Dünya halkları esaret zincirlerini kırmak için meydanları dolduruyor. Bu o kadar dikkat çekici bir hale geldi ki birkaç gün önce Biden, Netanyahu'yu yarı yolda bırakacağının sinyallerini verdi.
Bu kez farklı. Hem de çok farklı. Artık dünyanın 5. dalgası mı deriz, 6. dalgası mı deriz, bilemem. Ancak dünya halkları insanlık etrafında kenetleniyor. ABD’de benzeri görülmemiş yürüyüşler yapılıyor. Kongre binasında, tren istasyonlarında Filistin için özgürlük sloganları atılıyor. ABD’nin yerli halklarının başını çektiği yürüyüşler, ritüeller eşliğinde gerçekleşiyor. İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Kanada, Senegal, Endonezya ve her gün bu kalabalıklara eklenen yeni kalabalıklar günlerdir sokaklarda haykırıyorlar; Filistin’e özgürlük. En son Norveç dikkatimi çekti. Gece meşalelerle Filistin için sokaklardaydılar. İsrail medyasının bu kez ne algoritması ne de zekâsı ne de gücü gerçekleri gün yüzüne çıkmasını engelleyemiyor. Binlerce masum can verirken adeta dünya halkları kalbinden uyanıyor. Dünya basını olayları İsrail basınından takip etse de doğruların üzerini örtmeye engel olamıyorlar. Dünya halkları esaret zincirlerini kırmak için meydanları dolduruyor. Bu o kadar dikkat çekici bir hale geldi ki birkaç gün önce Biden, Netanyahu’yu yarı yolda bırakacağının sinyallerini verdi.
İnsanlık vicdanı
Son 100 yıldır şiddetli bir biçimde siyasiler ve onların küresel sermayedarları tarafından sömürülen bir düzen var. Düşünen, yazan ve konuşan nice düşünürler geldi geçti ama bu sistemin içinden çıkmaya yetmedi hiçbir uyarı. İnsanlık daha da çok bu sömürü bataklığına çekilmeye devam etti. İnsanlık özellikle Ortadoğu coğrafyasında başını ABD’nin ve İngiliz aklının siyonist emellerinin İsrail adı altında kurdurdukları bir devletle dünyayı kana bulamaya devam etti. Kurulan taşeron örgütlerle ülkelere rahat ve huzur verilmedi. Kukla liderler yüzünden Ortadoğu ayağa kalkamadı. Halklar susturuldu, uyuşturuldu. Vahabilik ve benzeri uydurulan akımlar İslamiyet’e monte edildi. Mezheplerle, meşreplerle, ırksal özellikler birer ayrıştırma unsuru olarak Siyonist akıl tarafından kullanıldı. Körfez savaşını medyadan bir Rambo filmini izler gibi dünyaya izlettirildi. Halkları popüler kültürün unsurlarıyla başta sinema olmak üzere ona eşlik eden markalar, imajlar ve herkesi aynı olmaya zorlayan gönüllü aparatlarıyla oyaladılar durdular. Kimse farklı olmamalıydı. Herkesi sosyal medya ile yönetip uyuşturabileceğini düşünen bu akıl bir aydır kendi silahıyla vuruluyor.
Oyun bitti
Ülkelerin son halkası olan halkların topyekûn ayaklanması ile oyunun sonuna geldiğimizi de görüyoruz. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Çünkü artık kimse politikacılara inanmıyor. Dikkat edelim, sokaklar daha çok batı halkları tarafından dolduruluyor. Çünkü batı ikinci aydınlanmayı yaşıyor. Ama bu aydınlanma bu kez birincisinde olduğu gibi başka bir tuzağa düşmemeyi vaad ediyor. Çünkü halklar İslam’ı keşfetmeye başladılar. Bu kadar karalanan, kötülenen ve terörist gibi gösterilen Müslümanların şanlı direnişini Gazze halkından görünce hayranlık duygusuyla karışık insanların keşif duyguları açıldı. Özellikle de ABD başta olmak üzere birçok batı ülkesinden sosyal medyaya yansıyan videolarda Kur’an-ı Kerim siparişleri verildiğini ve okuyanların mutluluk ifadeleri ile karşılaşıyoruz. Şer’den hayır doğuyor işte. Gazze’deki katliam için vatandaşların vergilerinden silahlar alınıyor ve masumlar öldürülüyor. Artık kimse susmayacak. Artık kimse hesap sormadan durmayacak. Türkiye bu oyunun bitişini hatırlayalım, “One Minute” ile Davos’da başlatmıştı.
