Fay hattında yer alan bir ülkeyiz, depreme alışmalıyız. Daha geçtiğimiz günlerden birinde hep beraber "çömel, kapan, tutun" tatbikatı yapmadık mı? Ne yapacağımızı biliyoruz. Öncelikle soğukkanlı olmalıyız.
Geçtiğimiz günlerde bir bankanın davetlisi olarak gitmiş olduğum Ankara’da banka personeline “Deprem psikolojisi ile baş etme yöntemleri” başlıklı bir eğitim verdim. Ertesi günün sabahında ise Düzce’de deprem oldu. Deprem Ankara da dahil pek çok şehirde ağır hissedildi. Adeta 99 depremini hatırlattı bizlere. Umarım beni dinleyen banka personeli o sabahı daha hafif atlatmış ve hayata devam etmeye başlamıştır. Çünkü hayat devam ediyor…
Fay hattında yer alan bir ülkeyiz, depreme alışmalıyız. Daha geçtiğimiz günlerden birinde hep beraber “çömel, kapan, tutun” tatbikatı yapmadık mı? Ne yapacağımızı biliyoruz. Öncelikle soğukkanlı olmalıyız.
Deprem sonrası hayatın normale döndürülme süresi ne kadar kısalırsa, travmayı atlatma o denli kolaylaşacaktır. Günlük rutinlerimizi devam ettirerek hayatı eski haline döndürmek bizi kaygılarımızdan uzaklaştırmada çok etkili olacaktır.
Evet, toprak hareketli bu aralar. Hemen hemen her gün bir yerde sallanmalar duyuyoruz. Dedim ya deprem ülkesindeyiz. O halde bu dönemde olağan tepkiler vermek mümkün mü? Önemli olan korkmak mı yoksa korkuyu yönetmek mi? Belirsizlikten kaçmak mı yoksa belirsizlikle barışmak mı?
Yüzyıllar öncesinden Epiktetos “ İnsanları harekete geçiren olaylar değil olaylarla ilgili algılarıdır” diyor.
Peki, biz depremi nasıl algılıyoruz?
Bir öykü vardır, bilir misiniz? Veba zamanlarından. Tüccar çölde Veba ile karşılaşır ve nereye gittiğini sorar:
Veba: ”Bağdat’a” diye yanıt verince tüccar kaç kişinin canını alacağını sorar.
Veba “çok değil, beş altı bin kişi” diye yanıt verir. Veba şehri terk ederken tekrar tüccar ile karşılaşır ve tüccar “ Bana beşaltı bin demiştin ama altmış bin kişinin canını aldın” deyince Veba yanıt verir : “ Ben yalnızca altı bin kişi öldürdüm, gerisi yaşadığı kaygı ve panikten öldü.”
Öncelikle duygularımızı kabullenmemiz gerek. Olağan dışı zamanlarda kaygı yaşamak son derece normal ve beklenen bir durum. Ancak kaygıyı mevcut gerçekle uyumlu bir düzeyde tutabilmek önemli.
Başınıza gelen olayın sizi kontrolünüz dışında geliştiğini ve ne yaparsanız yapın bu durumu değiştirmenizin mümkün olmadığını düşünmek, gösterilen tepkilerin gayet normal olduğunu kabul edip yaşanan afetleri sadece kendi başınıza gelmiş ya da tekrar gelecekmiş gibi düşünmeyin.
Kaygı duymak nasıl insani bir durumsa kaygıyı sınırlandırmak için gayret etmek de yine çok anlaşılır bir çaba olacaktır.
Her şeyi kontrol edemezsiniz. Endişe belirsizliğe karşı bir protestodur. Çünkü belirsizlik birçok kişi için tehlikedir. Oysa belirsizlik her zaman bir tehlike işareti olmadığı gibi bazen olumlu sonuçlar da getirebilir.
Olabilirlikle olasılığı birbirine karıştırmamayı öğrenin. Olabilirliğin önünü kimse kesemez.
Sezgilerinize inanmayın. Yanıltır. Bilginin eksik olduğu yerde sezgiler devreye girer. Çünkü burada düşünce ve duygular işin içine girer. Bu da bizi bilimsel düşünmekten uzaklaşır.
Unutmayın, her akla gelen düşünce gerçekleşmez. Düşünce ile gerçeği ayırt edin. Yalnızca düşüncedir o. Kendi ürettiğimizdir. Takılıp kalacağımıza barışık yaşamayı denesek?
“Düşününce işte arada aklıma gelmiyor değil.” dediğinizi duyar gibiyim. Anda kalmaya çalışın. Endişe ve kaygı her zaman gelecekle ilgilidir, unutmayın!
Şu anda sağlıklı mısın? Şükret.
Evet, bir gün hepimiz öleceğiz, ama diğer günlerde hep yaşayacağız ve şu anda sağlıklıyız!