erkeğin yaptığı her şeyi doğru olarak kabul etme yanlışıdır. Erkeğin yaptığı her şeyi yapmak, kadına bir “eşitlik” sağlamadığı gibi kadını mutlu da etmeyecektir. Öyle olsaydı, bütün erkekler çok mutlu bir hayat yaşıyor olurdu.
Sanayi devrimi, değil kadınları erkekleri bile insanlıktan çıkaran bir çalışma disiplini ortaya koymuşken, kadınların erkeklerle “eşit” olmak istemesi, reklamı iyi yapılan ama zararlı bir ürünü tüketmek istemek gibidir. Her hangi bir işi, kadınların veya erkeklerin yapacağı şeklinde ayırıp sonra da her ikisinin yapmasını bir “kadın-erkek eşitliği” mücâdelesine dönüştürmek, o işin bir insana uygun olup olmadığı gerçeğini görmemizi engellemektir.
Çözüm için ilk adım, kadının sorunlarına, “erkek dünyâsı”ndan bakmak yerine, “kadın merkezli” bir bakış açısıyla bakmak olacaktır. “İş insanı” ve “bilim insanı” ifâdelerinde vurgulanan “insan olma” ortak paydasını, pergelin sâbit ucu yapıp, pergelin diğer ucunu kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı açmak ve dâireleri öyle çizmek gerekir. Bu dâirelerin kesişim kümesi ne kadar büyük olursa, çözüm de o kadar muhtemel olacaktır. Ayrıca bu kesişim kümesinde diğer canlılar da yer bulacaktır.
Yüzbinlerce yıllık insanlık târihinde tecrübe edilen yaşama şekillerinin genlerimize bıraktığı izleri hiçe sayıyoruz. İnsanlığın sorunlarını sâdece 200-300 yıllık kısacık bir geçmiş üzerinden çözmeye çalışıyoruz. Sorunu “eşitlik” kavramında çözmeye çalışmak, çıkmaza sokmaktadır ve bu çıkmazda, zararlı olan taraf maalesef kadınlar olmaya devam edecektir.
Unutmayalım, beş parmağımızın uzunlukları eşit olsaydı, elimizi kullanmak çok zor olurdu.