Dünyayı üç gün diye tanımlamış ecdadımız. Bunun bir nedeni olmalıdır.

"Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not;

Dünya beş para etmiyor.” Necip Fazıl Kısakürek

Dünyayı üç gün diye tanımlamış ecdadımız. Bunun bir nedeni olmalıdır. Hayata bakışımızı çerçeveleyen üç gün, önemli bir vurgudur. Bütün meselenin o üç günlük dünyayı nasıl yaşadığımız ya da yaşamamız gerekli olduğudur. Şimdi sormalıyım; üç günlük dünya misafirhanesinin kaçıncı günündeyim, kaçıncı saatinde? Bunu yeryüzünde bilen bir tek insan yok. Dünyaya gelen her insan ölümü de cebinde getiriyor. Buna sebep, sık sık ölümün hatırlanması emrediliyor. Dünyanın en zenginleri ölmemek için bütün dünyalıklarından vaz geçiyorlar da yine de ölümün önüne geçemiyorlar. Öyleyse dünya dediğimiz bu ekim tarlasını doğru dürüst ekmek ve ektiklerimizin karşılığını alacağımızı bilmek icap ediyor.

Her birey, bunu kendisine gün içinde en az bir kez sormuş olsa, küskünlük, dargınlık, kavga, çekememezlik, ihtiras, buğz, kıskançlık, haset, düşmanlık, dedikodu gibi özelliklerin bir anlamı kalır mı? Bence kalmaz. Peki, nedir bu ihtiras? Nedir bu kadar yalan, dolan? Ansızın kapı aralığından giriverecek ölüm meleği. Nasıl yaşarsanız-inanırsanız öyle ölecek ve dirileceksiniz. “İslam’ı, öyle güzel, öyle canlı, öyle diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen sen de dirilsin” diyordu rahmetli Sezai Karakoç. Ansızın gelen ölümlerle sarsılıyoruz. Bu türden ölümler için Rabbimize sığınıyoruz. İnsan acziyetini en çok ölümlerde, kabristanlarda, taziyelerde, evlerimizde yakalandığında idrak etse de fazla sürümüyor. Çok kısa bir anlık yakalanıştan kurtulacak öylesine şatafatlı bir dünyadayız ki hemen unutuverip normal hayatımıza devam ediyoruz.

An gelir ölüm gelir.

Dava insanları yolculukta belli olur. Yol, insana yürümeyi öğretir. Yürüyüşün şartları ne olursa olsun, yol evire çevire şartlara ayak uydurmamızı sağlar. Bir dava mensubiyeti içinde tek yürek, tek söz, tek gönül olmuş erlerin-erenlerin ittifakları Büyük Cihan Devleti Türkiye’mizin ittihadı İslam adına attığı her adımda, bu yolculuğun devam ediyor olmasıdır. Bu aynıyla vacibiyet ve mecburiyettir. Yeryüzünde huzurun taşıyıcısı olmak vahye iman etmiş toplulukların hedefidir. Kardeşlik akdi vahiyde belirlenmiştir. Buna sebeptir ki Türk İslam Coğrafyasının üzerinde uygulanan sinsi planları bozan düşünce-inanç ve siyasal hareket, iki cihanda aziz ve kutludur.

Yol uzundur. İdealist dava insanları ancak hedefe varır. Kutlu olsun yolumuz, yolculuğumuz ve yoldaşlığımız. Nahl suresi 23.ayette şöyle ifade ediliyor; “Hiç şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını da açığa vurduklarını da bilmektedir. Allah büyüklük taslayanları asla sevmez."

Heysemi'nin Mecmauz Zevaidin'de şöyle bir Hadis naklediliyor: "Hiçbir kimse yoktur ki, onun başında biri yedinci kat göğe giden, diğeri yerin yedinci katına doğru giden iki zincir bulunmasın. Kişi tevazu gösterdiğinde, Allah onu yedinci kat semadaki zincirle yükseltir. Kibirlendiğinde ise, yedinci kat yerdeki zincirle alçaltır."

