Hayat her an mutlulukla, eğlenceyle keyifle geçmeyecektir.
Hayat her an mutlulukla, eğlenceyle keyifle geçmeyecektir. Hiç kimsenin hayatı dünya üzerinde keyif üzerine kurulu değildir. Tatsız bir başlangıç yapmış gibi görünebilirim ama gerçekleri kabul ederek olaya bakmak işlerimizi kolaylaştıracaktır. Güne besmele yerine öf pöf ile uyanırsak akşam saatinde geleceğimiz yer kesinlikle bıkkınlıktır, şikayettir. Buna bir son vermediğimiz takdirde kendimizi kısırdöngüye hapsedeceğiz demektir. İnsanın hayatı her an her tarafa yönelebilir. İnsan her gün günlük planını amaçları doğrultusunda yapmalıdır. Fesada doğru yol almamak doğanın içindeki değerlerle kodlanabilmek için hergüne anlam katacak şekilde yaşayabilmeli insan. Malum insan sürekli riskli bir ortamın içindedir.
Farkındalık
Hayatın zorluklarını ve beklenmedik sıkıntılarının etkisini kontrol altına almak bizim kabiliyetimiz ve farkındalığımızla ilgilidir. Aynı zamanda nasıl bir aileye sahip olduğumuz anne ve babamızın hayata bakışı, davranış şekilleri de bu aşamada önemli rol oynar. Doğuştan gelen karakterimiz, mizacımız ailede şekillenir. Olan bitene babamızdan, annemizden öğrendiğimiz şekilde tepki verir ve bu halleri kolaylıkla doğru, yanlış taklit ederiz. Ne zaman karşımızdan bir tenkit işitiriz belki de o zaman bir yerlerde hata yaptığımızı anlar ve tepkilerimizin iç kritiğini yapmaya başlarız.
Pozitifcilik
İnsanız bazen yaşadığımız olaylar karşısında güçsüz kalabilir ve kendimizi çaresiz hissedebiliriz ve hatta çoğu zaman bu şekilde bir tutum içinde olabiliriz. Ağlayabilir, bağırabilir kendimizi huzursuz hissedebiliriz. Yolunda gitmesini beklediğimiz bir telaşlı günün içinde bir kaza beklenmedik bir ölüm veya bir borç gibi türlü türlü engeller karşısında pozitifcilik oynayamayız. İnsanî davranıp tepki gösterebiliriz. Kalbimizin acıdığını gösterebiliriz ve göstermeliyiz de. Pozitif davranmak zorunda hissedip duygularımızı bastırıp ileride onarılmaz davranış bozukluklarıyla karşı karşıya kalmanın doğru olmadığını söylemeliyim. Hele hele bir ebeveyn olarak çocuğumuzun yanlışlarını görüp de geçer eder deyip pozitif davranamayız, geçiştiremeyiz. Uyarıların kalıplarını, iletiş biçiminde pozitif bir tavır ve dil kullanmalıyız. Ama olaylara pozitif davranıyorum diye gülümseyip geçmek, üstünü örtmek, ciddiye almamak ileride başımıza gelecek olaylara zemin hazırlamak demektir. Birilerinin yaptığı yanlışları uyarmamak; ‘Allah mıyız ki cezalandıracağız’ tarzından bir bakış açısının hatalı bir iletişim yolu olduğunu söylemeliyim.
Olayları nasıl durdurabilirim?
