Engelli öğrencilerimizin sayısı ciddi bir rakam. Hepsini gönülden destekliyoruz.

YÖK başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç açıklamıştı geçtiğimiz gün. Yükseköğretim sistemimizdeki öğrenci sayısı 7 milyon 852 bin 51.

Farklı engel düzeylerindeki öğrencilerin sayısı ise 50 bin civarında.

Engelli öğrencilerimizin sayısı ciddi bir rakam. Hepsini gönülden destekliyoruz. Hepsi üniversitelerimiz için bir şans. Çünkü onların hayata, eğitime, topluma, insanlığa yaklaşımı bizden kat kat üstün noktalarda.

***

2018 yılından bu yana YÖK,

“Engelli öğrencilerin eğitim öğretim faaliyetlerine, ayrıca sosyal ve kültürel faaliyetlere de katılımına destek olmak, gerekli uyarlamaların, altyapının ve donanımların sağlanması ve üniversitelerde engelsiz bir ekosistemin oluşturulması”

amacıyla,

Engelsiz Üniversite Ödülleri veriyor, üniversitelere…

Üniversitelerin binalarındaki mekansal erişilebilirlik için “Mekanda Erişilebilirlik-Turuncu Bayrak” Fakülte, Yüksek Okul, Enstitülerin eğitsel imkanları için “Eğitimde Erişilebilirlik- Yeşil Bayrak” öğrencilere sağlanan sosyo-kültürel faaliyetlere erişim için “Sosyo-kültürel Faaliyetler-Mavi Bayrak” başlıklarının yanı sıra her yıl “engelsiz program”, “engelli dostu” gibi değişen kategorilerde ödüller veriliyor.

Faydası da görülüyor bu ödüllerin.

Doğrusu pek çok kurumun sembolik ödül çalışması yaptığı dönemlerde, bu yönde ciddi ve faydalı bir çalışma herkese örnek olmalı.

****

İstanbul Üniversitesi’ne 5 ödül

İşte böylesine önemli bir projede yine -sadece bünyesindeki bir öğretim üyesi olduğum için değil- İstanbul Üniversite’nin öne çıkması beni çok fazla gururlandırıyor…

İstanbul Üniversitesi toplumsal duyarlılık anlamında Türkiye’nin büyük bir değeri. Her duyarlılık projesinde tüm varlığıyla yer alması onu tam anlamıyla eğitimin kalbi yapıyor.

Keza

“2020 Yılında da 5 “Engelsiz Üniversite Bayrak Ödülü”ne layık görüldü İstanbul Üniversitesi..

İktisat Fakültesinde Ek1 Bina ile Mekânda Erişilebilirlik –Turuncu Bayrak,

Hukuk Fakültesi ve Siyasal Fakültelerinde ise hem Eğitimde Erişilebilirlik ile Yeşil Bayrak,

Ayrıca “Sosyo- Kültürel Faaliyetlere Erişilebilirlik ile Mavi Bayrak” ödüllerini kazandı.

Bu yıl ayrıca, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Hukuk Fakültesi Kütüphanesi ve Merkez Kampüs Beyazıt Mekânda Erişilebilirlik Aday Üniversite olarak Turuncu Bayrak Ödülleri kazandı…

Yine, binlerce öğrencisi, yüzlerce öğretim görevlisi ve fedakar çalışanlarıyla Türkiye’nin en güzide üniversitelerinin başında geldiği için “iyi ki varsın İstanbul Üniversitesi” diyoruz…

***

Z Kuşağı ve teknolojik muhalefet

Milenyum çocukları olarak biliniyorlar,

akıllı telefonlarla doğan, teknoloji ile büyüyen,

değişik eğitim sistemleri arasında mekik dokuyan,

mekik dokudukça da farklılaşan bir kuşak…

Aslında tam adıyla “internet kuşağı”

Sosyal meselelere meraklı, bireysel hırslarına düşkün, dijital teknolojinin ise ustası sayılıyorlar.

