Türk inanma ve anlama modelinin temelinde ayrılık ve gayrılık dolayısıyla bölünmüşlük, dağınıklık yoktur.

Türk inanma ve anlama modelinin temelinde ayrılık ve gayrılık dolayısıyla bölünmüşlük, dağınıklık yoktur. Esasen dağınık gibi görünse de gerçekte hikmet denilen Töreye bağlılık vardır. Bir bütünlük vardır. Bunu anlamanın tek yolu da Türklerin oluşturduğu devlet modelidir. Adaleti esas alan bir sistemin içindeki bütünlük sadece dünyayı esas almaz. Kâinat ve ötesini de yaşama şeklinin içine alan bir anlayışla devlet ve devlete bağlı millet vardır. Buradaki bağlılık bir sınıfsal zümre değildir. Devleti oluşturan milletin ta kendisidir. O yüzden Türklerde devlet-millet ayrımı yoktur. Bu nedenledir ki Türklerde aile devleti oluşturan temel değerdir. Aile varsa devlet de vardır. Rusya’da araştırma yapan bir Türk akademisyen Amerikalıların Türklerle ilgili bastığı bir kitaba denk geliyor. Kitapta yazılanlara şöyle bir göz gezdirirken gözüne bir şey çarpıyor. Kitapta Türklerin aile bağlarının çok güçlü olduğundan bahsediliyor. Türkleri parçalamak için aileyi yok etmek gerektiğini bu kitapta yazıyor. Yukarıda yazdıklarımızı onaylayan bu cümleler batının her şeyin farkında olduğunu gösteriyor. Ya biz! Biz farkında mıyız?

Aile ocağı

Bizler aile ocağında büyürüz. Oğullarımız asker ocağında er olur. Ocak Türk birliğindeki ve dirliğindeki temel kavramdır. Od-ocak bağlamında ocağın sürekli tütmesi hiç sönmemesi ilkesi ile hareket eden milletimizi ayakta tutan temel değer ailedir. Yanma, Divanı Lügati Türk’te uyarıcı özelliği nedeniyle uyanma ile ilişkili olduğunu bize vurgulamaktadır. Uyanma ise uyanık kalmak hem gönlü uyanık tutmak hem de bir anlamda aileyi merkeze alarak çevreye doğru genişleyen bir uyandırma faaliyetinin sorumluluğunu anlatmaktadır. Bu nedenle aileye büyük sorumluluk verilmiştir. Aile iki farklı cinsin bir araya gelip, farklılıktan birliğe nasıl gidildiğini gösteren somut bir vakadır. Aile sadece kendi içinde bir kapalı kutu değildir. Komşularıyla, esnafıyla, akrabalarıyla olan ilişkisinde ocağı nasıl diri tutulacağını gösteren bir mekanizmadır. Bu nedenle de adeta aileye toplumu gafletten uzak tutması için bir takım değerleri yüklenmiştir.

Birliği sağlayan kadın

Türklerin yaşayış biçiminde ve anlayışında, kadın erkeği ile merkezdedir. Hatta o kadar ki kadın ana merkezdedir. Kadının ev içinde hapsolduğunu zannedenler yanılgıdadırlar. Kadın evin içinde ocağın başında olmakla tam anlamıyla merkezdedir. Kadın yaydır. Erkek oktur. Erkek dışarıdaki işleri halleder. Evin ihtiyaçlarını sağlar ve kadına getirir. Kadın o malzemelerden ev halkına iyi gelecek şifa olacak aşlar doğurur. Erkeğin eve getirdiği bir çuval unu çoğaltıp ondan ekmek, yufka, katmer ve daha nice yiyecekler türeten kadından başkası değildir. Kadın yaratılışı gereği toparlayıcıdır. Birliği dirliğe dönüşmesi için çabalayan hep kadındır. Kadın merkezden koptu mu aile dağılır. Od-Ocak tütmez olur. Çoluk, çocuk perişan olur. O nedenle ailenin dirliğini sağlayan kadındır ama eşi ile birlikte bu yapıyı diri tutan ikisinin kaynaşmasından doğan uyumdur.

