Siz de farkında mısınız bilmiyorum, ama bizim de içinde olduğumuz dünyâda bunca olay oluyor, bunca gürültü-patırtı kopuyor; ancak herkesten ses çıkarken İngiltere'den ses çıkmıyor.
ABD’den, Rusya’ya; Çin’den Almanya’ya; Fransa’dan Türkiye’ye dünyânın küresel ve bölgesel güçleri sahnede yerlerini alırken, gözler İngiltere’yi aramıyor değil. İster istemez ya rejisör ya senarist ya da yapımcı koltuğunu işgâl ettiğini düşünüyor insan.
İngiltere neresi, Birleşik Krallık ne?
Öncelikle “İngiltere”yi tanıyalım. İngiltere, Büyük Britanya, Birleşik Krallık gibi ifâdeler herkesin mâlumudur. Meselâ Şampiyonlar Ligi, UEFA Ligi adıyla düzenlenen futbol turnuvalarında hem İngiltere hem de İskoçya ve Galler liglerindeki kulüplerin adı duyulur. Ama söz konusu UEFA Avrupa Kupası veya FİFA Dünya Kupası gibi millî organizasyonlar olunca “İngiliz millî takımı” ortaya çıkar.
Ortada İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda diye dört ayrı devlet vardır. Bunlar bâzı konularda bağımsız, bâzı konularda ise bağımlıdırlar. Söz konusu Birleşik Krallık (United Kingdom – UK) olunca bağımlı bir kimlikleri vardır. Ama konu sâdece bununla bitmiyor. Haritada da göstermeye çalıştığım gibi, İngiltere aslında Büyük Britanya’nın en büyük parçasını oluşturan bir devlettir. Büyük Britanya’nın içinde İskoçya ve Galler de vardır. Yâni İngiltere, İskoçya ve Galler bir araya gelince, Büyük Britanya’yı oluşturuyorlar. Bunlara Kuzey İrlanda’da eklenince Birleşik Krallık oluyor. Vaktiyle Birleşik Krallık, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” (No-Sunset Empire) iken, bu krallığın içinde Hindistan, Avustralya-Yeni Zelanda, Kanada, Güney Amerika ve daha birçok devlet vardı.
Monarşik demokrasi
Siyâsî rejimi cumhuriyet değil de krallık olmasına rağmen, demokrasinin beşiği olarak kabul edilen İngiltere, aynı zamanda diplomasinin de beşiğidir. Lâkin bu beşikte sâdece kendisi sallanmakla kalmaz, aynı zamanda ve daha çok, dünyânın diğer ülkelerini de sallar. Satranç, Acem coğrafyasında icat edilmiştir, ama İngilizlerin devlet aklının her yerde piyonları vardır. Bu piyonlar sâyesinde “Güneş Batmayan İmparatorluk” bakiyesinin tahsilâtını hâlâ yapmaktadır. Stratejik davranmak, İngiliz monarşisinin âdeta “5 Çayı” kadar normal yaptığı bir şeydir. Dünyânın en büyük sivil organizasyonu olan FİFA Dünya Kupası’na sebep olan ve bir strateji-taktik oyunu olan futbolun İngilizler tarafından ortaya çıkarılması da tesâdüf değildir.
Masanın başındaki İngiltere
Yazının başında belirttiğim gibi, İngiltere, gürültü-patırtı çıkarmaz. Ama ortalık sâkinleşince masanın başında oturduğunu görürsünüz. 1923’te de öyle olmadı mı?! Biz Millî Mücâdele’yi Yunanlara karşı verdik ve lafın gelişi “Yunan’ı denize döktük”. Ancak Lozan’da İsmet İnönü’nün karşısında Yunanistan değil, İngiltere vardı. Lozan Antlaşması’nda biz pazarlığı İngilizlerle yaptık. Yunanlar, 9 Eylül 1922’de İzmir’den kaçıp gitmişlerdi, ama İngilizlerin komutasındaki işgâl kuvvetleri resmî olarak 6 Ekim 1923’e kadar İstanbul’daydı.
O zamanlar Anadolu’da Yunanistan’ın yaptığı gürültü-patırtı görevini, şimdi sanki Amerika Birleşik Devletleri tüm dünyada yapıyor gibi. Savaşları çıkaran, dünyânın haklı nefretini kazanan, yaptığı katliamları sâdece “özür dileyerek” geçiştiren Amerika Birleşik Devletleri “düşman markası”nı taşıyor. Bütün bunlar olurken, “Adasında oturan” İngiltere’den diplomatik beyanatların dışında pek ses gelmiyor. AB’den çıkma karârıyla, eski günlerine dönme niyetini ortaya koyan İngiltere, “Sıfır Merdiyeni”nden de anlaşılacağı gibi hâlâ dünyânın merkezi ve masa başı aktörüdür.
İngiltere, İngilizce’dir
Yabancı dil ve özellikle İngilizce ile eğitim yapılmasının sakıncalarını bu köşeden defâlarca yazdım ve yazmaya devam edeceğim. “Büyük Britanya’nın bir parçası İngiltere” olarak nicelik açısından Avrupa’nın ve dünyânın en küçük toprağına olan ülkelerden biri olan İngiltere’nin nitelik açısından gücünün kaynağı İngilizce’dir. Türkiye’de bir kesimin “Dünya dili zannettiği” İngilizce’nin esas gücü, İngilizlerin ve İngiliz devlet aklının İngilizce’ye verdiği önemden gelmektedir.
Son büyük İngiliz devlet adamların biri olan Winston Churchill’e atfedilen şöyle bir hikâye vardır. Churchill’e bir gazeteci şu soruları sorar ve şu cevapları alır:
- Tercih etmeniz gerekirse İngiliz donanmasını mı, İngiltere’nin sömürgelerini mi tercih edersiniz?
- Donanmamızı tercih ederim, çünkü sömürgeleri donanmamız sâyesinde elde ettik ve donanmasız elimizde tutamayız?
- Peki İngiltere’yi mi, yoksa donanmayı mı tercih edersiniz?
- Biz o donanmayı İngiltere’deki tersânelerde yaptık, yine yapıyoruz, ama İngiltere olmadan donanmanın bir anlamı yok.
- İngiltere’yi tercih edersiniz, yoksa İngilizce’yi mi?
- Elbette İngilizce. İngiltere’yi İngiltere yapan İngilizce’dir. İngilizce yoksa İngiltere ve İngilizler yoktur.
- Son soru; İngilizce mi, Shakespeare mi?
- Kesinlikle ve tartışmasız Shakespeare. İngilizce demek Shakespeare’dir. İngilizce, Shakespeare sâyesinde bir dil olmuştur. Biz bir Shakespeare daha çıkartamayız.
Churchill’in bu hassâsiyeti, İngiltere’yi hâlâ masa başında tutan aklın güç kaynağıdır. Bir tâne İngilizin olmadığı, hatta hiçbir yabancının bulunmadığı toplantılarda bile ikinci dil olarak İngilizcenin kullanılıyor olması ve ne yazık ki, bunun artık “normal kabul edilmesi”, İngiltere’nin ekonomik durumu ne olursa olsun, dünyânın hâlâ en güçlü devleti olmasının garantisidir.
İngiliz başbakanının kendisini “dünyânın en kalabalık Müslüman nüfûsunun başbakanı” olarak ilân ederken, kendisini rahat ve güçlü hissetmesinin sebebi, Birleşik Krallığın kültürel sınırlarının siyâsî sınırlarının çok ötesinde ve derinlerde olduğunu bilmesidir.