Savaşın Ekonomi Politiği 'ne bir ara verelim…
Bu konuda birkaç yazı yazacağım… Tabiî ki, işin içine Doğu Akdeniz ve Suriye meselelerini de dahil edeceğim. Ama bugün bir iktisatçı olarak değinmem gereken bazı yeni bilgiler üzerinde duralım.
VERİLER VE GENEL MANZARA
Geçen hafta hem enflasyon hem de büyüme rakamları açıklandı. Yıllık enflasyon yüzde 15 olarak açıklandı. Piyasada yaygın kanaat yüzde 15,5 civarında gerçekleşeceği yönünde idi. Veriler de bu tahminden çok sapma göstermedi. Öte yandan milli gelirin yıllık büyüme oranı ikinci çeyrekte de yüzde -1,5 olarak gerçekleşti. Yani Türk ekonomisi yıllık bazda küçülmeye devam etti. Öte yandan üç aylık büyüme oranları bazında yüzde 1,2 büyüdüğü görüldü.
Büyümenin bileşenlerine baktığımızda, harcamalar yönünden yıllık bazda ele alırsak özel tüketim harcamaları yüzde 1,1 ve yatırımlar da yüzde 22,8 azaldı. Buna karşın kamu harcamaları yüzde 3,3, mal ve hizmet ihracatı yüzde 8,1 artarken mal ve hizmet ithalatı da yüzde 16,9 azaldı. Bu saydığımız bileşenler Türk milletinin toplu olarak hangi kalemlerde ki harcamalarının ne kadar arttığını göstermektedir. Buna göre, yıllık bazda küçülmenin ana sebebi iç talebin düşmesidir. Bir ekonomide iç talebi oluşturan unsurlar vatandaşların tüketim harcamaları, firmaların yatırım harcamaları ve hükümetin yaptığı harcamalardır. İç talepteki daralmanın ana müsebbibi yatırımdaki ciddi düşüştür. Tüketim de ki düşüş ihmal edilse bile yatırımdaki düşüş o kadar ağır basmış ki cari açığın kapanmasına ve kamu harcamalarının da artmasına rağmen toplam da İç talep küçülmüştü. Öte yandan olumlu bir gelişme de ihracat artarken ithalatın azalmasıdır. Tabii ithalat kalemlerinin en önemli kısmı yatırım malı ve hammadde ithalatıdır. Yatırımlar gözle görülür bir şekilde düşünce ithalatın da düşmesi kaçınılmazdır. Yüksek döviz kurları da hem ihracatın artmasına hem de ithalatın azalmasına yol açmıştır.
Üretimin sektörel bazda dağılımına gelince oradaki durum da şöyledir: Sektörler arasında tek büyüyen yüzde 3,4’le tarım sektörüdür. Diğer sektörler ciddi bir küçülme sergilemiştir. Hizmetler sektörü yüzde 0,3, sanayi sektörü yüzde 2,7 ve inşaat sektörü de yüzde 12,7 küçülmüştür. Yani esas katma değer üreten sektörler de ciddi bir küçülme söz konusudur.
BORCU ALIP ÇATIR ÇATIR YE ÖDEME VAKTİ GELİNCE KRİZE GİR
Türk ekonomisi Atatürk’ün dönemi (1923 - 38) haricinde Sultan Abdülmecit’ten bu yana hep aynı sistemle çalışmaktadır. Dış Borç Birikimi Süreci. Bu sistemin şiarı ara başlıkta belirttiğim ifadedir: “Borcu alıp çatır çatır ye, ödeme vakti gelince krize gir!” Buna göre 7 ilâ 10 yıllık dalgalarla belirlenen bir dinamik oluşmuştur. Bu dalgalara iktisat literatüründe “Majör Dalga” adı verilir. Her majör dalganın başında genişleme evresi olur ki 5 ilâ 7 yıl arası süren bu evre de dışarıdan alınan borçlarla içeri de vatandaşın satın alma gücü arttırılır. Bu dönem de Türk Lirası değer kazanırken iç talep büyür, iç talep büyüdükçe ve Türk Lirası değer kazandıkça da ithalat ihracattan daha hızlı artar. Yani cari açık hızla artmaya başlar. Artan cari açık daha fazla dış borçlanma demektir. Genişleme evresinin sonunda ciddi bir borç birikimi oluşur, ülkenin borçlanma limiti dolar ve yurt dışından para akışı kesilir. Genişleme evresinde ayrıca bankacılık kesimi herkese bol keseden kredi dağıttığı için verimli projeler kadar verimsiz projeler de kredilendirilir. Genişleme evresinin sonuna gelindiğinde bankalardaki batık kredi oranları da normalin üstüne çıkar.