Modern anlayış parçalıyor

Günümüzde insanın varoluşu ve yaşamsal düşüncesi üzerinde kasti bir biçimde oynamalar yapılmaktadır. Batıyı oluşturan düalist anlayış ve arkasından gelen pozitivizm ile günümüzdeki parçalanmalar bir toplumsal travma yaratmıştır. Türk – Müslüman inanışında homojen bir toplum yoktur. Ancak bu doğal farklılıkları kabul etme ve hikmetten ayrılmama ilkesi gereği tüm varlığı Tanrı’da toplama gayretindendir. Modern dünyanın ucubeliklerini kabul etmek ve toplumun zihnini kirleten bir takım yeni akımlara insanları sürüklemek paramparça olmuşluğu ve kendini anlamlandıramama sonucundaki intihar çığlıkları modernlerin bir çıkmazıdır. Bugün tek çare Allah’ın tüm kâinatı yaratırken kurduğu ilahi adaletin bütünlüğünde kendimizi yeniden anlamlandırmak ve sorgulamaktır. Nereye gittiğimize dikkat etmeli seçimimizi birlikten yana yeniden dirilişe bağlamalıyız.

NE DEĞİŞTİ?

Gündemimiz ne kadar çabuk değişiyor. Daha birkaç ay evveline kadar covid hayatımızın ana eksenindeyken bugün şimdi başka şeyleri konuşuyoruz. Elbette bu salgın tam olarak hayatımızdan çıkmadı. Hala bütün tehditleri ile aramızda yaşıyor. Sadece biraz daha rahatladık. Çünkü neyle karşı karşıya olduğumuzu daha fazla biliyoruz. Önlemlerimiz ve en güçlü silahımız olan aşı devreye girdi. Bağışıklık ile birlikte bu hastalıkla mücadele etmek daha kolay olacak. Fakat tüm bu hengâmenin arasında yine de hepimizde bir belirsizlik ve kaygı devam ediyor. Salgın dönemi öncesi gibi değiliz. Bir şeyler değişti ama ne? Halbuki, ben yine aynı benim, aynı evde oturuyorum aynı insanlarla birlikteyim. Komşularım bile aynı. Çok şey aynı. Ya duygularımız? Belki de onlar değişti. “Kararsızlık yerine kararlılık”. “Ne istediğini bilmek”. “Zamanın değeri”. Bu başlıklar hayatımda daha fazla önem kazandı. Bir şey daha var; o da güçlü olan insanlar ve her sıkıntıda vıyaklayan insanları gördüm. En büyük yalan asla değişmem demektir. Değişim vardır. Ama daha iyiye doğru değişim ya da daha kötüye değişim. Bu satırlar da bu haftalık kendimizde nelerin değiştiğini biraz tefekkür etmeye yarasın.

AÇIK BIRAK PENCERENİ

Yalnız benim için açık bırak pencereni. Kimse bilmesin. Perde aramızda kalsın. Bir tarafında sen bir tarafında ben. İkimiz ayrılmaz bir parçanın bütünü olduk bunca zaman. Nefes alırken verirken biliyorum sen hep yanımdasın, yanı başımdasın. Bir gün el ayak çekince sen bu dünyadan, belki ben senden önce; açık kalsın bu pencere. Umudum olsun; açık kalan bu pencereden içeriye gireceğini düşleyeyim. Uyurken üzerimden tatlı bir rüzgâr geçerse sensin diyeyim. Kış gecelerinde üstümdeki yorgan ısıtmazsa beni, senin geleceğini bilerek uykuya dalayım. Biliyorum kalp pencereni hiç kapatmadın. Herkese kapalı bir bana açık o pencereden bakarken, daldığım rüyalarda seni arayayım. Devamında uyurken ve geceler, gündüzler beni seni kavuşturana kadar pencerenin perdesine asılı kalır umutlarım. Esip esip içimi ferahlatan, o çift kanatlı pencereye konmuş bir kuş misali uçmayı beklerim. Belki bir gün perde ortadan kalkar da iki dünya bir olur; ne rüya ne dünya kalır. Sadece bir âlem ki bu pencereden kat kat semaya açılır ve gönüller ancak sonsuzlukta huzur bulur.

HAYVANLAR ANLAR

Hayvanlar insanlığın hizmetine verilmiştir. Hayvanlar canlıdır ve bizim sorumluluğumuzdadır. Onların kılına zarar gelmesine kim göz yumarsa başına geleceklere de hazır olsun. Özellikle sokak hayvanlarımız; kedi ve köpekler gözünüzün içine bakarlar. Onları başıboş anlamsız yaratıklar olarak görmemeliyiz. Sokağımızdaki hayvanlara selam vermek bir kap su koymak hatta yarası beresi varsa ilgilenmekle yükümlüyüz. Hayvanlar bizim iyiliğimize karşılık verir. Kendini sevdirir. Hatta korurlar. Özellikle mahalledeki köpekler, geceleri yabancıları havlayarak uzaklaştırırlar. Kedilerse bambaşka bir âlemdirler. Korkutulmuş, dövülmüş kedinin ürkek bakışlarından anlayabilirsiniz. Hayvanlarla kalbi bağ kurmak insanın da kalp atışlarını düzenlediği ve stresten kaynaklanan negatif yoğunluğu sildiği bilimsel araştırmalar tarafından biliniyor. Bu yüzden onların bize olan hizmetlerinin karşılığında biz de onlara kat kat iyi davranarak vermeliyiz.

