Allah Teala, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin'in şehit olacaklarını Peygamber efendimize Cebrail Alleyhisselam vasıtasıyla bildirmişti.

HADDİNİ BİLMEK GEREK

Tam da Şeb-i Aruz’da yani Hazreti Mevlana’nın 744. vuslat yıldönümünde bir TV kanalında akademisyen olduğunu anladığımız bir zat, haddi aşan sözler sarfetti. Öncelikle büyük İslam alimi İbnül Arabi’ye ardından da Hazreti Mevlana’ya aklımızın alamayacağı laflar söyledi. Programın sunucusunun da duruma müdahale etmesini beklerdik ancak o da durumu toparlayamadı. İbnül Arabi’nin yazdığı Fisus’ul Hikem adlı eserinin ön sözünde bu kitabın kendisine gayp aleminden yazdırıldığını ifade eden cümlelerine bu konuk şizofrenik bir vakıa demiştir. Ardından da Hazreti Mevlana’ya ve Mesnevi’yi de küçümseyerek bu kitapların bugün bazı cemaatlere kapı araladığını söyleyen cümlelerini hayretle dinledik. Bu yayının bir başka tarafı da şu ki bu tür tartışmaların yerinin burası olmadığıdır. Ulemanın, akademisyenlerin bir araya gelerek kapalı kapılar ardında konuşulacak şeylerin TV’de yapılmasında kasıt arıyorum. Kuran-ı Kerim’e inandığımız gibi sünnete de inanırız. Bir yandan Allah Teala her anlamda nurundan akseden hakikatleri hikmet perdesinden de görmeye ihtiyacımız vardır. Hikmetin olmadığı yerde kuru ve tatsız bir şekilcilik vardır. Hak yememek, haddimizi de bilmek lazım.

Hakikati yaşayarak ve tadarak anlayabiliriz.

Kelime ve kavramlar o kadar çok şeye delalet eder ki; onu nerede ve ne şekilde kullanabileceğimizin de bilincinde olmalıyız. Anadili dışında yabancı bir mektubu çözmek kolay olabilir. Lügata bakarsın, cümlenin karinesine göre çeviri yapabilirsin. Fakat anadili dışında mektup yazmak işi zordur. Lügata baktığınızda bir kelimenin neredeyse beş altı manası vardır. Onlardan doğru olanı kullanmak, en az yabancı dili ana dilin gibi bilmek gerekir. Hani bilirsiniz Efendimiz devrinde ashabı görseydik onların hayata bakışı ve yaşayışına göre onlara deli derdik. Demek ki ashap gibi, alimler, arifler fazıllar gibi yaşayacaksın ki, onları doğru anlayabilelim ve kendimizi de doğru anlatabilelim. Bir düşünün durup dururken ilham nereden gelir? Asırlardır tenvir eden İslam alimleri kendilerine vahiy geliyor iddiasında bulunmaz. Bilakis gönül gözü olanların şuuru her zaman gafletin üstündedir. Onların ilhamı hakikati anlatır; asla hakikatle çelişmez. Vesselam.

ÇOCUKLARIMIZLA SINAV VERİYORUZ

AnaYazıFoto-(1)22

Allah Teala, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’in şehit olacaklarını Peygamber efendimize Cebrail Alleyhisselam vasıtasıyla bildirmişti. Efendimiz de gözünün nuru kızı Hazreti Fatıma’ya bu haberi söylediğinde mübarek annenin gözünden iki damla yaş gelmişti. Böyle anlatılır böyle biliriz. Hazreti Fatıma İslam kadınlarının içinde en şereflilerindendir; Hazreti Hatice, Hazreti Ayşe gibi. O yüceler yücesi sultan bu haberi alınca kendini yerden yere atmamış, dövünmemiş ancak mahzun yüzünden iki damla gözyaşı akmıştı. Ama kim bilir yüreğinde nasıl bir acı nasıl bir elem hissetmişti. Annelik bu, mümkün mü içinin cız etmemesi?

Kevser suresi

Bilindiği gibi Hazreti Peygamber’in soyu kızı Hazreti Fatıma’dan gelir. Bunda da büyük hikmetler vardır. Cahiliye devri Araplar Hazreti Muhammed’in Hazreti Hatice’den olan oğlu Abdullah vefat edince pek bir sevinip soyu kesildi yani ebter oldu diye sevinmişlerdi (haşa). Zavallılar o kadar cahiller ki bugün bile bu cehaleti devam ettirenler var. Soyun sopun cinsiyetle alakası olmadığını dahi idrak edemiyorlar. Bu hadise üzerine Allah Teala: ”Şu seni kınayan var ya; işte o, ancak ebter, soyu kesik olan o’dur”, mealindeki Kevser suresini indirdi. Sure Hazreti Peygamber’e hitap ederek; “Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.”

