ABD, İran'ın Devrim Muhafızlarını (DMO) bir terör örgütü olarak sınıflandırdı. Buna Karşılık İran parlamentosu 13 maddelik bir yasayı onaylayarak ABD Merkez Kuvvetlerini (CENTCOM) kendi terör listelerine ekledi.
İran Anayasasına göre Devrim Muhafızları Komutanlığı, 1979 yılında gerçekleşen İslami devrimi içeride ve dışarıda yaymak, askeri ve ideolojik olarak savunup, ruhunu yaşatmaktan sorumlu olan bir paramiliter teşkilat olarak tanımlanmaktadır. Oysa ABD Başkanı Donald Trump, bu kararla ilk defa başka bir ülkenin ordusunu terör listesine katmış ve böylece doğrudan İran rejiminin temel taşları arasında yer alan bir gücü hedef almış oldu.
Ender rastlanan bir olay olarak; İran’ın yurt içinde ve yurt dışındaki birçok siyaset, finans ve istihbarat servisini yöneten; Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'deki onlarca dini grubun ideolojik ve sosyal hareketlerinden sorumlu ve 100 bin askerden fazla bir nüfusu olan Devrim Muhafızları, başka bir ülke yönetimi tarafından böyle bir ithamla karşı karşıya kalmıştır.
Kuşkusuz ABD’nin kararı, Trump’ın iki yıl önce İran’a baskı yapma taahhüdü ve onu bölgesel olarak çevreleme politikasının bir parçasıdır. Ve böylece yukarıda zikredilen ülkelerin Arap ve İslam coğrafyasındaki nüfuzunu ortadan kaldırıp Trump’ın, bir yıl sonra gerçekleşecek olan başkanlık seçimlerine giderken iç politikasında bir başarı elde etme şansını güçlendirmektir.
Yaşanan bunca olaydan sonra cevap bekleyen sorular ise:
İran-ABD gerilimi ne kadar tırmanacak?
ABD Tahran’a karşı askeri bir operasyon gerçekleştirecek mi? Yoksa Washington’un amacı sadece İran’ı tutum, davranış ve politikalarını değiştirmeye zorlamak mı?
Dahası Amerikan-İran gerginliğinin Irak, Suriye, Lübnan’ı ve Körfez bölgesini doğrudan etkileyip etkilemeyeceği ve Beyaz Saray’ın bu tür hamlelerle İsrail’i ve bazı Arap başkentlerini İran’a karşı yan yana getirip getiremeyeceği de merak konusu.
Göz önünde bulundurması gereken bir diğer husus ise, Ankara’nın Washington’ın kararlarına uyup, ona aradığı şeyi verip vermeyeceğidir. Özellikle de ABD yönetimi Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına saldırırken ve Arap topraklarını işgal eden İsrail’in elini kendisine karşı güçlendirirken.
Bir başka soru da Washington’un İran’a karşı söz konusu hamlesiyle kendine bölgede daha fazla müdahale edebilme imkânı sağlamak ve bunu yaparken de Türkiye’yi zor kararlar almaya yönlendirip, istemediği çatışmalara çekmek mi?
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, ABD'nin İran'a yönelik ambargolarının yanlış olduğunu anlatmaya devam edeceklerini söylerken, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın "İnsanlar, Türkiye'nin İran'a sırtını dönmesini beklememeli. Biz yaptırımdan ziyade daha fazla sözleşme yapmak için bekliyoruz. Türkiye, İran ile nükleer anlaşmayı en başından beri destekledi ve bu anlaşmanın devam etmesi gerektiği kanaatindedir” açıklamasında bulundu.
Ankara tarafından tercih yapılırken, İran’la olan iş birliği düzeyini artırma isteği ve iki ülke arasında siyasi koordinasyonu özellikle Suriye ve Irak gibi konularda da genişletme eğilimi de hesaba katılmaktadır.
Nedense her gün Arap medyasında Amerikan-İran gerginliğinin önemi ve boyutuyla ilgili yeni yazılar okuduğumuz gibi, bu gerginliğin Türk-Amerikan ilişkileri üzerindeki etkileriyle alakalı azımsanamayacak kadar yorum ve analize de rastlamaktayız.
Nitekim Washington’un, dünyadaki "Pasdaran" ticaret ve güvenlik zincirini izlemeye karar vermesi dolayısıyla, Türkiye’nin İran’a uygulanacak yaptırımlardan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Aslında Ankara, ABD’nin söz konusu kararını eleştirip reddetmesinin, Türkiye-İran ve Türkiye-Amerikan ilişkileri üzerinde doğrudan bir etkisi olacağının bilincindedir.
