Birkaç gün önce Türkiye'nin gündemine gecenin ilerleyen saatlerinde flaş haber olarak giren bir olay oldu.
Birkaç gün önce Türkiye’nin gündemine gecenin ilerleyen saatlerinde flaş haber olarak giren bir olay oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde, bir saldırgan kalabalığın üstüne sürdüğü kamyonetle dokuz kişinin ölümüne sebep oldu. Bunun bir terör saldırısı olduğu açıklandı. Neyse ki, “İslâmî terör” çamuru atılmadan, dünya kamuoyu olayı “Cadılar Bayramı’nda terör saldırısı” olarak öğrendi.
Bu terör saldırılarını plânlayan üst akıl, âdeta saldırıların akıllarda daha iyi kalmasını sağlamak için ay ve gün gibi kolay unutulan kronolojik bilgileri değil, sosyal hâfızada yeri olan zamanları seçiyor. Önemli futbol maçlarında, konserlerde, ünlü mekânlarda, açılış törenlerinde yapılan saldırılar o mekân ya da olayın adıyla târihe geçiyor. Kısa sürede olayın yaşandığı ay ve gün unutuluyor. Birkaç sene içinde yıl da unutuluyor. Ama önemli bir olay ya da mekân üzerine verilen isim unutulmuyor. Bu olayı Amerikan kamuoyu seneler sonra, Cadılar Bayramı Saldırısı olarak hatırlayacak.
“Cadılar Bayramı” Millî Bayramımız mı?
Terör saldırısı bir tarafa, Avrupa’nın Hristiyanlık öncesi pagan döneminden kalma bâzı kutlamalar, sosyal hayâtı canlı tutmak adına Amerika Birleşik Devletleri’nde modern bir festivale dönüşmüş durumdadır. Açıkçası, “bayram” kelimesini özellikle ve kasıtlı olarak kullanmıyorum. Mânevî-dinî ve millî değerlerimizin hatırlandığı ve kutlandığı özel günlerle, Avrupa’nın putperest çağlarından kalan folklorik ve de kapitalist amaçlı kutlamaları ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca nedense son birkaç senede, Türkiye’nin dindarlaştığını iddia edip yaygara koparan “ulusalcılar” da, “Cadılar Bayramı” hazırlıklarının ivme kazanmış olmasına sessiz kalıyorlar. Âdeta kimlik inşâsının yeni bir katı inşa ediliyor. 29 Ekim kutlamalarının daha dumanı üstündeyken, ortalık bir anda Amerika’ya dönüveriyor. Almanya, Protestanlığın 500. yıldönümü olan 31 Ekim’i bu sene ilk defa resmî bayram olarak kutlayıp kökleriyle bağlarını hatırlarken, biz köksüz kutlamalarla kendi kendimize kimlik tuzakları kuruyoruz.
Cadılık Nedir?
Cadı deyince aklımıza çirkin, dişleri dökük, suratı sivilcelerle kaplı, siyah kıyâfetli, nursuz suratlı, hilkat garibesi bir kadın gelir. Bu tip, Pamuk Prenses gibi “mâsum” bir çocuk masalında bile vardır. Hatta doğaüstü güçleri olan ve bunu uçan süpürge gösteren biridir. Cadıların kadın olması da başlı başına bir dizi yazı konusu olabilir. Kadın kuruluşları ise bu konuyu tersinden alıp, kendilerine “uçan süpürgeli” logolar tasarlayabiliyor.
Cadıların hem kadın hem de kötü ve çirkin olmasının ardında Ortaçağ Avrupası’ndaki kadın düşmanı Hristiyanlık kültürü vardır. Bu, Âdem’i kandırıp cennetten kovduran kadın, dünyâda olsa olsa cadı olabilir, düşüncesidir. Toplumdan uzak, ormanın derinliklerinde tek başına yaşayan ve kazanında kaynattığı tuhaf karışımlarla büyü yaptığı zannedilen bu kadınlar, aslında o zamânın şifâcılarıdır. Anadolu kültüründe “kocakarı ilaçları” olarak bilinen ilaçları, Avrupa’da bu kadınlar yapmıştır. Ama parayla cennetten arsa satan, sâdece İncil’den okuduğu birkaç kelime ile hastaları iyileştiren Hristiyan din adamları, kendilerine alternatif oluyorlar ve halkı kiliseden uzaklaştırıyorlar diye, bu şifâcı kadınlara cadı yaftası vurmuşlardır.
Ortaçağ boyunca Kilise tarafından büyücülük iftirâsı atılıp aforoz edilen ve yakılarak öldürülen “cadı” yâni şifâcı kadınların Kilise kayıtlarına geçen sayısı 40.000’den fazladır.
Batı Tıbbı ve Cadılar “Bayramı”
Avrupa’da şifâcılık yapan kadınlar, Kilise tarafında cadılıkla suçlanıp yakılınca, halk papazların oyuncağı olmuştur. Ama Ortaçağ “karanlığı”ndan kurtulan Avrupa, ardında Bilim’in ağına düşmüş ve Batı tıbbı, şifâcılığı “cadı gibi” göstermiştir. Şimdilerde Türkiye’de yeni yeni hatırlanan hacemat, sülük ve kupa (bardak) tedâvileri de on-yirmi sene öncesine kadar yasaktı.
Batı tıbbı, tıpkı Ortaçağ’daki Kilise gibi kendine alternatif olanı ortadan kaldırmak için her şeyi yaptı. Şifâcı “cadılar”ın otlarla yaptığı ilaçlar unutuldu, cadıların bayramı allanıp pullandı ve kutlanır oldu.
İnsanların maskeli baloya gider gibi giyindiği, “korkunç komik” hâlde sokaklarda dolaştığı, çocukların evlerden para ve şekerleme topladığı kutlamalar aslında kökü kazınıp gömülen kadim kültürün mezarlığında düğün yapmak gibidir.
Onca insan hakları savunucusu, ona feminist ve onca kadın kuruluşu da çıkıp neden kadınların toplumdan dışlanış şekli olan cadılık üzerinden eğlenceler düzenlediğini sorgulamıyor!