Bu acıya dağlar dayanmaz

Öyle konuşması kolaydır yaşamamış olan için. Allah kimseye evlat acısı göstermesin. Hazreti Peygamber Hazreti Fatıma hariç bütün evlatlarının ölümünü yaşadı. Nasıl yaşadı, ne hissetti bu konuda bazı bilgilerimiz var. O da bir insan ve bir baba olarak içi yandı. Oğlu İbrahim’i çok seven Peygamber efendimiz her gün onu görmeye sütannesinin evine uğrar koklar öpermiş. Öldüğünde ise dağlara karşı durup bu acıyı siz yaşasaydınız dayanamazdınız demiştir. Peygamberimiz bize neredeyse bir insanın başına gelebilecek her durumu yaşamış ve nasıl davranacağımız konusunda da örnek olmuştur.

Emanet olan evlatlarımız

Hazreti Nuh Peygamber tüm kavmini yapılan gemiye çıkmalarını istemesine rağmen oğlu Kenan babasını reddetmiş ve burada kalacağını söylemiştir. Nuh peygamber üzülerek Allah’ım benim evladım bile benim sözümü dinlemiyor diye hayıflandığında Allah’tan bir nida gelir; “Ne çabuk benim diye benimsedin Ey Nuh.” Bir ömürlük imtihan sebebi olarak bize emanet verilen çocuklarımıza tapacak derecede sahiplenmek, hırs haline getirmek büyük hata oluyor. O yüzden çocuklarımızı Allah’ın istediği şekilde terbiye verirken bir yandan da özgüven kazanmaları gerekecek şekilde yollarını açmalıyız. Evlatlar için bir ömrünü tüketen sonra ondan da aynı şekilde zamanını borç almış gibi geri iade etmesini isteyen ebeveynler de var. Ancak unutmamamız gerekir ki çocuklarla aramızda tek sözleşme var o da yaratıcının bize imtihan olarak verdiği biricik emanete ihanet etmemek.

Çocuklar korunsun!..

Çocuklarımızla sınav veriyoruz. Çocuklarımızı eğitim ve öğretime sokmak, onları terbiye etmek kolay değildir. Yaratılışına, yapısına, karekterine ve algısına göre çocuklarımızı terbiye ederken dikkat edeceğimiz husus bulunduğu yaş ve dönem içindeki maddi ve manevi ihtiyaçlarını zamanında karşılayabilmektir. İnsan maddeten durumu iyi olmasa bile manen çocuklara sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşmasını iyi bilmelidir. Çoğu kez darlık, hatta yokluk, mihnet ve zahmet çocukları öyle pişiriyor ki, doğru bildiği yolda hiç bir engel ona mani olamiyor. Esas olan çocuğa ruh kazandırmak. Ulvi değerlerle beslemek. Kutsal bir mefkuresi olduğu bilincini aşılamaktır. Hepimizin evladı var. Ayrıca bütün çocuklar bizim evladımızdır. Çocuklarımızla imtihan olmak ve çocuklarımızın acısını yaşamak istemeyiz. Duamız; dünyanın neresinde olursa olsun bütün çocuklar korunsun!..

MASUMDUR ÇOCUKLAR

Masumdur-çocuklar2

Bir insanın bir inancı, bir de ümidi olsun yeter. Bir kadının anne oluşu ne kadar güzel!.. Annenin masum çocuğunu sevip okşaması, sarıp sarmalaması, onu göğsüne bastırması dünyalara bedel. Annenin çocuğuna şefkat ve merhamet beslemesi annelik fıtratındandır. Babanın korumacılığı, yuvadaki varlığı, güvencesi anne ve çocuğu için tutunacağı daldır. Çocuk hayatında önce anneyi, sonra babayı tanır. Sorsanız çocuğa “Anneni mi daha çok seviyorsun; yoksa babanı mı?” “Her ikisini de!” diyerek cevap verir çocuk! İşte çocuğa duyulan sevgi, şefkat ve merhametin karşılığı çocuğun da adaletli davranışı. Kalbinin bir yarısı annesi; bir yarısı babası... Anne çocuğunu kucağına alır ve sallar; baba gelir onun saçlarını okşar. Çocuk uyusa da onu hisseder. Onun da küçücük bir kalbi var. Bir küçük kız çocuğu uykusunda evcilik oynar. Sanki annedir o, annesinin ona yaptığı çaputtan bir bebeği var. Küçük bir de çiçekli bir beşiği var. O da annesi gibi düşünde beşiğini sallar. Onun kalbi sanki kumbarasıdır. Kalbinde sevgi biriktirir. Şefkat biriktirir, merhamet biriktirir.