Hayatımızda olaylar hiçbir zaman durmaz. İnsanın macerasız bir hayatı olması demek bu kadar canlı bir organizmaya hakaret olur. Öncelikle insan kendini keşfedecek. Olaylar karşısındaki tepkimizin derecesini ölçebilmeyi başarabilirsek kendimizi anlamaya başlayabiliriz. Haksızlık, utangaçlık, ifadesizlik, yetersizlik gibi kendimizde bir türlü aşamadığımız duygulara derin nefes alarak bir son verebiliriz. Buna elbette bir anda son veremeyiz. Ama irademizi güçlendirerek her olay anında kendimizi kötü hissetirecek o anda, derin bir nefes alarak etkilenme derecesini hafifletebiliriz. Merhale merhale yapacağımız bu egzersizler bizi rahatlatacaktır. Derin nefes almak fiziksel anlamda bir çözümdür çünkü beyine yeteri kadar oksijen gideceği için öfke ve diğer duygularımızı kontrol etmeye yarayacaktır. Bir yandan da içsel anlamda bir an durup ben ne yapıyorum şu anda deyip aklımızı kullanmamıza yardımcı olacaktır. O yüzden mutlaka derin nefes almayı kendimize alışkanlık edinelim. Derin nefes alarak kendimize bir anlık verdiğimiz o fırsatta olayların içinde kaybolup gitmemize engel oluruz. Derin nefes almak daha sonra pişman olacağımız şekilde davranmamızı engelleyecektir. Zaman içinde hayata, derin bir nefes alarak bakmayı öğrendikçe daha tutarlı davranış kalıpları geliştirdiğimizi göreceğiz. Bu da bize olaylardan etkilenmenin ötesine geçip, olayların seyrini değiştirebilecek bir akıl ve kalp birlikteliği ile hareket etmemizi sağlayacak bir bilgelik ufku kazandıracaktır. O yüzden derin bir nefes al ve ileriye bak.
YAĞMUR DUASI
Seneyi bitirmek üzereyken bütün umutlarımızı 2021 yılına bağladık sanki. 2020 yılını silmek istiyoruz hafızamızdan. Aşı ile birlikte bu salgından bir nebze rahat edecek olsak dahi başka ciddi bir mesele ile karşı karşıya kalabiliriz. Eğer yeterli yağmurlar yağmazsa büyükşehirlerde su sıkıntısı diğer beldelerimizde de buna bağlı kıtlık oluşma ihtimali yüksek gözüküyor. O yüzden bu konuda yetkililerin ne planladığını bilmiyorum ama benim bambaşka bir önerim var. İstanbul’da yaşayan biri olarak Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem beyden İstanbul İl Müftülüğü ile de irtibata geçerek cuma günleri camilerde yağmur duası yapılması konusunu gündeme getirmelerini teklif ediyorum. Bunun yanı sıra yine her vakit camilerde su israfına karşı nasıl önlem alınacağına dair bilgilendirici çalışmalar yapılmalı. Tüm bunlar suyun kıymetini ve suyu nasıl daha az harcayacağımıza dair bir farkındalık kazandıracaktır. İnsan çok şeye dayanabilir ancak susuz bir yaşamın imkânsız olduğunu biliyoruz. Yıllardır süregelen hızlı sanayileşme, şehirleşme, teknoloji ile birlikte doğal kaynakların hesapsızca tüketilmesinin bizi bu duruma getirdiğini anlamak çok zor olmasa gerek. Tarihte hep okuduğumuz gibi kavimlerin su bulmak için yaptıkları göç hareketlerini biz istesek de yapamayacağız. Dua edelim de bari Allah halimize acısın.
ÇOCUK VE KEDİSİ
Bir çocuk ve kedisi nerede olursa olsun iki arkadaş, candaş, yoldaş. Uzun bozkır geceleri soğuk; kedi mırmır da mır ateşin çıtırtısı gibi sımsıcak. Fakirlik mi zor dersin? Kedin varsa azığın yamalı çıkınında, bir de kedin sırtında; dünyayı dolaşırsın bu halde. Sırtın pek, karnın tok umurunda mı dünya? Ne dert bulaşır sana ne gam ne keder. Çocuk ve kedi dünyaya bedel. Zenginin tasası çok; kedisi tasmalı süslü; tırmalar en pahalı eşyaları, giysileri. Yoklukta varlığa sevinmek ne büyük nimet. Çocuk ve kedisi koskoca dünyayı kucaklamışlar tozu dumana katıp sevgiye bulamışlar. Bize de bu sureti halin sırrını çözmek, tefekkür etmek düşmüş. Çocuk ve kedi; bize ne anlatır, ne demek ister sen de bir iki kelam ediver.