Özetle, hâsıl olan kanaat Trump’ın İran politikası Türkiye-İran ve Türkiye-Amerika ilişkilerinden bağımsız olmadığı gibi, belli ki İran üzerinde kurulan baskı, Ankara Washington ilişkilerini de doğrudan etkileyecektir.
Anlaşılan odur ki, Ankara daha önce olduğu gibi bir kez daha kendisini bu yaptırımlar dışında tutmak için Amerika’yı ikna etmek çabasıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak Washington, Türkiye’ye tanımış olduğu ve mayıs ayının başında sona erecek olan 6 aylık ayrıcalık ve muafiyet süresini bir kez daha uzatmama veya en iyi ihtimalde Ankara’ya İran konusunda gerçek bir bedel ödetmeden herhangi bir taviz vermemek niyetindedir.
ABD’nin bir başka amacı Tel Aviv ve bazı Arap devletlerinin Türkiye ve İran’a karşı bölgesel gücünü artırmak ve Rusya’nın yeni bölgesel hedeflerine karşı denge sağlamaktır.
ABD yönetiminin, gelişmiş yeni savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e göndermesi ve Mısır-İsrail-Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan gibi ülkeleri petrol-doğal gaz ittifakları kurma hususunda teşvik ve destek vermesi hem Türkiye’ye hem de İran’a yönelik açık bir mesajdır.
ABD kararının bir başka hedefi de Türkiye ile birçok Arap ülkesi arasında yaşanan sorunları daha da alevlendirmek, İran dosyasını da biriken sorunların arasına katarak, gelişmeleri bir çıkmaz yola doğru sürüklemektir.
Ankara’yı tedirgin eden senaryolar arasında, İsrail ve bazı Körfez devletlerinin kartlarını kendisine karşı oynayarak, Washington’un önce Tahran’la olan ilişkilerini bozması ve daha sonra Tel Aviv’i ve bu devletleri barıştırıp yeni bölgesel ittifakların önünün açılmasıdır.
İran yönetiminin kendisini tehdit altında hissetmesi nükleer çalışmaların hızlanmasına yol açabilir. Ancak Ankara’nın seçenekleri daha zor ve kısıtlıdır.
Washington, Ankara’ya Türk-Amerikan yakınlaşmasının Türk-İran uzaklaşmasına bağlı olduğu mesajını vermektedir.
Birçok Türk gazetecinin, ABD'nin İran'a yönelik planı başarılı olursa Türkiye’nin bir sonraki hedef olacağı yönündeki inancı ve Washington’un bölgedeki herkesi ateş ile barut oyununa çekmek niyetinde olduğu tezleri, Ankara tarafından benimsenen bir kanaat gibi durmaktadır.
Kabul gören husus şudur ki;
İran pek çok Arap ve İslam ülkesinin iç işlerine müdahale etmiş, pek çok rejimi, grubu ve akımı siyasal, ideolojik, ekonomik ve stratejik nedenlerden dolayı finanse etmiş ve desteklemiştir. Ancak rejimin bu faaliyetlerini durdurmasının yolu Amerika’nın pervasız politikası veya benzeri hamlelerle olmamalıdır.
ABD'nin Devrim Muhafızları'nı terör örgütü ilan etmesinin hedefleri arasında, kendi belirlediği ölçü ve kriterleri dayatmak ve buna uygunluğu tek başına “denetlemek” olduğu söylenebilir. ABD’nin, Afganistan ve Pakistan’ın cihat örgütleri, IŞİD ve daha sonra PYD gibi gruplara destek vermek veya görmezlikten gelmek suretiyle bölgeyi bir kaos ortamında tutmak istemesi de bu durumun bir başka kanıttır.
Washington bir taşla birkaç kuş vurmak istemektedir: İran'ın Devrim Muhafızlarını zayıflatmak, Türk-İran ve Türk-Arap ilişkilerini kendi kontrolünde tutmak ve bölgede İran'la yüzleşmek bahanesiyle giderek daha fazla Arap başkentini Tel Aviv'e doğru yaklaştırma niyeti gözlenmektedir.
Ankara ise, İran’ın pek çok duruş ve politikasını tasvip etmemekle birlikte, ABD yönetiminin tek taraflı kararının sorunları çözmeyeceğini ve tek çözüm yolunun diyalog olduğunu savunmaktadır.
Anlaşılan odur ki, Ankara için tercihler kolay olmayacaktır. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Beyaz Saray’da ağırlanırken, İran Dışişleri Bakanı Zarif Ankara’ya birçok mesaj ve öneri taşımaktadır. Türkiye bu krizi aşabilmek için, ya Trump yönetimiyle uzlaşacak ya da gelecek yıl ABD’de yapılacak başkanlık seçimleri sonuçlanana kadar durumu idare edecektir.