Uluslararası konjonktürde belli ki Türkiye ve 'batı'nın ama özellikle Amerika'nın Suriye ve Irak konusunda ortak strateji geliştirmesi biraz zaman alacak gibi görünüyor.

DAİŞ, BATI ve KÜRTLER

Uluslararası konjonktürde belli ki Türkiye ve ‘batı’nın ama özellikle Amerika’nın Suriye ve Irak konusunda ortak strateji geliştirmesi biraz zaman alacak gibi görünüyor. En yalın ifadesiyle, Türkiye’nin bölgesel tehdit algısı ve ulusal güvenlik önceliği bölgesel anlamda ister istemez PYD üzerinden şekillenmekte. Oysa, başta Avrupa olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri DAİŞ’i (yeni adıyla İslami Devlet) mücadele edilmesi gereken birincil tehdit olarak görüyor.

Dün sabah Brüksel’de yapılan saldırılar ve 13 Kasım 2015 tarihinde meydana gelen Paris saldırıları batının uzun süredir sahip olduğu endişeleri haklı çıkardı. DAİŞ’in Suriye ve Irak’ta bu güne kadar görülmedik şekilde önemli bölgeleri kontrolü altına alması, batıda cihatçılığın eğitimli Müslümanlar arasında da moda olarak hızla yayılıyor olması, Avrupa Birliği ülkelerini 2012 yılından bu yana hızla önlem almaya yöneltmiş ve DAİŞ ile ilgili haberlerin hızla manşetlerden düşmesine yol açmıştı.

Bürüksel ve Paris saldırıları güvenlik birimlerini bir gerçekle yüz yüze getirdi, anlaşıldı ki tüm çabalara rağmen DAİŞ burunlarının dibinde Avrupa’yı kana bulayacak saldırıları gerçekleştirebileceği büyük bir ağ oluşturmuş. O yüzden, geçen Cuma günü Paris saldırılarının lojistiğini temin eden Salah Abdüsselam’ın yaralı olarak Belçika’da yakalanması çok önemliydi: Abdüsselam, saldırılara katılanların arasında tek hayatta kalan kişi. Belçika polisinin bu şahsı yakalaması elbet bir başarı ancak, bu zanlının dört ay boyunca yakalanmamış ve Avrupa’nın göbeğinde saklanmayı başarmış olması yeni soruları beraberinde getirecek türden. O yüzden dünkü Bürüksel saldırılarını pek çok kişi ‘intikam’ olarak niteledi.

Böylesi ‘post-modern’ bir terör örgütü karşısında ‘konvensiyonel metotlar’ ile başarı kazanılamayacağı artık daha da netlik kazandı. O yüzdendir ki, Batı’nın DAİŞ ile etkin mücadele konusunda hiçbir fikri yok, doğru dürüst bir strateji geliştiremiyorlar. Bunun iki nedeni var; birincisi, siyasiler ülke içinden gelen ve giderek artan eleştiriler karşısında cesur adım atamayıp gayet ürkek davranıyorlar ve günü kurtarma telaşındalar, ikincisi bölgeyi tanıyan, dinamiklerini iyi bilen ve daha da önemlisi DAİŞ konusunda uzman kadrolardan yoksunlar. Zira, Avrupa ve ABD’deki iyi üniversitelerin Ortadoğu Araştırmaları Bölümleri ekonomik nedenlerle bir bir kapanıyor, akademisyenler emekli oluyor ve yerlerine iyi yetişmiş birileri atanmıyor. Ayrı bir yazımızda bu konuyu detaylarıyla inceleyeceğiz.

O yüzdendir ki, batı nezdinde Suriye ve Irak’ta DAİŞ ile savaşacak yegane güç Kürtler. Oradaki Kürtleri, kendileri rahat yaşamlarına devam edebilsin diye ölmeye hazır piyadeler olarak görüyorlar. İnsan hayatını hiçe sayan böylesi bir düşünceye nasıl cüret ettiklerini sormak için artık çok geç, zira bu fikirlerini eyleme geçirmek için uzun süredir uğraşıyorlar.

Hatırlarsınız, Birinci Körfez Savaşı devam ederken, Uluslararası Koalisyon Kürtleri Irak’ın kuzeyinden Saddam’a karşı savaşmaya teşvik etmişti. O aşamada zaten Kuveyt’ten kaçarak geri dönmeye çalışan başıboş kalmış Irak askerlerinin üzerine ‘kahramanca’ bomba yağdırılıyordu. Sonunda, Koalisyon Güçleri komutanı General Schwarzkopf Bağdat’a girdi, ‘Saddam’ın kellesini istiyoruz!..’ deyip duran baba Bush, bu sefer tek bir cümle söyledi ‘War is over - Savaş bitti!’ Birinci Körfez Savaşı böylece sona erdi. Akabinde Koalisyon güçleri Irak’tan alelacele çekildiklerinde, Irak muhaberatı acımasızca savunmasız Kürtlerin binlercesini öldürdü ve katliamlar aylarca sürdü.