DOÇ.DR. MELİHA YILDIRAN SARIKAYA
KASÎDE-İ BÜRDE/LER
Bazı bilinmez meşhurlar vardır. “Kasîde-i Bürde” konusunu da böyle düşünürüm. Kasîde-i Bürde dediğimizde iki şiiri birden anmış oluruz. Oysa asıl Kasîde-i Bürde, daha doğru imlâ ile “Kasîdetü’l-bürde”, Hz. Peygamber’in devr-i saâdetlerine âit bir şiir olup şâiri Ka’b bin Züheyr (v. 645?)’dir. Kasîde-i Bürde olarak şöhret kazanan ikinci kasîde, bu ilk şiirden yaklaşık altı asır sonra Mısır’da İmam Bûsirî (v. 1296?) adıyla tanınan sûfî bir şâire âittir. Literatürdeki adı “el-Kevâkibü’d-dürriye fî medhi hayri’l-beriyye” olan bu ikinci kasîdenin Kasîde-i Bürde olarak anılması, ilk şiirin ortaya çıkış hikâyesi ile bağlantılıdır. Yoksa her iki kasîdenin Arapça ve Hz. Peygamber hakkında söylenmiş olmaktan başka, meselâ tertip ve üslûp bakımından müşterekleri yoktur.
İlk şiire, yâni asıl Kasîde-i Bürde’ye biraz yakından bakmaya çalışalım. Bürde, abâ ve ihrâm anlamında Arapça bir kelime olduğuna göre, “Kasîde-i Bürde” için “hırka kasîdesi” veya biraz daha yuvarlayarak “hırka şiiri” diyebiliriz. Ka’b bin Züheyr, şiiri âileden tevârüs etmiş bir şâirdir. Hikâye mâlum; müslümanları rencîde eden şiirleri sebebiyle Hz. Peygamber ve ashâbı, ısrarlı bir müşrik olan Ka’b hakkında katil kararı vermiştir. Ayrıntılar mahfûz olmak kaydıyla rivâyet odur ki Ka’b bin Züheyr bir gün mutmain bir kalp ile huzûra gelir, Allah ve Resûlü’ne îmân ettiğini beyân eder ve müsâade isteyip bir kasîde inşâd etmeye başlar.
“Suâd uzaklara gitti. Aşkıyla eriyen yüreğim, hürriyetine hiç kavuşmayacak bir kul gibi kendisine bağlı durur.” (çeviri/ler: Nafiz Danışman) beytiyle başlayan kasîde yaklaşık 60 beyittir. Kasîdenin 39. beyte kadar olan kısmı bütünüyle devrin, daha açık ifâdeyle câhiliyye devrinin şiir anlayışı çerçevesinde aşk, şarap, güzellik, gazel/ceylân tema ve imgeleriyle örülmüş bir aşk güzellemesidir. Meselâ ilk beyitteki Suâd, bir kadın adı olup Arap şiirinde sevgiliye alem olmuş isimlerdendir; bizdeki Aslı, Şirin, Leylâ gibi. Müteâkip beyitlerde Suâd’ın sûreti ve sîreti tasvir edilir. Ayrıntılı fizikî özellikleri yanında onun özellikle vefâsızlığı vurgulanır. Kasîdenin bu meyandaki 7. ve 8. beyitleri şöyledir: “Suâd verdiği sözü veya kendisine verilen nasihatları tutsa, ne iyi bir yâr/sevgili olurdu. Fakat o öyle bir yârdır ki, âşıklarını yıkmaktan, yakmaktan ve söz bozmaktan zevk alır. Bu huy, onun artık kanına işlemiş.” Görüldüğü üzere bu yönüyle Suâd’ın bizim dîvân şiirlerindeki sevgili tasvirlerinden farkı yoktur. Suâd’ın vefâsızlığı vesâir özelliklerini birbiri ardınca sıralamaya devâm eden şâir, onu en son, târifine güç yetmeyecek bir perî olarak vasfetmektedir: “O, hiçbir hâl üzere kalmayan ve dâimâ kılıktan kılığa, renkten renge giren bir perî-misâldir.”
