2022 yılına girmiş olmak bir anlam ifade etmiyor nedense. Hayat rutinliğini sürdürüyor.
2022 yılına girmiş olmak bir anlam ifade etmiyor nedense. Hayat rutinliğini sürdürüyor. Dünyanın dört bir yanında açlar, acılar, yoklar ve yokluklar devam ediyor. Bütün dünyanın gözleri önünde, kışta kıyamette sürgünler, savaşlar, kargaşalar, sömürüler, hainlikler, fitneler, fesatlar, musibetler eksilmeden sürüyor ne var ki.
Bir umut diyorsunuz yeni bir umut, yeni bir gün, yeni doğan güneş, yeni bir yıl diyorsunuz ya, yeni esenlikler getirir diye umuyorsunuz ya; işte karşılığı terör, ihanet, ekonomik daralmalar, gıda ve sağlık oyunlarıyla zam furyası dur durak bilmiyor. Yeniden tartının eksiksiz tartıldığı, yeniden insanın insan olduğu ve yeniden hakkın üstün tutulduğu, ahlakın, iyiliğin, barışın, esenliğin gelip sofamıza, evimize, bedenimize, işyerlerimize, çarşı pazarlarımıza yerleştiğini hayal ediyorsunuz. Lakin uzak gözüküyor.
Olayları, meseleleri, problemleri, kırılıp dağılmaları, bölünüp paramparça olmaları, ailenin kökünden gövdesine indirilmiş ihanetleri düşünmeden edemiyorsunuz. İpin ucu kaçtıkça kaçıyor, tedirginlikler giderek artıyor, zihinler darmadağınık hale dönüşüyor. Hayat biraz da böylesi kırılmalarla, iniş çıkışlarla sürüp gidiyor. Oysa her yeni güne olan inancımız terütazedir her zaman. Tıpkı bahar çiçeklerinin domur domur haber verir gibi gün gün allanıp pullanarak tarlaları, vadileri, yemyeşil ormanları, bağları, bahçeleri gülistana döndürüşü gibi uyanırız. Çoğunluk güneş üzerimize doğmadan evin içinde, sokaklarda, çarşı pazarlarda, camilerde hareket başlar. Çocuk cıvıltılarını andıran bütün kuşların gökyüzünü doldurduğunu ve güneş doğmadan önce harmanlaşarak fasıllardan fasıllara uçuşlarındaki ahenk, estetik duyuşları hissederek içimize çekeriz.
İnsan doğuşunu unutamaz. Her an-gün yeni bir doğuma işaret eder. Bu doğuş bir bakıma yeniden ve yeniden dirilişin gerçekleşmesidir. Unutuş, düşüşe işaret eder ki bu kaybedişi, inişi, tükenişi, can çekişi, bitişi hatırlatır. Git gide tükenmeye doğru yol alır ki bu iyi değildir. Aslolanın uyanmak, kalkmak, dirilmek, yükselmek, günü karşılamak, güneşle büyümek gibidir. İnişlerde de birtakım hallerle karşılaşabilir insan. Bu haller göz yanılması, sislenme, perdelenme gibi bir körlüğü yaşatır. Suyu arayan adamın suyu bulduğunu zannedişi gibi bir yanılgıyı yaşatabilir ki buna dikkat etmek önemlidir. Bu türden yanılgılar insanı tüketir. Bir diriliş hadisesi yaşanır sürekli. İnsan, doğa, yaratılmış olan ne varsa her eşyanın-yaratılmışın değişimlerden değişimlere doğru yolculuk yaptıkları unutulmamalıdır. Göz göre göre aldanmak-aldatılmak insan aklının sersemliğinden başka bir şey değildir. Buna zaman zaman basiret körlüğü denildiği de olur. Basiret sahipleri güneşi üzerlerine doğdurmaz. Bilirler ki güneş yeni muştularla insanları selamlayacak, yenileyip aklayacaktır. Bu durum seherin eşsiz ikramlarla yeryüzüne inişinin güneşle parlamasıdır. Diriliş vaktini kaçırdığında bir bunalma, bir kırılma, bir azalma hisseder insan yüreği. Geç kalmışlığın getirdiği bir tedirginlik hali içten içe insanı sarar. Bu sarmalayış yıllara sirayet ettiğinde bedendeki uzuvların genelinde bir körleşme-hastalık gibi vücuda yerleşir.
Doğuşu kaçıran insan, birçok şeyi de kaçırmış demektir. Örneğin sabahın diriliğini, dinginliğini, esenliğini, yeniliğini, yenileyiciliğini, salkım salkım, küfeler dolusu dağıtılan ikramların uyanıklara gittiğini göremezsin. Kuşların yuvalarından nasılda yeryüzüne büyük bir iştahla dağıldıklarını, kanat çırpışlarını, cıvıltılarla doldurdukları o gün doğumu ikramını duyamazsın. Hakikatin sesinin uyanıklara verildiğini duyamazsın. Duyduğun, duyabileceğin, gördüğün, görebileceğin seslerin aslında hiç hoşuna gitmeyecek yaratıkların sesinin olduğudur. Artık güneş doğmuş gaflet uykusu bedenleri dumura uğratmış bir sersemleyişle farklı seslere yerini bırakmıştır ki bunlar sansarların, tilkilerin, çakalların vs. sesleridir. Islık çıkartan yılanların sesi ürkütür yüreğini. Köpeklerin, merkeplerin bağırışları kulaklarını tırmalar. Gaflet, çirkinlikleri gün yüzüne çıkartır her zaman. Sen artık horozların, kumruların, serçelerin, kekliklerin, keçilerin, atların seslerini duyamazsın.
Unutma, sen uyanışa hazır olduğunda eşyanın duruşu, bakışı farklılaşır. Ağaçların, kuşların, kelebeklerin, bahçedeki güller ve çiçeklerin nefes alışlarını duyarsın. Her anımızın yenilenişlerden yenilenişlere, umutlardan umutlara hazır olduğunu unutma. Bilmelisin ki baktığında, dokunduğunda, konuştuğunda sendenden bir hareket başlar. Bu hareketin kuşkusuz karşıdaki yankısını göz ardı edemezsin. Bakınca baktığın gözde sana bakmıştır. Dokunduğunda dokunduğun ağaç, eşya, insan sana dokunmuştur. Seslendiğinde karşıda bulunan bir muhatabın var demektir ki ondan da sana doğru bir sesin gelmesi muhakkaktır. Öyleyse dokunuşlarına, bakınışlarına, hissedişlerine, seslenişlerine dikkat etmelisin. Çünkü her şey sen de bir emaneti hatırlatır. Sayısız saçların, nefeslerin, nimetlerin, havanın, suyun sana verilişi gibi.
Hani derler ya
Şu karşı ağaç neye benziyor
Bakarsın bulutlara bakar gibi
Bir türlü anlam veremez
Lakin yine de bakarsın
Uçsuz bucaksız gökyüzüne, bulutlara
Dalgalara, sesin geldiği diyarlara
Uçup giden gökyüzündeki kartallara
Dalıp gidersin öylece