Deme öyle, etme böyle

Yüreksiz değildir şair

Çekip gitmek istersin de

Dar gelir dünya

Şaire yaşamak ar gelir

Şairlerde ağlar

Deme öyle, etme böyle

İmdi böyle bir yolculuk yapıyoruz yeryüzünde. Yeryüzünde varoluş nedenimiz, hakka teslim olmak ve hakkın yanında olmaktır. Yolcu, yol ve yolculuk, birbirinden ayrılmaz. Yolcu da, yol da, yolculukta bizi yaratıcıya götürür. Bütün yollar, eninde sonunda Allah’a çıkar. Kiminle dost olduğumuz, yolculuk yaptığımız, arkadaşlık ettiğimiz önemlidir. Birlikte olduğunuz insanlarla değerlendirilirsiniz. Birlikte olduğunuz kişilerin rengiyle renklenirsiniz. İçinden geçip durduğumuz zaman sıkıntılarla, acılarla, felaketlerle geçip giden bir zamandır. İnsan kendi hayatına dikkat ettiği kadar; ailesinin, evlatlarının, milletinin hayatına da dikkat etmek durumundadır. İnsan, kendi kazancını nasıl düşünüyorsa toplumun, devletin, milletin kazancını, hayrını ve geleceğini de öyle düşünmek mecburiyetindedir.

Dünya evi, geçici bir evdir, oyalanılan bir mekân aslına bakıldığı zaman. Böyle bir mekânda kalıcı olduğunu düşünerek hareket etmek ne kadar sancılı, ne kadar yorucu, ne kadar yıpratıcıdır. Yürekleri yakıp kavuran kıskançlıklardan üç günlük yalan dünya hayatında vaz geçmeliyiz. Uykularımızı kaçıran lüzumsuz dedikodulardan, vurdumduymazlıklardan, fıstık kabuğunu doldurmayacak şu yalan dünyada küsmelerden, darılmalardan kurtulmalı insan. Ölüm gelmeden, cemiyet hayatının getirdiği hastalıklardan, fıtratımıza uymayan hal ve davranışlardan, cenazeyi defnederken ibret alamamaktan, depremlerden, sel felaketlerinden, yangınlardan, görünür görünmez musibetlerden, sıla-ı rahimi ihmal etmekten bir an evvel kurtulmalı insan. İnsan, tefekküre, tezekküre açık olmalıdır. Dünya hayatı insanlara ve cinlere ibadet hali üzere olunması için verildi.

“Ölümsüz Şarkı” da Üstat Necip Fazıl şöyle ifade eder;

“Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı!
Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı...”

Dünyaya verdiğimiz değer kadar değerlenir miyiz? Sanmıyorum. Çünkü “dünyayı kovalarsanız onun kaçacağı, siz kaçarsanız onun sizi kovalayacağından bahsediliyor.” Büyükler şöyle ifade etmişler; “Dünyanın içine gir amma dünya senin içine girmesin”. Diyeceksiniz ki dünya bizim içimize nasıl girmemeli? Allaha ve onun elçisi Peygamber as’a öyle uymalı ki, aklımız, gönlümüz, kalbimiz onunla meşgul olursa, onunla doldurabilirsek dünya dışarıda kalmış olur.

Hem dünyada yaşayacağız, hem dünya olaylarına karşı tavırlar alacağız, hem kar eyleyeceğiz, hem de gönlümüzü yar ile meşgul edeceğiz. Dünya bu kadar yapabilirsek eğer. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalışacağız.” Dünya dengesi ruhumuzu, gönlümüzü asla yıpratmamalıdır. Dünyanın çekiciliği asla bizi ebet duygusundan uzak tutmamalıdır. Unutulmamalıdır ki İsra suresi 37.ayeti kerime de bizler şöyle ikaz ediliyoruz; “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri yarabilir, ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.” Ayeti kerime bize yeryüzünde böbürlenerek, gururlanarak, kibirlenerek yürüme diye ikaz ediyor. Çünkü bu türden haller boş bir kuruntudan ibarettir. Müslim’de zikredilen bir hadisi şerifte Allah Resulü sav. Efendimiz; “Kalbinde zerre kadar kibir bulunanın cennete giremeyeceğinden” bahsediyorlar. Bütün Müslümanların karşısında tevazu sahibi olmamızı arzu ediyorlar. Mütevazı olmayı değişmez bir hayat anlayışı olarak görüyorlar.

www.recepgarip.com