Suâd’a ne olursa olsun kavuşmak isteyen âşık/şâir bu defâ onu sevgiliye götürebilecek cins bir deveyi târif etmeye başlar. Kasîde-i Bürde’nin üçte birlik kısmına tekabül eden bu bölüm ki 14-34. beyitler arasıdır, sevgiliyle vuslatı mümkün kılacak o seçkin devenin ağzı, burnu, yüzü, başı, boynu, kuyruğu yâni bilcümle fiziksel vasıfları ve soyundan gelen gücü kuvveti, çevikliği, dayanıklılığı gibi hayli teferruât içermektedir.
Kasîdenin son kısmına gelindiğinde ki şiire kıymetini kazandıran asıl kısımdır, Ka’b tam bir teslimiyetle özür beyânı ve af talebinde bulunur: “Allah Elçisi’nin hoşa gitmeyen bir âkıbete beni mahkûm ettiğini duydumsa da Allah Elçisi’nden merhamet ve bağış umulur. Kendisinden özür dilemeğe geldim. Özürler, Allah Elçisi’nin yanında kabul bulur.” Kasîdenin akışı içerisinde daha sonra, “İşte ben, bu müşkül şartlar altında buraya geldim ve sözü söz olan bir adâlet dağıtıcının avucuna sağ elimi, îtiraz görmeden koydum.” beytiyle kālen yâni sözel olarak dîne ve peygamberine bağlılığını îlân ettiği gibi hâl olarak da teslimiyetini âşikâr eder. Şiirin bundan sonraki beyitlerini Hz. Ka’b, yüzyıllar boyunca Hz. Peygamber vasfında söylenen ve na‘t-ı şerîf özel terkîbiyle anılan şiirlere ilhâm verecek teşbih unsurları ile bezemiştir. Bu temsil ve teşbihler; önce ayrıntılı bir “arslan” istâresi, akabinde “yalın bir kılınç” benzetmesi üzerinden devam eder. Özellikle, “Şüphe yok ki Peygamber, Allah’ın·her yanı aydınlatmak üzere kınından sıyrılmış yalın bir kılıncıdır.” beyti hem Hz. Peygamber’in hem de mecliste bulunan ashâb-ı kirâmın takdîrini kazanır. İşte bu kasîdeyi “Kasîde-i Bürde” yapan ayrıcalık da bu beytin terennümünden sonradır. Rivâyete göre tam da bu beyitten sonra Hz. Peygamber, o anda üzerinde bulunan hırka-i saâdetini çıkararak Ka’b bin Züheyr’in omuzlarına bırakır.
Şiirin huzûrda okunması, beğenilmesi ve şâirin bürde-i saâdet ile tebcîl edilmesi bu kasîdeyi emsâli arasında ayrı bir mertebeye yükseltmiştir. Zuhûr ettiği andan günümüze kadar dâimâ teveccüh gören Kasîde-i Bürde, zamanla bir merâsim unsuru olmuş, meselâ ilim meclislerinin açılışları bu kasîde ile yapılagelmiştir. Sayısız tercümesi ve şerhi olan Kasîde-i Bürde etrâfında müstakil bir edebiyat vücut bulmuştur.
Aslında bu kasîde Hz. Peygamber vasfında söylenen ne ilk ne de en mükemmel şiirdir. Fakat belli ki şiirlerin de bir kaderi vardır ve bu kasîde mârifetiyle Hz. Peygamber’i edebiyâtın, özelde şiirin cârî olan form ve muhtevâ imkânlarıyla an/lat/mak yolu açılmıştır. Müslüman milletlerin edebiyatlarında, hâssaten Türk edebiyâtında asırlar üzerinden taşıp gelen na‘t-ı şerîf bereketi, şüphesiz Kasîde-i Bürde’nin gördüğü bu iltifât ile de irtibatlıdır. Bürdeye yâni hırkaya gelince, mânen na‘t söyleme yolunu açtığı gibi maddî varlığıyla da bugün Topkapı Sarayı’nda İstanbul’un omuzlarını süslemektedir.