Teknolojinin merkezine doğdukları için insanın bir üst segmenti gibi halleri var.

Belki biraz abartı sayabilirsiniz ama onlarla konuştukça, teknolojik-robotik insan modeline gidip gidip gelirim her defasında…

Yirmi birinci yüzyılın ilk nesli olmalarının verdiği farkındalıkla onlardan önceki nesillerin çok üstünde bir kibre de sahipler.

Mesela parayı seviyor, paraya karşı net düşünceleri var ve en net tabiriyle de gelire değil, “mutlak gelire” bakıyorlar

Elbette bunları negatif çıkarımlar bütünü olarak söylemiyorum. Belki de bizim neslin onlar karşısındaki kompleksidir bu.

Ancak dünya ekseninde ciddi bir değişimin ve insanlık temelinde ciddi bir farklılaşmanın ilk örnekleri oldukları kesin.

***

Önemliler çünkü…

Yapılan pek çok araştırmaya göre, dünya genelinde nüfusun yüzde 32’sine denk geliyor

Z kuşağı...

Yani şu anki en kalabalık nüfus onlar.

Negatif yönleri…

Analitik ve hızlı düşünme metotları var. Ancak takım çalışmasına yatkın değiller.

Psikologlara göre bu durum bir yandan özgüvenlerinin yüksekliğini gösterirken, diğer yandan ilerleyen dönemlerde yalnızlaşmanın verdiği ‘kendi başınacılığın’ dertleriyle uğraşacaklar.

Bütün özellikleri bireysellikten öteye geçmeyen bir insan modeli, toplumsal birliktelik anlayışına bir gün dönmek ister mi?

Bilemiyorum.

Bizler toplumsal dayanışma kültürü ile büyüdüğümüz için yalnızlaşan insan modelini anlamakta güçlük çekebiliriz.

-Aslında antropolog kimliğimi bir kenara bırakarak bilim insanı gibi değil de bir anne vasfıyla düşündüğümde çıkıyor bunlar-

Ve çoğu zaman soruyorum kendime;

teknolojinin büyüttüğü bir çocuk mu daha makul,

yoksa büyük annesinin büyüttüğü bir çocuk mu?

Yanıtı yok gibi…

***

Teknolojik muhalifler…

Araştırmacılar, nesilleri daha çok;

Bebek patlaması kuşağı,

X jenerasyonu, Y jenerasyonu ve Z jenerasyonu olarak ayırıyorlar.

Bebek patlaması kuşağı, 1945-1965 yılı sayılıyor.

İsmini, o yıllar arasındaki doğum oranının yüksekliğinden almış.

X kuşağı 1965-1977 yılları arasında… Geçiş dönemi nesli olarak görülüyor.

Toplumsal-ekonomik pek çok krize şahit olan X kuşağı siyaseten de daha önde görülüyor.

Y kuşağı ise 1978-1995 yılları arasında… Teknoloji ve bilgisayar neslinin başlangıcı olarak sayılıyorlar.

Ve Generation-Me… Yani ben jenerasyonu, Z kuşağı.

Ağırlıklı olarak

Sınır tanımayan, toprak anlayışını pek benimsemeyen, ulus kavramını küresel vatandaşlığa tercih eden bir global blok gibi duruyorlar.

Teknolojik muhalifler onlar. İktidarların belalısı olma yolunda hızla ilerliyorlar.

Bunun son örneği ise ABD’de görüldü.

Donald Trump'ın geçtiğimiz günlerde yaptığı ilk seçim mitinginde ortaya çıktılar. İnternet üzerinden yaptıkları bir kampanya ile Trump’ın toplantısına düşük katılımın sorumlusu olmakla suçlanıyorlar.

***

Günün Sözü

“İnsan ulaşamadığı her şeyin ‘delisi’

ulaştığı her şeyin nankörüdür”

Pablo Neruda