POZİTİF - NEGATİF

Pozitif (+)

İktidar toplantılarda icraatlarını anlatırken, destek veren muhalefetten de övgüyle söz ediyor. Muhalefet de zaman zaman iktidarı eleştirirken şunları iyi yapamadılar, eksik bıraktılar ama, şunları da doğru yaptılar diyerek doğru yapılanları görmemezlikten gelmiyorlar. İktidarın da, muhalefetin de davranışlarını takdirle karşılamak gerek.

Negatif (-)

İktitar ve muhalefet toplantılarda birbirlerini yeriyor ve eleştiriyor. Dinleyiciler de “Yuuuh” çekiyor. Hiç yakışıyor mu? Yakışmıyor. Bu davranış çoğumuzu rahatsız ediyor ve üzüyor. Böyle olumsuzluklar kültür haline getirilmemeli. Çünkü Türk toplumuna yakışmıyor.

PERİSKOP

pPeriskopFoto-(1)22

Problemlere çare aranır

İletişimin sırrı bilginin doğru kullanılmasıdır. Bir şeyi doğru ifade edebilmek Türkçeyi iyi kullanabilmekten geçer. Önde gelen bir haber kanalında spiker, haber sonrası kendisi de güya habere katkı sağlamak için bir iki lakırtı yapıyor. “Teröristler terör yapmak için bir sürü çareye başvururlar” cümlesini kuruyor. Olumsuz bir eylem yapmak için çare aranmaz. Çare teröre maruz kalanlar terörün olmaması için yada problemlerin çözümü için çare aranır.

Adam insan demektir

Yeni kurulan bir parti başkanı vizyona giren Stars Wars filmi için sinemalara partinin logosunu film öncesi perdeye neonlu ışık saçan tasarımıyla reklam verdiklerini açıkladı. Filmi mutlaka izleyin diyor. Yönetimi kadınlara vereceksin. Kadınlar yönetecek. Kadınlar iyidir, adamlar ise kötüdür diyor. Kadın cinsinin zıddı erkeklerdir. Adam kelimesi insan anlamında kullanılır. Bundan bir haberi yoksa bir parti başkanının geleceği yok demektir. Önce Türkçeyi iyi bileceksin. Ayrıca cinsiyet ayrımı dahil hiçbir ayrımı yapmayacaksın.

Ümmet ve şuur

Bir haber kanalında Kudüs, Ümmet ve Şuur konusu işleniyor. Konu bitince sıra reklamlara geliyor. Bir de ne görelim; bir banka reklamındaki replik evlere şenlik. “Niye saklanıyorsun” diyor bir adam. Cevap; “Yılbaşı alışverişinden saklanıyorum.” Diğer adam da; “Saklanmana gerek yok, korkma! Filan banka teminatsız onbeşbin lira kredi veriyor. Bol bol harcayın” diyor. Ne kadar inandırıcı olabilirsiniz ki! “Bu ne pehriz bu ne turşusu” derler adama!..

Hayvanlarda bize emanet !

Bir televizyon kanalında insan ilişkilerini ve karşılıklı haklar konu ediliyor. Down sendromlu bir engelli kardeşimizle ilgili açıkoturumda moderatörlük yapan konuşmacı “Engelli kardeşlerimiz Allah’ın bize emanet ettiği varlıklardır.” Diyor. Arkasından da “Hayvanlar da bize emanettir” cümlesini ekliyor. Dilbilgisi olarak doğru bir cümle fakat ifade olarak insan cinsi ile hayvan cinsini eşitlemenin bu konuda etik olmadığını söylemek istiyorum. Sağlıklı da olsak, hasta yada engelli de olsak sonuçta engelliyiz. Engelli adayıyız. Biz insanız ve insanlık ailesindeniz. Hayvanlar hayvanlar alemindendir. Sonuçta her şey bize emanettir. Kullandığımız cep telefonu bile emanettir. Bir şeye kızıp da o telefonu fırlatıp atamayız.