SUSUZ YAŞANMAZ
Ciddi bir iklimsel kriz ile karşı karşıyayız. Bu insanlığın başka bir yöne doğru evrilmesine yol açabilir. Uluslararası bir dergideki başlık sarsıcıydı; “Buzulların erimesiyle donmuş mikroplar tekrar canlanıp hastalık yayabilir.” Korku filmi gibi. Kovid-19’un iklim değişikliği ile alakası olmasa da yaşam formumuzun şu anki hali doğamıza uygun olmadığı açık. Kovid vakalarının en az görüldüğü yerler iç içe yaşamların olmadığı yerler. Su krizi kapımızda. Suyun olmadığı yerde hastalık gezer. O yüzden öncelikle büyükşehirlerde nasıl bir önlem alınacak olursa olsun orta vadede daha doğal yiyeceğe ve daha az giysiye yönelmek zorundayız. Koyun, kuzu ve keçi etini büyük baş hayvan yerine tercih etmek zorundayız. Daha çok doğada yetişen bitki çeşitlerine yönelmek durumundayız. Öte yandan kot kumaşında harcanan su miktarını düşürmek için daha az kot giysi almak zorundayız. Bir başka öngörüm göçün suyun kıtlaşması nedeniyle geriye doğru yani kasaba ve hatta köylere doğru olacağını düşünüyorum. Tarım büyük önem kazanacak ve tabii susuz yaşayamayacağını anlayan insan temiz suyun bulunduğu ve daha az popülasyonun olduğu yerlere doğru hareket edecek.
ARTI EKSİ
FUTBOLDA DA IRKÇILIK
Irkçılık bir hastalıktır; ister ideoloji adına isterse çıkar çatışması adına olsun. İster ten rengi üzerinden olsun isterse bir ırka bir millete, kavme yönelik olsun psikiyatrik olarak da kabul görmüş bir tür ruh hastalığıdır. İslamın da şiddetle reddettiği bir tutumdur. Salı gecesi Fransa’da oynanan UEFA Şampiyonlar ligindeki Paris Saint German ve Medipol Başakşehir maçı sırasında dördüncü hakemin Başakşehir Medipol takımının yardımcı antrenör Pierre Webdo’ya ten rengi üzerinden hakaret etmesi iğrenç bir olaydır. Batının sömürgeciliğin verdiği genetik mirastan kaynaklanan bu iç hezeyanın dışa vurumu olan nefretini kusma hastalığının tedavisi ancak gerçekten iman etmekle çözümlenir. Öte yandan tüm bu olan bitene göz yummayıp maçtan çekilen Medipol Başakşehir takımı ve aynı şekilde protestoya katılan Fransız takımını da artı hanesine yazıyoruz. Ben bu satırları yazarken hali hazırda maç durmuş ve dördüncü hakem UEFA tarafından oyun dışına alınmıştı.
BİR KADİM ÖĞÜT
Fıtrat adil olmayı gerektirir. Adalet her şeyin yerli yerinde kullanılması ve değerinde olmasıdır. Bazen bir saksı bitki çiçek vermez. Onun dilinden anlamak gerekir. Su verseniz, gübre ve vitamin verseniz bana mısın demez. Tınmaz, ilgilenmez bile. Küser ve adeta kendi içine çekilir. Üzülürsünüz. Oysa çiçek yerini beğenmemiştir. Doğal olarak yüzünü güneşe göstermek ister. Saksının yerini değiştirdiğinde çiçek neşelenir ve şenlenir. İştahı yerine gelir. Ona yeni konumu yeni durumu, tebdili hava iyi gelmiştir. Çiçek verdikçe coşar, yerinden memnundur, bir anlamda insanlar gibi çiçekler de mutlu, huzurlu olur. Çiçeği bakan, suyunu gübresi veren değerini bilen kimse çiçeğinin dilinden ve söyleminden anlar. İnsanların da genetik yapılarından kaynaklanan yatkınlıkları vardır. Zaafları vardır. Huylarına göre muamele görmek isterler. Bir varlığın dilinden anlamak, idrak etmek ve gereğini ona göre yapmak, bir gönül lisanı oluşturmak gerekir. Bununla o varlığın fıtratına uygun aynı zamanda hakka ve hakkaniyete uygun davranılır. Bir sarmaşık kollarını cama doğru yönlendirir. Filizlenir aydınlığa doğru verir. Bir ayçiçeği yüzünü güneşe doğru çevirir. Bunlar bize kadim bir öğüt verir.