Eskiden beri İstanbul'da zaman zaman alışkanlık haline getirdiğim bir şeyi, geçtiğimiz günlerde, bu kez daha ayrıntılı gözlemleyerek yaptım.
Yaptıklarım, zaman zaman buradaki yazılarıma aktardıklarımın günden güne ne kadar değiştiğinin bir anlamda değerlendirmesiydı.
1959 yılında geldiğim, 1964’den beri aralıksız yaşadığım İstanbul’u, çok gezen ve dolaşan olduğum için iyi bilenlerdenim. Öğrencilik yıllarımda gezmediğim yeri neredeyse yok gibidir. Ancak en fazla on yıllık geçmişi olan, hızla çoğalan yeni yerleşim yerlerinin oldukça büyük bölümünü, henüz gezmedim ama, tahmini değerlendirmelerimden, birbirlerinden pek de farklı olmadıklarını düşünüyorum.
Bu kanıya nereden vardım. Öncelikle; medyaya yansıyanlardan, oradaki sosyal yansımaların günümüze taşınan fotoğraflarından.
Eski İstanbul’un geleneksel, yerleşik bir kültür ve sosyal yaşan düzeni vardı.
Son yıllardaki yoğunlukta olmasa da İstanbul’un eskiden de, göç sirkülasyonu vardı.
O zamankilerin bugünlerden en önemli farkı, o dönemlerde İstanbul’a gelip yerleşenler, yerleştikleri bölgelerdeki İstanbulluların gelenekleri, sosyal yaşamları ve kültürel gelişmişliklerine ayak uydururlar ve geldikleri yerlerden taşıdıklarıyla İstanbul kültürünü birleştirerek İstanbul’a uygun bir yaşam biçimini kurgularlardı.
Son yılların göçlerinde o eski görüntü ve anlayış nerdeyse ortadan kalktı. Gelenler için oluşturulan yeni yerleşim alanları, gelenlerin taşıdıkları sosyal yaşam biçimiyle şekillenmeye başladı. Bugün bu yeni yerleşim alanlarında, eski İstanbul’da var olan o eski kültür ve sosyal yaşam birlikteliğine rastlamak iyice zorlaştı. Farklılıklar, hemen fark edilebiliyor. O nedenledir ki, çok iyi bildiğim İstanbul’un, var olan bu yerleşim alanlarını gezmeden, tanımadan oralarla ilgili yorumlar yapmak pek de doğru bir yaklaşım olmaz.
Genelde kendi aracımla gezmeyi tercih ettiğim o dönemler, birçok bölgeyi kısa sürede dolaşabilme kolaylığım vardı. Artık, o kolaylıkların şimdi yok denecek hale geldiğini söylemek hiç de yanlış olmaz.
İstanbul’un dillere destan o trafik sorunu hala tam olarak çözümlenememiş. Eskiden önemli bir varlık nedeni olan ve vazgeçilmez ihtiyaç gibi görünen özel otomobil sahibi olmak, yaşanan zorlukları nedeniyle bir ihtiyaç olmaktan çoktan çıktı. Arabanızla keyfini çıkararak İstanbul’da dolşmanız pek de güzel bir şey değil. Hala, tam olarak çözümlenemeyen trafik sıkışıklığı, otoparkların düzensizliği ve yetersizliği. Birçok yerde kapalı ve açık otoparklar yapıldı ama o otoparklara ulaşabilme veya park edebildiğiniz o otoparklardan çıkabilme zorlukları bir çoğumuzu toplu taşıma araçlarını kullanmaya yöneltti.
Ben du bu zorlukları yaşamaya başlamıştım son zamanlarda. Özel otomobille İstanbul’da dolaşabilmenin keyfi, keyif olmaktan çıkmış eziyete dönüşmüştü. Bir yıl önce arabamı sattım ve iyice yaygınlaşan, ihtiyaçlarımızı karşılar yeterliliğe ulaşan toplu taşıma araçlarını kullanmaya başladım. Şimdi gördüm ki; iyi ki arabamı satmışım. Kafam rahat, önemli oranda günlük harcamalarımda rahatlama oldu. Öyle ya; en önemli harcamalarımdan olan; benzin masrafım, Motorlu Taşıtlar Vergim yok, sigorta giderim yok, amortisman, tamirat giderim yok. En önemlisi; trafik yoğunluğunda keyif olmaktan çıkan, iyice eziyete dönüşen otomobil kullanma, her yere özel otomobilimle gitme alışkanlığımdan kurtulmuş oldum.
Tek eksikliğini hissettiğim; zaman zaman İstanbul’u özel otomabille dolaşma güzelliğinden uzak kalmak. Onu da, toplu taşıma araçları ile gidermeye çalışıyorum. Önceleri alışmakta oldukça zorlandım ama, özellikle iyice yaygınlaşan raylı sistemler, çok yakın bir zamanda hızla yaygınlaşan ve Halkalı-Gebze arası iki yakayı birleştiren Marmaray o eski alışkanlığımdan kurtulmam için çok yardımcı oldu. Bu arada; iki yakayı birleştiren ve yirmidört saat hizmet veren Metrobüsün de hakkını yemeyelim.
Son zamanlarda çok sıkça kullandığım toplu taşıma araçlarında yaşanan olumsuzlukları, kullanım ve sürücü hataları, seferlerdeki planlama düzensizlikleri, özellikle; Metrobüs ve Marmaray’da iyice kendini hissettiren eksiklikleri yarınki yazımda dile getireceğim.