Genişleme evresini daralma evresi takip eder. Bu evre ortalama 2 - 3 yıl sürmektedir. Daralma evresinin başında ekonomik büyüme ilk önce durgunluğa girer, yüksek cari açık ve yüksek dış borç döviz kıtlığına yol açar, TL hızla değer kaybeder. TL’nin değer kaybı ithal malların (bu arada enerji, hammadde ve yatırım malları maliyetinin de) pahalanmasına yol açar, milletçe kemer sıkmaya başlarız. Bankalar ilk önce KOBİ’lere kredileri keser, bu küçülmeyi hızlandırır ve işsizliği arttırır. Tüketim ve yatırım düşerken ihracat artmaya ve ithalat azalmaya başlar. Dış borç oranları da böylece düşmeye başlar. Cari açıktaki düzelme ve dış borçtaki azalma bir sonraki majör dalganın genişleme evresini hazırlar. Her majör dalganın daralma evresi duruma göre büyük veya küçük krizlere yol açar. Eğer kriz sürecinde iç borçla birlikte dış borç da yüksekse hükümet kamu harcamalarını kısmak zorunda kalır ve bu krizin daha büyümesine yol açar. Eğer iç talepteki daralma bankacılık sektöründe de iflaslara yol açarsa bu krizin etkisinin artmasına neden olur.
Şu anda, biz, 2010-2019 yılları arasındaki majör dalganın daralma evresindeyiz. 2019 başında tahminim 2020 yılı başında toparlanmanın başlayacağı yönünde idi. Ancak, veriler bizi pek de olumlu düşünmeye sevk etmemektedir. Bunun sebebi yeni bir majör dalganın genişleme (yani büyüme) evresinin başlaması için yatırımlarda bir artış trendinin başlaması ve inşaat sektörü gibi lokomotif sektörlerin toparlanmasını gerektirir. Maalesef yatırımlar ve inşaat sektörü ikinci çeyrek verilerine bakıldığında toparlanma göstermemektedir. Dahası en fazla küçülme bu verilerde olmuştur. Aralık ayında açıklanacak 2019 üçüncü çeyrek verilerinde de bu yönde bir değişim olmazsa 2020 yılı da kayıp yıl olacaktır diyebiliriz.
SERMAYE BİRİKİMİ YERİNE BORÇ BİRİKİMİ VE WALLERSTEIN
Bu hafta içinde büyük sosyal bilimci Immanuel Wallerstein vefat etti. Dünya sistemi teorisiyle tanınan Hocamız kısaca kapitalist sistemi küresel bazda şu şekilde tanımlıyordu. Yüksek teknolojili ve yüksek katma değerli sektörlerde üretim yapıp ciddi anlamda beşeri, fiziki ve mali sermaye biriktiren merkez ülkeler ile düşük katma değerli ve düşük teknolojili üretim yapıp yeterli sermaye biriktiremeyen çevre ülkeler. Bu sistem çevre ülkelerin yapısal olarak cari açık verme ve dış borç biriktirmelerine neden olmaktadır. Wallerstein bu sistemin özünde sermaye birikiminin merkezi olan ülkelerin küresel egemenliğini, daha doğrusu sermayenin küresel egemenliğini devam ettirmek üzere kurulduğunu söyler.
Küreselleşme süreci ile birlikte çevre ülkelerden bazıları akıllı ve milli politikalar uygulayarak dışarıdan gelen fonları israfa, şatafata, tüketime değil de üretim kapasitesini arttıracak yatırımlara ayırmışlardır. Bu ülkeler ihracata yönelik bir büyümeyi istikrarlı bir şekilde gerçekleştirmişler ve merkez ülkeler arasındaki yerlerini almışlardır. Bizim gibi ülkeler ise “vur patlasın çal oynasın” demiş “nerede akşam orada sabah” şiarıyla gününü gün etmeye bakmıştır. Bu yüzden sermaye birikiminde daha çok dış borç biriktirmiş, merkez ülkelere bağımlılığını pekiştirmiştir.
SON SÖZ
Atalar “Lâfla peynir gemisi yürümez!”, demiştir. Öyle “Yeni Türkiye” demekle de Yeni Türkiye olmamaktadır. Dış borçla tüketime dayalı ekonomik yapı değişmeden Yeni Türkiye’yi de kuramayız.