Çocuk oyunu
Sosyal medyada takip ettiğim bir isim öyle güzel demiş ki buraya alıntılamadan edemedim. “Gazze’de ölüm, çocuk oyunu”. O kadar ağır o kadar gerçeğin yüzümüze vuruşu ki bu cümle. Bizler insanlığımızdan ölürken ve bazılarımız insanlığa uyanırken hatta çoğumuz ölümden korkarken Gazze’de ölüm, çocuk oyunu. Şimdi durup düşünüyorum. Onca çocuk yetim, öksüz kaldı, kalıyor hala. Anne, babalar evlatlarını yitiriyor ama izzetlerini kaybetmeyecekleri bir ölümlü bekleyişin içindeler. Bu kutlu bekleyiş bize ne anlatmalı bugün ve yarın için. Herkes üstüne düşeni nasıl yapacak? Gazze dünyayı ayağa kaldırdı ve çok kolay da oturmayacak. Hepimizin artık iç hesaplaşmaya dönme zamanı. Hesabı verenler bir nebze hayatın anlamını kavrayacak. Hesabı veremeyenler aynı Siyonistlerle haşrolacakları günü bekleyecekler. Diyeceklerim bu kadar. Çok üzgünüm.
Yaman çelişki
Her Gazze ablukası saldırısında veya başka batılı devletlerle aramızda olan sorunlarda boykot çağrıları yapılır ama bir işe yaramazdı. Bu kez yaradı mı? Evet şimdilik yaradı. Hatta dünya genelinde yayıldı ve büyük bir boykota dönüştü. Tabi önemli olan bunun kalıcı olması. Peki nasıl kalıcı olacak. Şu söylediğim şey aslında çok önemli. TV kanallarının hepsine bakalım. Reklam verenler, sponsorlar kim? En az yüzde 70’i İsrail ürünleri. Dizilerin aralarına giren yarım saatlik reklamları gözünüzden geçirin. Çekin bu reklamları. Çalışanları ile o TV’lerin hepsi çöker. O zaman sorun şu; bu ürünler bu noktalara gelirken biz ne yapıyorduk? Şimdi bu soruya cevap vermenin bir yararı var mı? Yok. O zaman bundan sonra yapılacak tek şey bizim üretmemiz. Üretip marka haline gelmemiz. İşte ancak böyle güçlü olursunuz. Başkasının 3 lekeyi birden çıkaran markasına verdiğimiz paralarla bizler 4 lekeyi çıkaran deterjanı pek ala yapabilirdik. İşte onlar yaparken biz uyursak bugün de boykot ancak bir yere kadar işe yarar. Bu yaman çelişkiyi görmezsek ve bundan sonrası için hala yan gelip yatarsak zaten bir sonraki saldırının içten ve dışarıdan bize olacağı muhakkaktır.
TV reklamları ve boykot
Boykotlar şu an her yerde olmalı ve destekliyoruz. Ancak en büyük boykot beyinlerimize birileri tarafından format atılarak yapılmış. Televizyonlar ve dijital mecra bugün reklam pastasından en büyük payı alan araçlar. Bu mecradaki yayınların en az yüzde yetmişi de İsrail’e destek veren veya İsrail kökenli ürünler. Bu bize bir zamanlar köylerden başlayarak hidrojenize yağı yani ilk margarin markası olan VİTA’yı mutfaklarımıza sokularak yapıldı. Sonra arkası geldi zaten. Gazete, TV reklamları, afişler ardı arkası kesilmedi. Televizyonlar ekonominin döndüğü yerlerdir. Özellikle televizyonlar bugün hala en etkili algı araçlarıdır. Dolayısıyla bir zamanlar evlerimizden sinsice mutfaklarımıza sızan markalar bugün değişik yöntemlerle aramızdalar. Avaz avaz boykot diye bağıran meslektaşlarıma ben soruyorum; TV reklamlarından o markaları kaldırabiliyor musunuz? Kıymetli meslektaşlarım hala sigara içiyor musunuz? Hangi marka? Boykotu önce kendimize yapmalıydık seneler evvel. Geçmiş olsun. Üreten bir toplum olmazsak daha çok facia yaşarız. Her seferinde de boykotla paçayı kurtaramayız.
Masal gibi
Bir zamanlar bir tahta sandalyede uyuklamak, ne güzel bir saadetmiş. İnsanın kendi gölgesinde serinlediği devirlermiş. Kimseye muhtaç olmadığı, kimseye kendini beğendirmek için çabalamadığı o asude devirlerin sonuymuş. Demir arabalar henüz icad edilmişti. Atlı arabalar, motörlü arabalara yetişmek için çaba harcamazdı. Bir kahve köşesinde içi geçen amcamın uykusundan uyandırmayan atların naif adımları, Arnavut kaldırımlardan geçer giderdi. Adeta bir ninni gibi gelirdi uyuklayana, o tıkıtık tıkıtık adımlar. Uykuyla uyanıklık halinde ata yurdumuza bozkırlara götüren o nal seslerinin yerinde şimdi acayip sesler. Uyandırmayalım amcamızı bu uykudan. Zira görmesin şimdiki halimizi pek perişan. Sessizlik bozuldu. Uykular bölündü. Dünya çıldırdı. Arıyoruz o devirleri. Masal değildi ama adeta masal gibiydi. Tadı hala ağzımızda.