ARTI

.....

İyi bakış

Bardağın dolu tarafını görmek diye bir tabir vardır bizim kültürümüzde. Geçtiğimiz günlerde Atatürk Kültür Merkezi açıldı. Bu merkezin sadece İstanbul ve Türkiye'nin gururu değil bütün dünyanın takdir ettiği bir değer olarak görülmesi elbette müspet bir durum, bir gelişmedir. Böyle bakıldığında insanlık, ulvi duyguları sanat ve estetiğin inşasındaki alıntılarında bile o değeri birlikte paylaşabiliyor. Mesele insanlık aleminin aradığı huzurdur. Böyle bir emeği ve çalışmayı herkes takdir eder. Burada sadece Türk toplumunun değil, bütün dünyada yaşayan toplumların, inanç, kültür ve medeniyetin oluşturduğu sanatsal faaliyetlerin icra edilmesiyle, toplumların hoşgörü, empati ile iletişim kurulabileceğinin bir öngörüsüdür. Bunun arkasında kötü niyet aramak başımızı kuma görmekten ibarettir. Hakikat bütün insanlık içindir.

.....

EKSİ

.....

Kötü bakış

Hepimizin kusuru vardır. Eğer muhatabımız anlamak ve onu kazanmak istiyorsak, onun iyi tarafından yaklaşmak gerekir. İyi tarafını öne çıkartmak, eksik ve yanlışlarını iyi niyetle gidermek gerekir. Sonuçta her yaptığımız insanlık içindir. Bir sanat merkezi yapıyoruz. Onu takdir edeceğimize, şöyleydi de böyleydi de diyerek eski yaraları deşiyoruz. Biz sonuca bakarız. Her türlü olumsuzluğa karşı, ortaya iyi bir şey konduysa, ancak iyi hizmet takdir edilir. Kutuplaşmaya sebep olan, olumsuz anafora kapılan kin, nefret ve çekememezliğin içinde boğulur gider. Niye negatif olalım ki!. Bardağın boş tarafına bakmak yerine dolu tarafına bakalım. Dünyanın en mükemmel köprüleri, hızlı törenleri, hava alanları, santraller, sosyal projeler yapılırken ısrarla dış güdümlü itibar suikasti yapmak ve böyle kortejlerde yer almak vatana ihanete kadar götürür. Takdir ve şükür duygusu olmayandan uzak durmak gerekir.

TİPOGRAFİ

Dijitalleşmenin en önemli unsuru içerik hazırlama, içerik paylaşmadır. Birincisi paylaşımın içerdiği anlamdır. Paylaşımın işe yaraması ve sadra şifa olmasıdır. O da bilgi birikim ister. Diğer taraftan görselliktir. Yazının, fotoğrafın, videoların, slaytların, grafiklerin görselliği, estetiği ve ahengidir. Elbette görselliğin bütünü aynı zamanda bir tipografik ustalık ister. Sadece yazı ve hurufatın kendine göre taşıdığı estetik ve anlatım biçimi vardır. Dünya artık bir küçük köy haline geldi. Küreselleşti. Bilgi, birikim, ürün, hizmet, kültür, medeniyet de dijitalleşti. Herkes birbirinden elbette etkileniyor. Toplumlar, uluslar, dev bloklar kendi paradigmalarıyla karşı tarafı da dikkate alarak yazı ve konuşma dilini kullanabilir. Harf devriminin yapılması devlet aklıdır. Kıyafet ve şapka devrimi gibi. Zamanla uluslar ve uluslararası teamüller, yeni anlayışlara kapı açtılar. Doğru olan nedir, mantık nedir, zamanla yasalarla tadil edilirler. İletişim ve bilgi edinme teknikleri de değişmektedir. Önemli olan her şeyin kadim değerlerden kopmadan zamanın ve coğrafyanın ruhuna uygun tekamül içinde olmaktır.