Aydınlanma Çağı sonrası kurulan düzen çatırdıyor. "Batı", "G7" veya "Gelişmiş Ülkeler" diye birçok tanımı olan bir grup ülkenin başını çektiği ve kaymağını yediği bu düzenin artık kimseye hayrı yok.

Sürekli ileri gitme ve ileri giderken güçlü olup zayıfları yok etme prensibi üzerine kurulu olduğu için, bu düzenin yerinde sayması, geriliyor ve yıkılıyor anlamına geliyor.

Batı dünyâsı, tüm dünyâya “bulaştırdığı” bu düzenin sorunlarına kendi içinde çözüm üretemiyor. “Neo” diye bir ön eki kullanıp eski ideolojileri neo-liberalizm, neo-marksizm adıyla satmaya çalışıyor, ama olmuyor.

“Yaşıyacak mı doktor?”

Bu düzenin bir ayağı çoktandır çukurda. Bilimin en gelişmiş imkânları da artık çâresiz kalıyor. David Rockefeller’in onca organ nakli geçirmesine rağmen 102 yaşında ölmekten kurtulamadığı gibi, bu düzen de çok pahalı nakillerle ayakta kalmaya çalışıyor. Sömürgelerden zenginlik de kesildiği için, öz kaynaklarıyla bu masrafın altından kalkması mümkün görünmüyor. Allah’tan ümit kesilmez ama durum hiç de iç açıcı değil. Her türlü sonuca hazır olmalıyız.

Durumu kurtarmak ve zaman kazanmak için Batı dünyâsının çıkardığı savaşlar ve ekonomik krizler, artık çözüm olmuyor. Küreselleşme ile kendi oyunlarının kurbanı olmak, Batı için kaçınılmaz bir kader hâline geldi.

Birileri hiç oralı değil

Maalesef alternatifi olmayan gezegenimizi bu hâle getiren Batı düzeninin gittikçe kötüleşen durumuna, sorumluluk sâhibi bir teşhis koyması gerekenlerin bir bölümü, suçu başkalarına atıyor. Genel anlamda “solcu” olarak tanımlanabilecek bu kişiler, lafı tersinden söyleyip “herkes yaman ben yahşi” diyorlar. Çözümün suçluyu bulmakta olmadığını anlamak istemeyip, günah keçisi gösteriyorlar. Onlar için bütün suç, faşizmde ve suçlu hep faşistler.

2. Dünya Savaşı ile yerle bir ettiklerini düşündükleri faşizmin yanına, milliyetçiliği koyup “torba suçlama” yapıyorlar. Ana vatanı Avrupa’daki uykusundan uyanan faşizmin kudurmasından da hiçbir sorumluluk duymayan solcular, dürbünü ters tutuyorlar. Dünyânın içinde bulunduğu kötü gidişâtı, “faşizm” diye etiketleyip, dünyâya 2. Dünya Savaşı gibi bir felâket yaşatan faşist diktatörlüklerin hikâyelerini dillerine dolayıp, lafı kendi ideolojilerinin tek çıkış yolu olduğuna getiriyorlar. Ama nedense 1917-1989 yılları arasında hüküm süren Sovyet ve Demir Perde rejimlerinin iflâsından bahsetmiyorlar.

Otoriterlik ve milliyetçilik ile top çevirmeye başlayıp orta sahada söylem değiştirip diktatörlük ve faşizme karşı ofansif oynuyorlar. Dolayısıyla saldırdıkları aslında vatanseverlik oluyor. Sorsanız onlar da vatanlarını çok seviyorlar. O kadar seviyorlar ki, diğer ülkelerin vatanseverlerini faşizme ve diktatörlüğe karşı birlik olmaya çağırıyorlar.

Sosyal Darvinist bir körlükle, kendi bulundukları fikir ve düşünce düzeyini en üst ve herkesin eninde sonunda geleceği nokta zannedip, “kargadan başka kuş, Kasımpaşa’dan başka yokuş” tanımaz bir tavır ortaya koyuyorlar.

Türkiye’de bu işin bayrak tutanlarından bâzıları başarısız olduklarını kabûl edip iç muhakeme yapma erdemi gösterirken, bâzıları ise vatanseverliği bilek güreşi zannedip “kazan-kaybet çıkmazı”na giriyorlar. Demokrasi uğruna giriştikleri mücâdelede yanlış yaptıklarını ve başarısız olduklarını reddedip, kendi kurdukları oyunda yenilince mızıkçılık yapıyorlar. Sandıktan çıkan sonucu beğenmiyorlar. Onlar gibi olmayanlara cephe alıp, yurt dışındaki mahfillerden aldıkları destekle “diktatör avcılığı” misyonu üstleniyorlar.

Güzel ama ölü

Bunların yaptığı, öleceğini anlayan kişinin makyaj yapıp beyhûde bir canlılık çabası içine girmesinden farklı değildir. Batı’nın kurduğu düzen çökerken bu düzenin birer parçası olan hem sağ hem sol, bu enkâzın altında kalacaktır. Sol, kendini belirgin hâle getirmek için “sağ” diye bir şey uydururken, aslında mayasında olan ırkçılığın ipini kopardığını görememiştir ve maalesef hâlâ göremiyor. Sol, faşizm ile mücâdele ederken, varlık sebebi olan hakem hatâlarını eleştiren futbol programı yorumcuları gibi, acziyet içinde olduğu, kendini zıttı olmadan var edemediğini göremiyor. Sol’un yok etmeye çalıştığı faşizm, aslında solun aynada zıt yönlü yansımasıdır. Faşizmin yok olmasının tek yolu ise bu aynanın kırılmasıdır ki, o zaman sol diye bir şey de kalmayacaktır.

Hayâlet mitolojisi

Marx, Kominist Manifesto’da “hayâlet” olarak nitelendiği komünizm ile Batı’nın yıkılışını birkaç asır ertelemeyi başardı. Ama onu farklı isimler altında tâkip edenler, hayrü’l-halef olmayı başarmaktan çok uzaklar. Bunun nedeni ise, çözümü kendileri içinde üretmek yerine, karşı tarafı suçlamakta arıyorlar.

Mağduriyet Edebiyatı

Mevcut durumunda kendilerinin hiç mi ihmâli yok diye sorulduğunda, “12 Eylül’de işkence gördük”ten başlayıp “avukatsız konuşamaz hâle geldik”e kadar her türlü mağduriyet edebiyatını yaparken de “büyük bir inanmışlık” tavrı gösteriyorlar.