İslam’a ilgi
Filistin Gazze’ye uygulanan katliamın çok farklı yankıları olduğunu sosyal medya üzerinden görebiliyoruz. Etkiye tepki veriliyor. İsrail’in vahşice katliamlarına insan vicdanları uyanırken bu kadar cesurca ve katıksız bir imanla ölümü bekleyen bir toplum bugünün kapitalist dünyasında insanın içindeki derin ruhi açlığa adeta bir cevap oluyor. Allah nelere kadir. İslam’ı merak edip Kur’an-ı Kerim alanlar, İslam konusunda daha fazla öğrenmek isteyenler, yardım isteyenleri görüyoruz. Biz kandırılmışız, İslam müthiş şeyler söylüyor, diyenler. Heyecanlarını gözyaşları ve titreyen yürekleri ile söyleyenler ve daha niceleri. İnsanlık acı çekmeden aydınlanma olmuyor.
“Lütfen çöpe bebek atmayınız”
Kastamonu’da çöpte bulunan bebek hadisesini duyan bir genç, o anneye belki de bir mesaj vermek için çöpün üzerine asetatlı kalemle “lütfen çöpe bebek atmayınız” yazmış. Babaannesi ile yaşayan meslek lisesi öğrencisinin kendisini bebeğin yerine koyduğunda çok kızdığını söylemiş. Belki de bu gencimiz de çok küçükken terk edildi veya annesini erken yaşlarda kaybetti bilemiyoruz. Ancak duyarlı bir gencin dikkat çeken bu davranışı her vicdan sahibi insanın anlayacağı bir davranış olduğu muhakkaktır.
Özlem Yılmaz Meriç
Konuk Yazar
SESİMİZ NEREDE?
Birgün Hz.Cebrail, Hz. Nuh’a gelir ve der ki; "Ey uzun ömürlü Peygamber, dünyayı nasıl buldun? Hz. Nuh cevap verir; "İki kapısı olan bir ev gibi. Birinden girdim diğerinden çıktım. "Evini kamıştan yapan bu Peygambere neden böyle yaptığını da sormuşlar. Ölecek kimse için bunun bile çok olduğunu söylemiş. Bin üç yüz sene yaşadığı rivayet edilen bu güzel insana, hayatı bu kadar kısa gelmişken, bir kelebek gibi ömür süren ahir zaman insanlarına ne oluyor acaba? Ne istiyorlar bu dünyadan?
Bu kadar zulme, kana, haksızlığa bulaşıp hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamakla elimize ne geçecek? Bu kısa hayatın içinde, anlamlı tüm değerlerin yerle yeksan olduğu, çocukların korktuğu, tedirgin yattığı, bu ülkenin çocukları büyüyemez ancak şehit olur diyecek kadar çok yol katettiği, okulların resmi tatil yüzünden değil, gidecek çocuk kalmadığı için kapandığı vahşi bir yaşam şekliyle nereye varmak istiyorsunuz? Nereye varmak istiyoruz? Tüm ehli kitap, bize, doğru yoldan gidelim, tüm peygamberler, bize insanlık yolunda klavuz olsun da, ünsiyet kurmayı öğrenelim diye gelmedi mi?
Niye kötü her şey olduk da onca öğretiye rağmen insan olamadık?
Tevrat der ki, sadece Allah’a kulluk edeceksin! İncil der ki; bir bütün olarak tüm varlığınla, ruhunla seveceksin! Kur'an'ı Kerim der ki; okuyacaksın! Yahudilerden bir kısım kulluk etmeyi çarpıtıyor. Allah hayvana bile zulümden hesaba çekecekken bebek katili olmayı neredeyse dini bir ibadet sayıyor. Hristiyanların içinde bir kesim sevmeyi değil ayrıştırmayı tercih ediyor. Polislerin defaatle siyahileri sebepsiz yere kindar bir şekilde öldürdüğüne şahit olduk. Ve güzelim Müslümanlar, bize verilen ilk emir "Oku" iken biz pek çok zaman sadece işiterek öğrenmeyi tercih ettik. Yazılı kaynaklarımızın dili olsa, bizden şikayet edecek kadar güçsüz kaldık bu konuda. O kadar okumadık ki, kimliğinde İslami baresi olan biri başka bir dine mensupmuşçasına kendi dininden ırak hale geldiği halde, halinden haberdar değil. Bir olan dini kendi içinde ayıra ayıra sevmeyi, seçe seçe kabuletmeyi reva görüyor. Hak dinini, bozulmamış doğru kelamlarını, sevgiyle kucaklayıp, bizzat okuyup, anlamadığını doğru yere sorabilmekten öyle aciz ki... Allah Resulü, güzel ahlâkı tamamlamaya geldim diyor. O zaman yaptıkları nasıl ilgimizi çekmez? Attığı adımlara basa basa yürümek nasıl bizi hak yoluna iletmez? Aracısı olduğu o mukaddes kitap, nasıl raflarda tozlanır?
Ah insan...