Bugün size bir mülteci hikayesi anlatacağım. Bu aynı zamanda başarılarla dolu bir hikâye. İlham veren ve hepimizin bildiği, bilmesi gereken bir hikâye… Çoğumuzun tanıdığı bir isim hakkında. Başka bir gözlükle bakmamız gereken bir hikâye…
Afganistan'da doğdu. Ülke karışıklıklar içindeydi ve ailesiyle birlikte çareyi yerlerini değiştirmekte buldu. Kocaman bir aile zorlu yollardan geçerek İran üzerinden, Türkiye'ye geçti. Yetenekliydi ve yetenekleriyle girdiği her yerde kolayca fark ediliyordu.
Kısa süre içinde kendine Türkiye'de yer edindi. İnsanlara bilmediklerini öğretiyor ve yepyeni ufuklar açıyordu. Herkesle sohbet ediyor ve en önemlisi gönüllere giriyordu. Sonra başka yerden İran'dan bir arkadaşı geldi. O da dışarıdan gelmişti ve şehir dışarıdan gelenlere pek iyi gözle bakmamaya başlamıştı.
İki arkadaş kısa süre içinde birbirlerini besleyerek yeteneklerini geliştirdiler. Yeni gelen arkadaşını Türkiye'de pek sevmemişlerdi ve Afganistan'dan gelen mültecinin kendilerini bırakıp onunla zaman geçirmesi hoşlarına gitmedi. İran'dan gelen misafir bir şekilde saf dışı bırakıldı.
Afgan mülteci her canlı gibi ölümü tattı, ömrü son buldu. Türkiye onun yurdu oldu. Mülteci olarak yaşadığı bu dünyadan gerçek yurduna döndü. Tüm dünyada o kadar çok sevildi ki onu Afganistan'dan atanlar yaptıkları hatayı anladı. O, kendine kötülük yapanlara verilebilecek en büyük cezayı vermişti: İyiliği yaymak, kötülüğü yok etmenin yolu buydu.
Aradan zaman geçti ve Afganistanlı mültecinin yazdıkları tüm dünyada sevilir hale geldi. Ondan ilham alanlar yemeği nasıl yiyeceklerini, nasıl oturup kalkacaklarını tarttılar ve O bir insanlık üniversitesine dönüştü.
Gerçek yurduna gidişini tüm yıl hatırlıyoruz. O mültecinin adı Mevlana Celaleddin Rumi, gerçek yurduna geçiş zamanı Şeb-i Arus... Bu, bize değer katan başımızın tacı bir mültecinin hikayesidir. Eksiğiyle.
Konya, Mevlana diyarı olmakla iftihar eder. Bir arkadaşım yakın zaman içinde Konya’ya gitmiş ve şehri gezdiren mihmandarı bir mahalle için şöyle demiş: “Burası eskiden güzel bir yerdi. Afganlılar geldikten sonra bozuldu.”
Arkadaşım şu şekilde mukabele etmiş: “Demek Mevlana hazretleri şu anda gelmiş olsa onu Konya’da istemeyecektin. Malum o da Afganistan’dan gelmişti.”
Geçmiş büyük derslerle dolu. Mevlana’nın bu topraklara kattığı değerin benzeri az bulunur. Bir mülteci olarak insan yetiştirdi ve insanlığın unutulduğu çağda bir ışık yaktı. Benzer dönemlerden geçiyoruz. Coğrafyalar yine acı dolu ve bazı insanların yerlerini değiştirmekten başka yapacağı bir şey kalmıyor. Yaşadıklarını ancak kendileri bilirler ve bize düşen sorgulamak ya da burun kıvırmak değil sadece kucak açmak ve elimizden geldiğince yardımcı olmak. Eğer Mevlana’yı bir değer olarak kabul ediyorsak bir mülteci olarak yaşadığı hikaye bize her mülteciyi Mevlana bilmemiz gerektiğini de gösterir. Kendimizi tanımakta güçlük yaşıyorsak yapmamız gereken sadece bize neyin yakıştığını hatırlamak olacaktır. Bulmak inanın hiç zor değil, hem de hiç…